Rumeli kültürünü farklı kılan nedir? Rumeli Kültürü üstün ya da aşağı değildir. O bir türlü çözemediğimiz toplumsal devingenin farklı yüzlü çoçuğudur. Neden farklıdır? Belki de biz öyle hissettiğimiz için. (Konu 1 (sırasız):Rumeli Kültürü, tanımı, farklılıkları) Böylesi bir kültür neyi farklı kılmıştır. Hiçbirşeyi… Tarih akmıştır, sular durulmuştur yeniden dalgalanmıştır.
Ancak…
Rumeli Kültürü, belki de, Batı ile Doğu arasındaki çizginin hiç de öyle bembeyaz, kale çizgisi kadar belirgin ve düzgün olmadığının; yapay ayrımların anlamsızlığının, Osmanlı’nın yayılma ve sömürme düzeninin hiç de kır-dök üzerine kurulmadığının bir göstergesidir. ( 2:Rumeli Kültürünün yeri, kökeni, tarihsel önemi)
Rumeli kültürü, belki de, geldiği yer ve soy nereden olursa olsun, dîni ne olursa olsun, her kişinin (Kırım tatarı, Arnavut, Boşnak, Türkmen, Alevi, Kürt, Çingene, Pomak, Hudayinabit, vs.) ortak yaşamlarda ve asgari müşterekte buluşabileceğine işarettir. Balkan kazanı hep kaynamış, ancak en köpüksüz devrini (görünen o ki) Rumeli Kültürünün en etkin olduğu dönemlerde yaşamıştır.
Rumeli Kültürünün doğal parçacıkları olan akıncılar, devşirmeler, gayrimüslim erkân, âyanlar, İttihatçılar, Turancılar, Kemalistler, Yücelciler, Alevîler, Sünniler, Sabetaycılar, Ortodoks ve Katolik papazlar, Megaloideacılar ve tüm merkezden uzakta yetişip merkezle kavrulmuş leblebilerin Osmanlı ve Türkiye üzerine etkileri gözlenir de, bu adamların derdi neydi de bu kadar zahmete giriştiler diye soran azdır. (3:Rumeli Kültürünün yaşam kaynakları) Bu kültür neden zayıflayan yayılımına rağmen hâlâ yaşamaktadır? Neden hâla kendini Rumelili olarak kabul eden -orada ya da burada- insanlar vardır? Bu hissediş Laz ya da Kürt olmaktan farklı mıdır?
Belki de hayat bir oyundur, ve gençliğinde şampiyon olan takımı tutup Avrupa heyecanı yaşamak isteyen Rumelili, küme düşmenin acısıyla kıvranmakta ancak “kendi takımından” başka tutunacak şey bulamamakta, çırpınmaktadır. (4:Rumeli Kültürünün mevcut durumu)
Tek bildiğimiz, bu soruları yanıtını avlanmaya gideceğimiz bilgi gölünün/denizinin olmayışıdır. Günümüzde bilgi gölleri artık kendinden oluşmaya başlıyorsa da (Genel Ağ ve Sanal Zekâ yardımıyla) bu göllerin oluşması çokça zaman alacak ve oluşsa da “gemisi, iskelesi, feneri” olmayacaktır. Bu da kurulacak yapının bir yandan bilgi sunmasını bir yandan da yöntemlerin belirlenmesini ve arayışın sürekli olmasını sağlayacak ek görevler üstlenmesini gerektirecektir. Taraf seçimi de (Osmanlı’dan yana, diğerlerinin birinden ya da tümünden yana, olabildiğince tarafsız…), Yöntem seçimi de (bilimsel, dogmatik, vs.), hedef kitlenin seçimi de (Tüm insanlık, Balkanlar, Türk dünyası, akrabalar) elbette, bize aittir. Daha doğrusu bizle şekillenir. Her vakfın vakfiyesi her hayrın kendince kaidesi vardır. Bizim tercihlerimiz de, e birbirimizi tanırız, az çok bellidir.
Evet, Rumeli geçmişte kalmış bir hüzün belki de bir heyecân. Rumeli Kültürü, belki de, temelini Osmanlı’nın siyasi (Roma’ya ve Bizans’a benzer, -laştırmalara dayalı) stratejilerinde bulan, inorganik ve zorlama bir oluşum… O nedenle unutulmalı belki, o tarihin bir yapısökümü yapılmalı, işler ticaret ekseninde yeniden boyutlandırılıp Drucker’ın en iyi biçimde işaret ettiği bölgesel güçlerin hakimiyetinin yükselişine paralel bir Balkan ticaret ve kültür hareketine ön ayak olmalı. Bunu yaparken de yayılmacı olarak algılanabilecek “Rumeli” lafını bile etmemeli belki… Ancak ben bu bölgesel etkileşim ağı kurulmasını işin farklı ve kesinlikle yapılması hayırlı ikinci bir proje olarak tanımlamaktan yanayım. Rumeli işi ile bu iş sinerjiktir (tanışıklıklar, ilişkiler, seyahatler, coğrafi-kültürel ve ekonomik bilgi toplama), ancak yapılaşması ve tanıtılması çok farklı kanallardan, hatta Çin Duvarı’nın iki ayrı tarafından yapılmalı bence… .
Öte yandan, Rumeli‘nin unutulması yerine irdelenmesini gerektirecek bazı ve çok pragmatik) sebepler var…
Hangi kültür kar beyazı, hangi medeniyet günahsız? Maddeci yaklaşımla; kültür tarihi sömürünün tarihi değil mi? Egemenlerin çeşitli kisvelerle düzüşmesinin hikâyesi değil mi? Ya da, döne döne kapışan toplumların bir “iyi” bir “kötü” yazısının altında görüntülemesi, bu arada kimilerinin hiç ölmeyecekmişçesine dökülen kemikleri sıyırmaları değil mi? Batının değerlerine (aslında tüm mirastan süzülen “ileri” ve “batılı” görüntüsündeki düzenin değerlerine) öykünme, bir şekilde, batının o önce paldır küldür sonra da çaktırmadan kayışına karşı pasif bir eğilişten kaynaklanmıyor mu, yarı cahil Türk (az)okumuşunun beyninde?..
Ve hatta, belki de, her yerde ufak farklarla yeniden oynanan kadim senaryo, yeryüzünün en fırıldak coğrafyasında oynanan şekliyle düzgün yazılırsa, başka ve yepyeni bir senaryoya kaynak olur, bizim çocuklarımızla günyüzüne çıkar. Bu koca klişenin farklı renkli Rumeli baskısı, belki de görülmemiş ışıltılar yakar.
Ben büyük hikâyenin Rumeli bölümünün tuhaf bir renklilik içerdiğini, köklerinin gizemli ve o beklediğimiz yeni hikâyeye esin verebilecek güçte olduğunu hissediyorum. Bu bir inanç, başka bir şey değil.
Bugüne kadar iki yönlü stilize edilmiş, “Yüksek Osmanlı Medeniyeti-Türk Zulümü” iğine bükülmüş; iktidarı kaybetmişleriyle, hayatın karmaşıklığını kabullenememişleriyle her cins şovenin karalama tahtası, bunların daha kocabaşlılarının da eğlence alanı, kan teknesi olmuş tarihçeye, o bölünmüş ve gizemli coğrafyaya, o coğrafyada geçen o kısacık ama görkemli hikâyeye, mütevekkil, müspet ama umutla dolu bir bakış getirmiş oluruz…
Hayat, umut ve çaba ve aşk değil de nedir?
Rumeli kültürü belki de Batı ile doğu arasındaki çizginin hiç de öyle bembeyaz, kale çizgisi kadar belirgin ve düzgün olmadığının; yapay ayrımların anlamsızlığının, Osmanlı’nın yayılma ve sömürme düzeninin hiç de kır-dök üzerine kurulmadığının bir göstergesidir.
Rumeli Kültürü belki de geldiği yer ve soy nereden olursa olsun, dini ne olursa olsun, her kişinin ( Kırım tatarı, Arnavut, Boşnak,Türkmen, Alevi, Kürt, Çingene,Pomak, Hudayinabit,vs) ortak yaşamlarda ve –egemenlerin baskısıyla da olsa- asgari müşterekte buluşabileceğine işarettir. Balkan kazanı hep kaynamış, ancak en köpüksüz devrini Rumeli Kültürünün en etkin olduğu dönemlerde yaşamıştır.
Evet, Rumeli geçmişte kalmış bir hüzün, belki de bir heyecan.Rumeli Kültürü, belki de temelini Osmanlı’nın siyasi (Roma’ya ve Bizans’a benzer-‘laştırmalara dayalı) stratejilerinde bulan, inorganik ve zorlama bir oluşum…O nedenle unutulmalı belki, o tarihin bir yapısökümü yapılmalı, işler ticaret ekseninde yeniden boyutlandırılıp Peter Drucker’in en iyi biçimde işaret ettiği bölgesel güçlerin hakimiyetinin yükselişine paralel bir Balkan ticaret ve kültür hareketine önayak olmalı. Bunu yaparken de yayılmacı olarak algılanabilecek “Rumeli” lafını bile etmemeli belki.
Ancak bu bölgesel etkileşim ağı kurulması farklı ve kesinlikle yapılması hayırlı bir projedir. Rumeli işi ile ve bu iş sinerjiktir (tanışıklıklar, ilişkiler, seyahatler, coğrafi-kültürel ve ekonomik bilgi toplama), ancak yapılaşması ve tanıtılması çok farklı kanallardan, hatta Çin Duvarı’nın iki ayrı tarafından yapılmalı.
Ticaret ve kültür akışları hep birbirine bulanır birlikte hızlanırlar. Akdeniz havzasında olanlara, İpek Yolu efsanesine bir göz atmak bunu anlamaya yeter de artar. Bizim bu bilgi arayışımız ve sonunda sunacağımız dağarcığın çekim merkezi etkisi, bize ve bu etki alanına girenlere yeni tanışıklıklar ve ilişkiler kazandıracaktır. Fırsatların düzenli takibi ve zamanında kullanılabilmesi demek olan ticarette, ilişkilerimizin bolluğu daha çok fırsat, bilgiye birinci elden yakınlığımız ise daha hızlı ve doğru kararlar demektir. Bunun sonucunda hem doğrudan fırsatların değerlendirilmesi yoluyla hem de yorumlanmış stratejik bilginin ve birikimin ticarete konu olması yoluyla daha fazla kazançtır.