Ana Sayfa Blog Sayfa 72

Fatih Mehmed

0

İmparatoruna söyle, benim kudretimin ulaştığı yere onların hayalleri bile ulaşamaz!(İstanbul’un fethi için hazırlıklar sürerken kendisini caydırmaya çalışan elçilere verdiği yanıt)

  • Gökteki güneş nasıl tekse, dünyada da tek devlet, tek din olmalı.
  • Baykuştan pervâmız yok, biz şahinler sürüsüyüz.
  • Ayrılıp gitmem mümkün değildir. Ya ben şehri alırım ya da şehir ölü yahut diri beni alır. Eğer imparator ayrılıp gitmek isterse kendisine Mora’yı bırakırım, dostluk antlaşması yaparım, oradaki karındaşına başka bir sancağı veririm. Ama şehire barışla girmezsem, savaşla girersem o zaman onu ve bütün soylu, ileri gelenleri ölümle cezalandırırım, geri kalan halkı köle olarak askerlerime dağıtırım. Bana ıssız da kalsa şehir yeter.[2]
  • Ey Konstantiniye! Ya sen beni alırsın, ya ben seni alırım!

(İstanbul’un fethi sırasında)

  • İmkânın sınırını görmek için imkânsızı denemek lazım.

(Gemilerin karadan yürütüleceğini söylerken)

  • Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem, sakalımı kökünden keserim.
  • Ben dahi kabul ettim ki, Galatalıların ayinleri ve erkânları ne vechile olageldiyse, yine aynı üslûpla devam etsin.
  • Hey gâziler! Yürümek gerek. Niçin duralım?
  • Şeyhim Akşemseddin Hazretleri ile beraber yaptığım zikrin lezzetine dünyaları bile değişmem. Eğer şeyhim izin verseydi zikir yolunu tercih eder, saltanatı terk ederdim.
  • Ceneviz tüccarları serbestçe gezip ticaret yapabilirler. Yeniçeri ordusuna katılmak üzere, çocuklarını almayacağız. Dinimizi kabul etmeyenlere karşı aslâ cebir kullanmayacağız.
  • Bütün dünyaya ilan ediyorum ki, Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır. Hiç kimse ne bu insanları nede onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar ve bu göçmen durumuna düşen kullar, özgür ve güven içerisinde hayatlarını sürdürsünler. Ne saltanat eşrafından, ne vezirlerden, ne hizmetkarlardan, ne de Devlet-i Aliyye vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mülklerine ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin ve tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka diyarlardan devletime birisini getirirse onlarda aynı haklara sahiptir.
  • Ana, biz İslamiyetin kılıcını elimizde tutarız. Ancak bunca zahmet karşılığında gazi unvanını elde edemeden ölürsem Allah ve Peygamber’in katında yüzlerine nasıl bakarım?

(Trabzon için bu kadar zahmet nedendir diyen Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun’a verdiği     cevap)

  • Allah beni bu şehrin halkının dostu olarak bu zamana kadar sakladı. Biz bu şehrin düşmanlarını yendik ve onların vatanlarını aldık. Burayı Makedonyalılar, Teselyalılar ve Moralılar ele geçirmişlerdi. Bunların biz Asyalılara karşı kötü davranışlarının intikamını aradan birçok devir ve yıllar geçmesine rağmen onların torunlarından aldık.

(Truva harabelerindeyken)

  • Evet, padişah benim. Ancak siz yine de çiçekleri ona veriniz. Çünkü kendisi benim hocamdır.

(İstanbul’un fethi sırasında orduyu çiçeklerle karşılayan Bizanslıların yanlışlıkla           Akşemseddin’e gitmeleri ve onun halka Fatih’i işaret etmesi üzerine.)

  • Fakirlerin ve yetimlerin kursağından kesilen nimeti ne askerimize, ne ameleme yediririm. Biz has müminleriz, kursağımıza netameli nevale girmez.
  • (Bizans İmparatoru’nun, İstanbul’un Fethini engelleyemeyeceğini kestirdikten sonra Fethi geciktirmek için, Hisar inşaatında çalışanlara büyük kafilelerle erzak göndermesi üzerine cevaben)

Kaynak: Vikisöz

Fatih Sultan Mehmet Han, 1432-1481

Misyon: Daima!

Vizyon: KızılElma/Fatih Kanunnameleri

Rakip: ROMA/AVRUPA

Bilge Tonyukuk

0

“Türk budun ara yaraklığ yağığ yeltürmedim, tögünlüg atığ yügürtmedim.” Türk halkı arasında silâhlı düşmanı koşturmadım, kuyruğu düğümlü atı koşturmadım. Bilge Tonyukuk Yazıtı. İkinci Taş, Doğu Yüzü, Satır 4

Kültür tarihini dilde aramak gerek… Tonyukuk, Türk ülkesinde “tügünlüg atıġ yügürtmedim”(=Kuyruğu) düğümlü atları koşturtmadım) (II/D-4) diyor. Savaş atlarının kuyrukları, arka ayaklarına dolaşmaması için akın zamanlarında düğümlenir ve böylece daha hızlı hareket ederlerdi. Prof Dr Ali Akar

TONYUKUK’UN LİDERLİK KRİTERLERİ (46)

  1. ADANMIŞLIĞI
  2. AKILLI
  3. AKSİYONERLİĞİ
  4. ASKERİ BAŞARILARI
  5. BAĞIMSIZLIK TUTKUSU
  6. BİLGELİĞİ
  7. DANIŞMANLIĞI
  8. DEĞERLENDİRME DAVRANIŞI
  9. DEHALIĞI
  10. DEVLET ADAMLIĞI
  11. DİLE HAKİMİYETİ
  12. DİPLOMASİSİ
  13. DOĞRU DÜŞÜNEN
  14. DÜRÜST
  15. DÜŞMANINI İYİ TANIMASI
  16. DÜŞÜNCE GELİŞTİRMESİ
  17. EDEBİYATÇILIĞI; USLUBU – YAZI, İFADE USTALIĞI
  18. EĞİTİMCİLİĞİ
  19. GEÇMİŞTEN DERS ÇIKARAN
  20. GENEL
  21. GERÇEKÇİLİĞİ
  22. GÖZLEMCİLİĞİ
  23. GÜÇLÜ KİŞİLİĞİ
  24. HALKÇILIĞI
  25. İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ
  26. İRADE (SAĞLAM İRADE)
  27. İSLAMİYETE ZEMİN HAZIRLAMASI
  28. KARARLARI
  29. KENDİNE GÜVENİ
  30. KRİTİK MÜDAHALELERİ / KARARLARI
  31. KURUCULUĞU
  32. MİLLETİNİ TANIMASI
  33. MİLLİLİĞİ
  34. ODAKLANMASI
  35. ÖNDERLİĞİ
  36. PAYLAŞIMCILIĞI
  37. PRATİK ÇÖZÜMLER
    SAMİMİLİĞİ
  38. SİYASET FELSEFESİ
  39. STRATEJİSTLİĞİ
  40. TECRÜBESİ
  41. TÖREYE BAĞLILIĞI
  42. TÜRK BİRLİĞİNİ KURMA GİRİŞİMLERİ
  43. UFKU (VİZYONU)
  44. VATANSEVERLİĞİ
  45. YAYINCILIĞI
  46. YAZITI

Bilge Tonyukuk’un kimliği ile ilgili incelememiz bizleri kadim hazineler ile buluşturmuştur. Bilge Tonyukuk’un kriterleri ve bilge güç kavramı bizleri üçüncü bine ulaştıracak ilk adım olan 21.yüzyılı bir Türk Yüzyılı olarak yaşamamızın teminatıdır.

Kalem ve Kılıçların efendisi olan Tonyukuk bir Fütuhat (seferler) ve Fikriyat ( bilgelikler) hazinesidir de. Yazıtı ile yeni sefer ve fikirlere öncülük etmiştir. İlk deniz seferi ile Akdeniz ve Hint Okyanusu seferlerinin dayanağı olmuş, fikirleri ardından gelen bin yılın (700-1700) Türk binyılı olarak yaşanmasını sağlamıştır. Türk kimliğini ilk kez yazıya geçiren Tonyukuk bir mefkuredir de. Söz konusu mefkure kültürel kimliğimizin bütün kodlarını bağrında saklamaktadır.

Halk tarafından bilge sıfatı ile onurlandırılan Tonyukuk, ilk yazılı eserimizi bir anıt şeklinde sonsuzluğa ulaştırarak, bilgeliğin gereğinin yazı ve dil olduğunu göstermiştir. İlk yazarımız olan Tonyukuk’un aynı zamanda ilk Türk tabirini yazıtında kullanan kişi de olması, kimliğinin en önemli boyutunun dil olduğunu da belgelemektedir.

Tonyukuk’un kimliğini biyografi-bilgelik-bitig dizgesinde incelediğimiz çalışmamız, tarihte ilk yazılı belgemiz olan Tonyukuk Yazıtı’ndaki 400’ü aşkın kelimenin de sözlüğünü içermektedir.  Duygu ve düşünce ikilisinin en muhteşem bir bileşimi olan dilimizin şaheseri olan, İnternet ve teknoloji gurusu Nicholas Negroponte tarafından “bilgisayarın ideal dili” olarak nitelenen ve “sözcük düzeyinde, bir bilgisayar konuşma yaratıcısı açısından rüyalarının gerçek çıkması gibi bir şey” olarak tarif edilen Türkçe, ilk kez Tonyukuk’un zihninden yazıya geçirilmiştir. Taş yazıtın ardından yazmalara aktarılan ve matbaa kullanımı ile basılı eserlere aktarılan Türkçe’nin sihirli yapısı hızla evrensel bir yazılım dili olacağı günleri beklemektedir.

Tonyukuk’un biyografisinden süzülen bilgelik ve bitig, İsmail Gaspıralı tarafından 19.yüzyılda “Dil’de, Fikir’de; İş’de Birlik” olarak ifade edilecektir. Tonyukuk’un torunları atadan edindikleri fütuhat-fikriyat birlikteliği dinamizmi ile Hind alt kıtasında dört dili (Türkçe, Arapça, Farsça, Sanksritçe), Türkiye’de (Anadolu-Rumeli) ise üç dili (Türkçe, Farsça, Arapça) harmanlayıp, dünyanın en gezgin ve zengin Türk Dilini yarattılar.

Bilgili kişi bilgiç de olabilir bilge de. Sadece bilgi tek başına yeterli değildir demek. İlk yazarımızı, dönemin Türk halkı bilge olarak onurlandırmıştır.  Yazmak bir bilgeliktir. Bilgelik ise bir güçtür ve Türk aklının özünü oluşturmuştur. Aklımızın kendine özgülüğü ise dilimizin özgünlüğünün geliştirilmesi ile ilgilidir. Fikir ve İş ancak Dil üzerinde temellenmektedir.

En değerli yeraltı kaynağımız, Türkistan coğrafyasının bağrında yatan aziz bilgelerimizdir; bizlere bilgeliğin akıl ve kalp birlikteliğini esas almak olduğunu hayat tarzları ile ortaya koyan diri ve doğurgan köklerimizden, Bilge Tonyukuk’dan başlayarak tekrar mayalanalım.

İlk Türk Düşünürü: Bilge Tonyukuk 1370 Yaşında

Proje/ Çağdaş Bilimler Işığında İlk Türk Düşünürü: Bilge Tonyukuk 646-724

İlk düşünürümüz hakkında yazılan bir doktora tezi yok.

İlk düşünürümüz hakkında (tespit edilen 17 disiplinden Dil, Mitoloji, Belgesel Sinema, Tarih dışındaki) 13 disiplin mensuplarından düşünen yok.

Ama gidin Yunanlı düşünürler hakkında ülkemizde yayınlanmış 500 tane makale bulursunuz.

Meydan Larousse Ansiklopedisi’nde Tonyukuk maddesi bulunmamaktadır.

Tonyukuk Yazıtındaki 62 paragrafın tek tek yorumlanması lazım.
Yapılmamış maalesef şimdiye kadar.
http://gokturkanitlari.appspot.com/tonyukuk.html

Oysa ki, Doğan Kuban, Çinli Filozof Lao Tzu’nun Tao Yolu Öğretisi kitabını paragraf paragraf yorumlamış.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/lao-tzu-tao-yolu-ogretisi–tao-te-chingin-yorumsal-cevirisi/294754.html

Batıcılar için düşünce tarihimiz Cumhuriyet ile, İslamcılar için ise İslamiyet ile başlamaktadır, öncesi yoktur.

Halbuki düşünce tarihimizin kökleri her iki akımın esas aldığından çok daha derindir.

Kronolojik sansüre bir son vermemiz lazım.

Tirmiz, Özbekistan soylu İmam-ı Azam Ebu Hanife ile MaÇin (Tabgaç) doğumlu Vezir Tonyukuk birbirlerinin çağdaşıdırlar.

Tonyukuk’un Uzak Asya’da Tengrici düşüncelerimizi şekillendirdiği yıllarda, Ebu Hanife, ÖnAsya’da Küfe’de, Bağdat’da, İslamiyet dairesinde Hanefi mezhebinin öncülüğünü yapıyordu. Tengricilik ve İslamiyet, Türkler için eşzamanlı olarak çekim merkezi idi.

Tonyukuk, şehirleşmeyerek, Çinlilerin baskısını elimine etmişti; vizyonerdi.

1950’lere gelindiğinde ise Türk Devleti aynı vizyoner aklı kullanmış, şehirlileşerek, özellikle İstanbul’u Anadolu’dan gelenlerin iskanına (imarına) açarak, Avrupa-ABD’nin İstanbul’u Bizanslaştırarak yitirmemize yol açacak sürece DUR demişti. Menderes’in imar operasyonunu (Vatan-Millet-Ordu caddeleri), İstanbul’un gerçek fethi olarak görebiliriz. Aslında Lozan Görüşmelerinde İstanbul elimizden çıkmak üzere idi; o da ayrı bir fasıldır.

Osmanlı Devleti’nin 700. yılı (2009) kutlamaları, unutturulan Osmanlı mirasının yeniden değerlendirilmesi çalışmalarına yol açmış ve on yıldan buyana Osmanlı düşüncesi gündeme yerleşmiştir.

Aynı şekilde, 1370. doğum yılını kutladığımız günümüzde Tonyukuk ve dolayısıyla Göktürk Hakanlığı da gündeme alınarak, konu ile ilgili çalışmalar başlatılmalıdır. Osmanlılar kendilerini Oğuz ve Göktürk geleneği ile ilişkilendirerek, Sultanları aynı zamanda Han olarak anıyorlardı.

Göktürkler konusunda tarih bilimi kapsamında bilim adamları (Taşağıl, Gömeç, Divitçioğlu) kitaplar yayınlar iken, siyaset bilimi çalışmalarına rastlanmamaktadır. Siyaset Teorisi konusunda Ümit Hassan’ın “Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler” başlıklı çalışmasının dışında yayın bulunmamaktadır.  Ayrıca, Bilge Kağan ve Bilge Tonyukuk’un adlarının mı, unvanlarının mı aynı olduğu konusu irdelenmelidir.

Siyaset Teorisi’nin toplumun tarih ve sosyolojisinden yola çıkılarak organik bir biçimde oluşturulması gereğince, ağırlıklı olarak tarih, dilbilim ve edebiyat alanlarında incelenen Tonyukuk’un diğer disiplinler, özellikle de siyaset bilimi ve siyasi düşünce konuları itibariyle incelenmesi; 21.yy başlarında anayasasını ilk kez doğal süreçlerle yapma girişiminde bulunan Türkiye toplumu açısından önemlidir ve ipuçlarını bünyesinde barındırmaktadır.

  1. Antropoloji
  2. Bibliyografi
  3. Biyoloji
  4. Coğrafya
  5. Dilbilim
  6. Ekonomi
  7. Etnoloji
  8. Felsefe
  9. Halkbilim
  10. Mitoloji
  11. Psikoloji
  12. Sinema- Film
  13. Siyaset Bilimi
  14. Sosyoloji
  15. Tarih
  16. Teoloji
  17. Yönetim Bilimi

Bilge Tonyukuk, 646-724 

Bilge Kağan’ın önerisine karşı geldi; Çinlileşmeyi önledi

Misyon: “Birlik olun, bir olun ki, dirliğiniz bozulmasın”

Vizyon: Tonyukuk Yazıtı

Rakip: ÇİN
Kahraman Bilge Tonyukuk’a Hasretimiz ile..

1 Eylül 2018, Cumartesi

21-31 Ağustos arasında Çin’de idim.
Ardından Tianjin, Puyang, Dongying’e 1500 km sefer yaptım.

Atam Tonyukuk’un seferler yaptığı Şantung eyaletinde gezindim.

Dönüşte THY uçağı Pekin’den havalandı ve Tonyukuk’un doğduğu Çugay Dağı semalarının Yun Zhong’un üzerinden geçerek Türkistan üzerinden Türkiye’ye ulaştık



[1] İki birig ertimiz. [İki] süm[üz b]oldı. Türk budun k[ılınğa]lı Türk kağan olurğalı 
Şantung balık[k]a taluy ögüzke tegmiş yok ermiş. Kağanıma ötünüp sü iltdim.
[1] İki bin idik. İki ordumuz oldu. Türk milleti kılmalı, Türk kağanı oturalı Şantug şehrine, denize ulaşmış olan yok imiş. Kağanıma arz edip ordu gönderdim.

[2] 
Şantung balıkka taluy ögüzke tegürtim. Üç otuz balık sıdı. Usın bunda ıtu yurtda yatu kalur erti. Tabğaç kağan yağımız erti. On Ok kağanı yağımız erti.
[2] Şantung şehrine, denize ulaştırdım. Yirmi üç şehir zaptetti. Uykusunu burda terk edip, yurtta yatıp kalırdı. Çin kağanı düşmanımız idi. On Ok kağanı düşmanımız idi. Tonyukuk Yazıtı Doğu Yüzü.

Kahramanlarımızı her an bir vesileyle hissetmek ve anmak sonsuz bir güç veriyor.

 

.

 

 

Mete Han

0

MÖ 356 Makedonya, Pella doğumlu Büyük İskender tarafından başlatılan Savaş Sanatı, MÖ 234 Moğolistan doğumlu Mete Han tarafından devam ettirilmiştir.  Türkler, Mete Han sayesinde Savaş Sanatı’nın ilk kurucuları arasında yer almışlardır.

28 Haziran 1963’te Türk Ordusu 600. kuruluş yıldönümünü kutladı. O tarihlerde, Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluşu Yeniçerilerin kuruluş tarihi olan 1363’e dayandırılıyordu. Aynı yıl,  Nihal Atsız, bunu eleştirerek Hiung-nu hükümdarı Mete’nin onluk sisteme dayalı bir ordu kurduğu düşünülen tarih olan MÖ 209’un Türk Ordusu’nun gerçek kuruluş tarihi olduğunu iddia etti. 1968’te Yılmaz Öztuna da Genelkurmay başkanı Cemal Tural’a bu öneriyi sundu. 1973’te ordunun kuruluşunun 610. yıldönümü kutlanırken Atsız yine bu iddiayı öne sürdü. 12 Eylül Darbesi’nden sonra bu iddia benimsendi, hâlen de MÖ 209 Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluş yılı olarak kullanılmaktadır.

Çin halk destanlarında Göktürk’lere karşı yapılan savaşa katıldığı sanılan Hua Mulan adlı kadın karakterinden esinlenen Disney’in Mulan çizgi filminde Çin seddi’ni aşarak Han Hanedanı’na saldıran acımasız “Hun” reisi “Şan-Yu”‘nun motifi Mete’den alınmıştır.

Ordunun kurucusu Mete Han’dır. Ve Mete Han’ın strateji ve taktik uyguladığını biliyoruz, bunların belgeleri maalesef yok. Tarihçilerimizin bu konularla ilgileri de yoktur. Strateji ve taktiğin Türk Silahlı Kuvvetleri’nde var olduğunu Hunlardan ve Göktürklerden bahseden Çin metinlerinde görüyoruz. Bu Çin metinleri tabii bizimkiler tercüme ettiler.

Savaş sanatının başlangıcı Aristoteles’in Makedonya’da İskender’i yetiştirdiği akademidir. Türklerde de Mete Han savaş komutanı bir stratejisttir. Çinli Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabında anlatılan ise dövüş sanatıdır.  Sun Tzu bir filozof değildi. Bir bilgeydi, strateji ve taktik yeteneği yoktur onda. O bize dövüş sanatlarını anlatır. Bu bütün Çinli bilgelerde vardır. Sadece onda değil. Kung Fu, yani Konfüçyüs’te de vardır. Bütün bu doğu bilgeliklerinde “savunma sanatı” diye bilebileceğimiz olaylar vardır.

Savaş ve askerlik sanatı bunu aşar. Dövüş sanatı değildir yalnızca, bir savaş senaryosu düşünülür, öngörülür, orduyu nerden yürüteceksiniz, nasıl besleyeceksiniz. Osmanlı örneğinde gördüğümüz gibi aileyi de mi götürürsünüz. Götürseniz o aileyi de nerede barındırırsınız, ne yedirir ne içirirsiniz. Tarihçiler reddederler ama yine de bildiğimiz kadarıyla büyük sayıda asker yürütülür. İskender 60 bin kişiyi geçirir Anadolu’ya. Çanakkale üzerinden, Boğaz üzerinden muazzam bir rakam. Bu adamların beslenmesi, yürütülmesi, iaşesi ve onun yanında tabii taktik, doğrudan doğruya savaş sanatı kimleri yerleştirecek, okçularıyla, piyadesiyle, süvarisiyle.

Savaş sanatının sanıyorum en önemli esin kaynağı, satranç oyunudur. Üç olay, salt akla dayanır. Bunlar hiç karışmaz. Felsefe bilim, savaş sanatı ve satranç. Felsefe bilimde tabii başı çeken en önemli zirve salt olarak mantık ve matematiktir.

Bu anlamda kavgadan tamamiyle farklı bir olaydır savaş. Savaş ve ordu yeni bir olaydır. Milattan önce 4. yüzyılda başlar. Mete‘de zaten milattan önce 2. yüzyılda var. Bu dediğim yapıyı o Çinli bilgede (Sun Tzu) görmüyoruz.

Türklerin iktisadi faaliyetlerinin temeli madencilik ve hayvancılığa dayanan savaş ekonomisi idi. En dâhiyane savaş aleti olan ok Türkler tarafından geliştirilmiş ve atlar savaşlarda sürekli kullanılmıştı. Türklerin yüreği Devlet ve Askerlik ile doludur. Büyük İskender tarafından MÖ 300’lerde başlatılan Savaş Bilimi, Türklerde de mevcuttur. Mete Han MÖ 100’lü tarihlerde strateji ve taktikleriyle Savaş Bilimini ortaya koymuştur. Bu konudaki yazılı belgeler Çin metinlerinde mevcuttur ve Türk tarihçileri tarafından araştırılması, yeni bilgileri ortaya çıkarabilir. Mete Han’ın sarayındaki Çinli kâtipler yazışmaları kayda geçiriyorlardı.

Aristo tarafından başlatılan Savaş Bilimi ve Eflatun tarafından sistemleştirilen Devlet Felefesi’ne ayniyle Türklerde rastlamaktayız.

 

Kök’te olan, Kurucu olandır en büyük; MOTU..

 

Kaynaklar:

  • Prof Dr Teoman Duralı, Konferansları
  • Prof Dr Mahmut Arslan ile görüşme

Sun Tzu

0

}Savaş sanatı bir devlet için yaşamsal öneme sahiptir.

}

}Ölüm-kalım meselesidir. Güvenliğe kavuşmanın yahut yok olmanın yoludur. Bu nedenle ihmal edilmesi kesinlikle düşünülemez.

}Savaş Sanatı, savaş koşullarının değerlendirilmesinde mutlaka göz önüne alınması zorunlu beş önemli faktörün etkisi altındadır.

Bu faktörler:

}

  • Uyum (Ahlak) Faktörü,
  • Hava Faktörü,
  • Arazi Faktörü,
  • Liderlik Faktörü,
  • Disiplin Faktörü’dür.

}Savaş Sanatı’nın en pratik kavramı, düşman ülkesini tümüyle, zarara uğratmadan ele geçirme fikridir. Yakıp yıkmanın kimseye faydası olmaz. Aynı şekilde, bir orduyu da tümüyle ele geçirmenin nimetleri sınırsızdır.

}Savaş Sanatı bize;

}

  • düşmanın üzerimize gelmemesini ummaktansa düşmanı karşılamaya hazırlıklı olmamızı,
  • düşmanın bize saldırmamasını dilemektense bizim pozisyonlarımızın düşmanın saldırısını imkansızlaştırmasını öğretir.

  

          The Art of War – Savaş Sanatı

Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabı işhayatı stratejilerinin bir numaralı referans kaynağı ve strateji de aslında askeri bir terim.  Antik Çin’in dünya tarihine armağanı olan general ve stratejist Sun Tzu’nun görüşleri, kendisinden sonraki bin yıllara ilham vermiştir. Tarihin bilinen ilk stratejisti, günümüzün küresel rekabetinde düşmana karşı yaklaşımı ve savaş felsefesiyle değişik kültürlere strateji yolu göstermiştir. Savaşı bir sanat olarak yorumlamış, kaynak, zaman sevk ve idare alanlarında, modern yönetim bilimlerinin temelini oluşturmuştur.  Savaşın nasıl kazanılacağı, problemlerin, fikir ayrılıklarının nasıl çözüleceği üstüne kurduğu felsefi altyapı, günümüzün orduları olan büyük kuruluşların yararlandığı bir bilgi hazinesine dönüşmüştür.

İş dünyası, askerlik terimlerini disiplinin içine ithal etmeye devam etmektedir. Strateji, taktik, lojistik gibi kavramlara en son askeri uygulamalar neticesinde geliştirilen internet kavramı ilave edilmiştir. Gerek dünya, gerek Türkiye tarihinde teknolojik, bilimsel, yönetim felsefeleri askeri odaklı olarak bulunup geliştirilmişlerdir. İnsanoğlu, ilk kez avlanmak, sonrasında ise karşıt gruplarla çatışmak için bir araya gelerek bugünkü organizasyonun temelini atmış, devam eden süreçte ise daha etkin savaşmak için bu grupları yönetimsel ve bilimsel şekilde geliştirme çabalarına girmiştir. İnsan topluluklarından oluşması, örgütsel yapı içindeki hiyerarşisi ve var olması için kendisine benzer oluşumlarla girdiği rekabet, orduları günümüz şirketleriyle, savaşlarsa bu şirketlerin etki alanlarını arttırmak amacıyla birbirlerine karşı olan şiddetli rekabetleriyle özdeşleşmektedir.

Dünya ekonomi politiğinin düzeninin değiştiği bugünlerde Çin Halk Cumhuriyeti’nin artan önemi tarışmasız bir gerçektir. Yeni dünya düzeninin kurulma aşamasında olduğu bu dönemde, Çin’in tarih boyunca Türklerle başlayıp, “diğerleri” ile ilişkilerini belirleyen Sun Tzu felsefesinin incelenmesi, ülkemizin reaksiyon yetilerini de yadsınamaz şekilde geliştirecektir.

Kârlı büyümek, pazar payını artırmak, rekabette öne geçmek gibi hedefleri olan günümüz firmaları için yönetim bilimi yeterli değil. Bu sıkıntı, daha iyi sonuçlar alma niyetiyle başka disiplinlerden yararlanmayı deneyen firmaların, yöneticilerin sayılarında artışlar getiriyor.

Savaş tarihinde çok önemli bir yeri olan Sun Tzu isimli generalin öğretisi de bu kaynakların başında yeralıyor. Strateji biliminde ilk teorileri ortaya koyan Sun Tzu’dur.    Bu eserlerin başında “dünyanın en eski Savaş stratejileri kitabı” olarak bilinen ve 2500 yıl önce Çin’de yaşayan Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı (The Art of War) adlı eseri gelmektedir.

Meşhur Çin klasiklerinden biri olan ve modern askerî stratejilerin hepsinin temelini oluşturduğu kabul edilen bu eserin, eski Çin’de MÖ. 5-3. yüzyıllar arasında yaşanan “Savaşan Eyaletler” döneminde (Chou Hanedanı’nın parçalanma dönemi) yazıldığı bilinmektedir. Taocu felsefenin hâkim olduğu eserde savaş, “devletler için hayati önem taşıyan bir konu, bir ölüm-kalım meselesi, hayata ya da yok oluşa giden yol” olarak değerlendirilmekte ve bu sebepten “onu derinlemesine incelemenin kaçınılmaz olduğu” söylenmektedir.

“Savaş Sanatı” kitabı, dünyanın pek çok ülkesindeki harp okullarında bir klasik olmuş durumda. Bu açıdan, her hukuk fakültesinde okutulan “Roma Hukuku” dersine benzetebiliriz.

Sun Tzu, eyalet savaşları sırasında ürettiği akıl ve gösterdiği başarılarla general rütbesine yükselmiş. Savaş prensipleri herkes tarafından kabul görmüş, bulduğu fikirlerin üstüne şimdiye dek çok fazla şey eklenememiş. Hannibal ile savaşta Roma komutanı Fabius Maximus onun fikirleriyle kurtulmuş, Napoleon Bonaparte Jena ve Austerlitz savaşlarını onun aklını benimseyerek kazanmış. ABD çöl fırtınası ve Irak savaşlarında onun sayesinde çok daha az kayıp yaşadığını açıklamış.

Yaklaşık olarak M. Ö. 500 yıllarında yazılmış olan Harp Sanatı dünyada mevcut askerliğe ait en eski eserdir. Oldukça kısa, fakat özlü ve yoğun bir şekilde, yalnız prensipleri kapsamakta ve orijinal değerini hala büyük ölçüde korumaktadır.

Bu kitap, kapsadığı prensipleri, çağdaş harbin isteklerine uygun duruma getirmeye yetenekli askeri araştırmacılar ve öğrenciler için, hala (yani, yazılışından yirmibeş yüzyıl sonra bile) harbin yönetimi konusunda değerli bir rehberdir. Her ne kadar, savaş arabaları ortadan kalkmış ve silahlar değişmiş bulunuyorlarsa da, bu çok eski çağların üstadı, yalnız temel konuları, politikanın etkisini ve insan tabiatının askeri harekâta ilişkin yönünü ele aldığı için, değerini korumaktadır. O, bu ilkelerin, nasıl değişmez nitelikte olduklarını dikkate değer bir şekilde göstermiştir. Harp Sanatı Kitabının bazı prensipleri şöyledir:

—        Harp Sanatı, devlet için hayati önem taşır.

—        Bütün savaş uygulamaları aldatma ve yanıltmaya dayanır.

—        Harpte, en büyük hedefiniz, zafer olsun, uzun süren seferler değil.

—        Taarruzda, becerikli general odur ki, karşısındaki neyi savunacağını bilemez. Savunmada becerikli odur ki; karşısındaki neye taarruz edeceğini bilemez.

—        Sürat harbin özüdür. (Çabukluk savaşın ruhudur. Düşmanın hazırlıksız oluşundan yararlan, beklenmediğin yollardan ilerle ve savunulmayan noktalara saldır)

Günümüz firmaları da savaşıyor. Firmaların içinde bulunduğu savaş ile gerçek savaş arasındaki fark, firmaların kenarda kalma, savaşa girmeme seçeneklerinin olmaması. Zincirler arasında savaş var ve zincir içindeki firmalar arasında sembiyotik bir ilişki olduğu için her firma zincirin başarısı doğrultusunda çaba harcamak zorunda. Böyle bir durumda da Sun Tzu öğretisi tartışılmaz bir yarar sağlıyor.

ATATÜRK VE SUN TZU:   Karşılaştırmalı Savaş Sanatı Analizi

Tarihin bilinen ilk stratejisti, günümüzün küresel rekabetinde düşmana karşı yaklaşımı ve savaş felsefesiyle değişik kültürlere strateji yolu göstermiş olan Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabı, savaş (ve rekabet) stratejilerinin bir numaralı referans kaynağıdır. Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” kitabında yeralan savaşın aktörleri ise Çinliler ve Türklerdir.

Türkler ise Atatürk’e gelene kadar durmaksızın savaşmışlar fakat yaptıkları savaşları yazmamışlardır. Sun Tzu’dan 2500 yıl sonra, Atatürk, Savaş Sanatı hakkındaki uygulama ve değerlendirmeleri ile  çağlar üstü bir yapıt olarak ortaya koyarak, Savaş Sanatı’nın en eski ustaları olan Çinliler ve Türklerin uygulamalarının karşılaştırılması için  bir temel sağlanmasının yolunu açmıştır.

Sun Tzu’nun askeri öğretisiyle, kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk’ün kariyerinde almış olduğu kararlar, rakiplerine karşı sunduğu rekabetçi bakış açısı ve Kurtuluş Savaşı’nda zaferi kazandıran savaş felsefesinin yorumlanarak, Türkiye Stratejisi’nin bütünsel kimliği içinde yorumlanması, öz kaynaklarımızı etkin şekilde kullanmamıza imkân verecek, kimliğimizi köklerimize paralel şekilde geliştirme imkânı sunacaktır.

Atatürk’de misyon; değer (insan ve kurum) ve kuvvet olarak ifade edilirken, Sun Tzu’da vizyon dar anlamda zafer ile sınırlanmış,  Atatürk ise gerçek zafer kavramı ile savaşı savaş alanlarının dışına çıkararak, savaşı sadece askerler ile ilgilendirmemiş, ulusun ve insanların tümünü savaşın aktörleri haline getirmiştir. Stratejinin de üzerine çıkan Atatürk vizyonu ile karşılaştırıldığında, Sun Tzu teknik ve taktik düzeyini aşamamış görünmemektedir.

Yapılan çalışma Sun Tzu ve Atatürk’ün benzer yanlarındaki farklılıklarına da dikkat çekmiştir. Birleştikleri ve ayrıştıkları noktalar, geniş kaynaklarda, verdikleri kararlardan hareketle taranmış ve yorumlanarak sonuca ulaştırılmıştır.

Atatürk ve Sun Tzu’nun dönemsel farklılıkları metinde en aza indirgenmesine rağmen bulundukları farklı konjonktürlerden, kendilerini yaratan savaşların dönemlerine ve sebeplerine bağlı olarak aralarında fark oluşturan etmenlerle, çalışma sırasında sıkça karşılaşılmıştır.

Atatürk’ün mağlup bir imparatorluk ordusundan yarattığı, ülkesini kurtarmak için son şansı olan ordusuyla, Sun Tzu’nun imparatorlar veya prensler tarafından ganimet için görevlendirilmiş ordusunun, zaferin kazanılması hakkındaki görüşlerinin uyuşmaları beklenmemelidir.

İki komutandanda da farklı olan zafer teriminin farklılığı, çalışmanın genelinde ortaya çıkan farklılıkların merkezini oluşturur. Savunma ve saldırı arasında komutanların yaptıkları seçimler, Sun Tzu takip kavramından kesinkes bahsetmez iken, Atatürk’ün mutlak takip ve imha prensibine sıkı sıkıya bağlanması, iki düşünürün konjonktür farklılığından doğan bu yorum farklarına etkili örnekler teşkil etmektedirler.

Çalışmada en dikkat çekici fark ise iki komutan arasındaki vizyon farkı olmuştur. Sun Tzu’da amaç çarpışmada düşmana üstünlük sağlamak iken, Atatürk’ün amacı savaşı kazanmaktır. Düşmanı imha, ısrarcı saldırganlık ve takipçilik, Atatürk’ün geniş vizyonunun sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Metinde ayrıca aralarındaki ikinbin beşyüz yıllık farkın dışında büyük özdeşleşmeler görmek şaşırtıcı olmuştur. Tarihe hizmet etmiş iki komutan da savaş öncesi, savaş sonrası ve savaş sırasında alacakları kararlar birbiriyle örtüşmekte, agresif, disiplinli inisiyatif alabilen yapının zafere ulaşacağının altı çizilmektedir.

Bir diğer dikkat çekici özellik ise yine iki komutanın da planlama aşamasında, temellerini sağlam olarak hazırlamalarını takiben, devam eden süreçte planlarının değişebilir olmasına verdikleri önemdir. Taktiklerde ve diğer alanlarda dikkat çekici bir farklılık ise Atatürk’te savaş kendi kaynakları ve kendi durumu merkezinde ele alınarak planlanmış olmasına karşın, Sun Tzu’da arazi ve düşmanın durumu gibi kendi gücü dışındaki faktörlere verilen önemdir.

Sonuç olarak yapılan çalışma göstermiştir ki, gerek liderlik gerekse de yönetimde iki liderin farklılıklarından çok dikkat çekici ölçüde benzerlikleri mevcuttur. Bu benzerliklerdeyse Atatürk’ün manevi güce verdiği önem gözle görülür şekilde Sun Tzu’nun üstündeyken, Sun Tzu’nun örgüt yapısı içindeki disiplinin vazgeçilmezliğine yaptığı vurgu Atatürk’ten fazladır.

Farklılıkları ele alındığındaysa, en önemli olgunun, Atatürk’ün, düşmanın imha edilmesiyle zaferi tayin edici bir özellikte araması, Sun Tzu’da ise düşmanın savaş alanından çekilmesinin zafer için gerekli ve yeterli şartlar olarak görmesi olarak tanımlanabilir.

Savaş, insanın yaratılışından beri var olan bir olgudur. Tarih boyunca yaşanan bütün maddi ve manevi gelişmeler, bilimsel ve ahlaki ilerlemeler, insanlar arasında süregelen savaşları yok etmeyi başaramamış, hatta gerek teknolojik gerekse fikrî bakımdan kuvvetlenmesine, yayılma alanı ve yıkım gücünü artırmasına sebep olmuştur. Bu duruma dikkat çeken bazı yazarlar, insanlık tarihini bir “Savaşlar tarihi” olarak nitelendirmişler ve tarih boyunca birçok düşünür, asker ve devlet adamı, savaşın ne olduğu, tarihî seyir içerisindeki yeri, toplumsal ve ekonomik döngü üzerindeki etkisi ve Savaş sanatı konularında muhtelif eserler kaleme almışlardır.

  1. Ö. 500’lerde yaşamış olan, Çinli büyük stratejist (askeri filozof) Sun Tzu «Savaş Sanatı» adlı ünlü eserinde Strateji biliminde ilk teorileri ortaya koymuştur. Bundan 2500 yıl önce Çin’de yaşayan, Sun Tzu Türkler’in, M.Ö.78-711 tarihleri arasında yaptığı sürekli akınlar döneminde Çin’de bir askeri stratejist olarak yetişmiş ve düşüncelerini Türk ordularını incelemekle olgunlaştırmıştı. M.Ö. 500 yıllarında yazdığı “Savaş Sanatı” eseri ile ünlüdür. Harbin prensip ve ilkelerini sıralayan bu eser, modern çağda da önem ve değerini korumaktadır. Sadece askerlerin ya da araştırmacıların değil bu günün iş dünyası içinde özellikle yönetici konumunda olan herkesin okuması gereken muhteşem bir kitaptır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Oğuz Kağan

0

Oğuz Kağan, MÖ 234-174 

Vizyonuyla, Oğuz Türklerini Tuna boylarına ulaştıran, Akdeniz’i Türk gölüne dönüştüren Kurucu ATA’MIZ.

Misyon: “Daha deniz, daha müren (ırmaklar) / Güneş bayrak, gök kurikan (çadır)”

Üzerinde güneş batmayan, göğün altındaki her yer evimiz, vatanımız; DÜNYA DEVLETİ

Vizyon: Dünya Devleti, Oğuz Birliği, Töresi

Rakip: ÇİN

Oğuz Kağan Destanı

  • Oğuz Eli: Sağ Kol/SolKol
  • Sağ Kol: Bozok (Günhan, Ayhan, Yıldızhan)
  • Sol Kol: Üçok (Gökhan, Dağhan, Deniz Han)

 

OĞUZ KAĞAN DESTANI’ndan

Daha deniz, 
Daha müren,
Güneş bayrak, 
Gök kurıkan.

Yine söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki,
Oğuz Kağanın yanında aksakallı, kır saçlı, uzun,
tecrübeli bir ihtiyar vardı. O, anlayışlı ve asil bir
adamdı. Oğuz Kağanın nazırı idi. Adı Uluğ Türük
idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç
gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusundan ta
gün batısına kadar ulaşmıştı ve üç gümüş ok da
şimale doğru gidiyordu. Uykudan uyanınca düşte
gördüğünü Oğuz Kağana anlattı ve dedi ki:

Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun, ey kağanım, senin
hayatın hoş olsun. Gök Tanrı düşümde verdiğini
hakikate çıkarsın. Tanrı bütün dünyayı senin uru-
ğuna bağışlasın!

Oğuz Kağan Uluğ Türük’ün sözünü beğendi;
onun öğüdünü dinledi ve öğüdüne göre yaptı.
Ondan sonra sabah olunca büyük ve küçük oğullarını
çağırttı ve: Benim gönlüm avlanmak istiyor.
İhtiyar olduğum için benim artık cesaretim yoktur;
Gün, Ay ve Yıldız, doğu tarafına sizler gidin; Gök,
Dağ ve Deniz, sizler de batı tarafına gidin dedi.

Ondan sonra üçü doğru tarafına, üçü de batı
tarafına gittiler.

..Gün, Ay ve Yıldız çok av ve kuş avladıktan
sonra, yolda bir altın yay buldular; onu aldılar ve
babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü,
yayı üçe böldü ve: Ey büyük (oğullarım), yay sizlerin
olsun; yay gibi okları göğe kadar atın dedi.

Gök, Dağ ve Deniz çok av ve çok kuş avladıktan
sonra, yolda üç gümüş ok buldular; aldılar ve babalarına
verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, okları
üçe üleştirdi ve: Ey küçük (oğullarım), oklar sizlerin
olsun. Yay oku attı; sizler de ok gibi olun dedi.

Ondan sonra Oğuz Kağan büyük kurultay topladı.

Maiyetini ve halkını çağırttı, onlar geldiler ve
müşavere ettiler. Oğuz Kağan büyük ordugâh
sağ yanma kırk kulaç direk diktirdi; üstüne bir altın
tavuk koydu; altına bir ak koyun bağladı; sol yanma
kırk kulaç direk diktirdi. Üstüne bir gümüş
tavuk koydu; dibine bir kara koyun bağladı. Sağ
yanda Bozoklar oturdu; sol yanda Üç Oklar oturdu.
Kırk gün, kırk gece yediler, içtiler ve sevindiler.
Sonra Oğuz Kağan oğullarına yurdunu üleştirip verdi ve:

Ey oğullarım, ben çok aştım; çok vuruşmalar
gördüm; çok kargı ve çok ok attım; atla çok yü-
rüdüm; düşmanları ağlattım; dostlarımı güldürdüm.
Ben Gök Tanrıya (borcumu) ödedim.
Şimdi yurdumu size veriyorum dedi….

Oğuz Kağan Destanı: W. Bang ve G.R. Rahmetî’nin Oğuz Kağan Destanı (İstanbul 1936) adlı eserinden alınmıştır.

 

 

 

 

Liderlik

0

“Biz Çinli firmalar, okyanustaki küçük karidesleriz, ama dayanışmamız büyük bir etki yaratır. Siz Nokia ve Ericcson gibiler ise okyanuslardaki köpek balıkları gibisiniz”  

Mr. Ma-CEO, Alibaba.com. 1998, Hong Kong

“Gençlere derim ki, yanlış yapmaktan kimse kaçınamaz. Hatta yanlış yapmak günah değildir. Ama, güzel bir fikri kötülemek kadar da büyük bir günah bilmiyorum. 

Güzel fikirler, ancak uygulama alanına geçince değerlerini somut bir biçimde herkese kabul ettirebilirler. Bu nedenle, fikirleri doğmadan öldürmeye kalkanları, insanlığın en acımasız katilleri sayarım.” 

Kazım Taşkent (1895, Preveze, Yunanistan – 5 Mart 1991, İstanbul, Türkiye)

İş ve İş Dünyası. Farklılık nerede?

Liderlik, İş Dünyasının en önemli kavramıdır. Kaynakların değerlendirilerek işlerin yaratılması, yürütülmesi ve büyütülerek devam ettirilmesi İş Dünyasını meydana getirmektedir.

İş Dünyasını oluşturan kaynakların (sermaye, insan vb) katalizör unsurudur; Liderlik.

Psikoloji, Sosyoloji ve Tarih bilimleri, insan unsurunun merkezinde yer aldığı toplumların devamlılığının sağlanmasında İş, İşbirliği, İşbölümü ve İş Dünyası’nı başköşeye oturtmaktadır.

İşler ve İş Dünyasında farklılık insan unsurunun canlılık ve dinamizminin hayat bulduğu liderlik ile yaratılmaktadır.

Liderlik ve İnovasyon

Günümüz İş Dünyasının farklılık yaratıcı değişkeni olan İnovasyon kavramı birebir Liderlik ile ilintilidir. IBM tarafından yapılan bir deneysel araştırma, İnovasyonların yaratılması ve yürütülmesi için en önemli unsurun CEO’ların liderlik yaklaşımları ile konuyu sahiplenmeleri olduğunu bilimsel olarak ortaya koymuştur.

İş hayatının temelindeki rekabet olgusu, rekabet gücünün bileşenleri arasında, tabiri caizse yağ, un, şeker vb unsurları uygun oranlarda karıştırarak helvayı yapacak olan Liderliği birinci sıraya oturtmaktadır.

Farklılığı yaratan insanlardır ve Lider bu konudaki en mahir insanın sıfatıdır. 

Literatürde “Yönetim ve Liderlik” tarzındaki sınıflamanın ima ettiği şekilde, Liderlik, Yönetim fonksiyonunun en önemli bileşenidir.

Lider Firmalar ve Ülkeler

İş Dünyası Liderlik uygulamalarının neticesinde sadece firmalar değil ülkeler de kalkınarak, Dünya Liderliğini elde ederler. BM5 ülkelerinin (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) her birinin dünyada liderlik klasmanında ön sıralarda yer alan firmaları, İş dünyası liderlerinin  çalışmalarının neticeleridir.

Lider Yöneticilerimiz

İş Dünyası Liderliği, sosyolojimizin temel kalıplarından Liderlik davranışı ile örtüşmektedir. Bu sayede ülkemiz iş hayatı toplumsal yapıdan hayati bir destek almış bulunmaktadır. Ülkemiz İş dünyasında kamu ve özel sektörde Lider Yönetici örneklerine sıklıkla rastlanmaktadır. Havacılık ve Savunma Sanayilerinde Şakir Zümre, Nuri Demirağ, Nuri Killigil, Vecihi Hürkuş, Selçuk Bayraktar, “Türk Demiryolculuğu Sektörünün Babası” Behiç Erkin ilk akla gelen örneklerdir.

Değişim

Liderin en önemli fonksiyonu ise değişim konusundaki kararlılığıdır. İş hayatının damarlarında sürekli dolaşan rekabet olgusu değişimin sürekliliğini gerekli kılmaktadır.

Gerekli değişimi sağlayamayan yönetici Lider vasıflı değildir, değişim dalgalarına uyum sağlayamayan yönetici bir süre sonra değiştirilecek, mevkiini terk etmek zorunda kalacaktır.

Değişim o denli başat bir fenomendir. Hayatın döngüsü ve Yönetimin sürekliliği değişimi zorlamaktadır.

Liderin Görevi Engelleri Kaldırmaktır

Deming, “Bir liderinin hiçbir işi, başarının önündeki engelleri kaldırmak kadar önemli değildir.” der. İster bir ülkeyi ister bir şirketi yönetsin liderin esas görevi, yönettiği topluluğun önündeki engelleri kaldırmaktır. Bu engeller kaynak eksikliği gibi somut veya insanların zihniyetinden kaynaklanan soyut engeller olabilir. Liderin görevi bu engelleri fark etmek ve bunları kaldırarak başarıya giden yolu açmaktır.

Elle tutulmayan soyut engelleri kaldırmak çok daha zordur. Bunlar güçlü statükolar, motivasyon eksikliği, ego savaşları, önyargılar, güçlü çıkar ya da muhalefet grupları, ivedilik duygusunun yok olması, ataletin yerleşmesi, insanların içsel disiplinlerini kaybetmeleri, mazeret üretme alışkanlığı gibi engeller olabilir.

Toplulukların karşılaştığı engeller çoğu zaman bilgisizlikten ve korkudan kaynaklanan engellerdir. İnsanlar değişimle birlikte kaybedeceklerinden korkarlar.

Mavi Okyanus stratejisiyle ünlenen W. Chan Kim ve Renée Mauborgne şirketlerin özellikle dört farklı tür engelle karşı karşıya kaldıklarını söylerler.

1-  Zamanın gerisinde kalmak aşılması gereken bir engeldir.

2- Kaynakların sınırlı olması da başarının önündeki bir başka engeldir.

3- Başarının önündeki önemli engellerden biri de motivasyon düşüklüğüdür.

4- Gruplaşmalar, çekişmeler de başarının önünde önemli engellerdir.

İster küçük ister büyük olsun her topluluğun önüne engeller çıkar. Bunlar elle tutulan somut ya da zihniyet, moral bozukluğu, korku, endişe gibi soyut zihniyet engelleri olabilir. Liderlik demek bunları fark edip, yönettiği topluluğun önündeki bu engelleri kaldırmak demektir.

İş Dünyası

Konu başlığımızdaki Dünya kavramı İş hayatında Liderlik olgusuna  üç boyutlu bakmamızı gerekli kılmaktadır; zaman, zemin, zihin.

Liderlik kendi dünya hallerimizin, hayat tecrübelerimizin her üç boyutta büründüğü zengin birikimin bir bileşkesi olmalı, kendi insanımız, kendi topraklarımız, geniş coğrafyalarımız, tarihimizin şekillendirdiği bir manivela olarak, İş hayatımızda yeni çığırların öncüsü işlevini yerine getirmelidir.

Başkalarının ve bizler tarafından yaşanılmamış iş hayatları tecrübeleri kopyalanamaz, bizlerin yönünü gösteremez.

Başkalarının dili ile de düşünmemiz, düşünceler geliştirmemiz mümkün değildir. Dilimiz başka dillerdeki kelimelerin telaffuz ve tercüme vasıtası da değildir. O halde kendi kelime ve kavramlarımızın kullanımında yoğunlaşmalıyız.

Liderlik Dili

Lider kelimesinin dilimizde yerleşmiş olması bizlerin takipçiliğin ötesine geçemediğimizin en büyük bir ispatıdır.

Liderlik kavramının dilimizdeki karşılığı Alp’tir. Anadolu fatihi Alp Arslan, Avrupa’nın en yüksek dağ silsilesi olan Alp Dağları ilk akla gelen kullanımlardır.

Orhun kitabelerinde kağanlar; cesur ve devlet adamlığı yönlerini simgeleyen “alp” kimlik tanımlaması ile anılırken, müşavirlerinin en temel vasfı “bilge” kişilikleri olmaktadır.

İş hayatında Liderlik; Alp kimlik ve Bilge kişiliklerin bir bileşkesi olmak durumundadır. Liderlerimiz yanlarından bilgeleri hiç eksik etmemişlerdir. Liderler kendilerini hep bilgi ile sınamış ve bu sayede yepyeni ufuklara yol almışlardır.

“Ben Bilge Tonyukuk”

Hem kalemlerin, hem de kılıçların efendisi olmak gerektir.

İlk yazılı eserimiz olan Bilge Tonyukuk Yazıtı’nda (714) Bilge’nin taşa hakkettirdiği şekilde “Ben Bilge Tonyukuk” haykırışında yankılanan AlpBilge yöneticilerimiz, iş dünyasındaki liderlik pratikleri ile sadece firmalarını değil, Türkiyem’izi de dünya liderliklerine hazırlamaktadırlar.

Yazar, 1998 yılında Alibaba firmasının kurucusu Mr. Ma’ nın dilegetirdiği vizyonuna bir konferans vesilesiyle Hong Kong’da bizzat tanıklık etmiş ve bu vizyonun birkaç on yılın ardından gerçekleşmesi üzerine hayranlığımı kamuoyu ile paylaşmak istemiştim.

İstanbul, Nisan 2018

 

 

Çin Dersi

0

ÇİN DERSİ 2

Bugün Çin’in de içinde bulunduğu Pasifik havzasında Türkler, çok az sayıda ve ithalatçı kimliğiyle var. Örneğin Çin’le ticaret yapabilmenin en iyi kontak noktası olan Hong-Kong’da yüze yakın Türk bulunuyor. Şişe Cam ve Ekinciler gibi bir kaçı dışındakiler, ithalat bağlantı üssü olarak Hong Kong’dalar. Pasifik havzasının Türkiye’nin ihracatı içindeki payı yüzde 6.7 iken, ABD’nin yüzde 32 ve AB’nin dış ticaretteki payı yüzde 26’yı aşıyor.

Yumurtalarının tümünü Avrupa ve Amerika sepetine koyan Türk ihracatçısı, gelecek bin yılın yükselen yıldızı Pasifik’te, özellikle de Çin’de çok büyük fısatlar kaçırıyor. Buraya bir satıp üç alan bozuk yapıdaki dış ticaretimizin aktörlerinin derhal bir anlayış reformuna ihtiyacı var. Bunu da devlet değil, yarını gören, cesur firmalar yapabilir ancak.

Şişe Cam’ın Pasifik bölgesinin başında Levent Ağaoğlu var. Taner’e Hong Kong ziyareti öncesi iki önemli araştırma hazırladı: Pasifik Çağı ve Türkiye başlığında hem Çin pazarını hem de Asya Pasifik pazarını karşılaştırmalı ele aldı. Çok geniş bir kaynak taramasıyla desteklenmiş araştırmayı üç gündür inceliyorum. Bakan Taner’e de verilen bu raporların bence son derece dikkate alınması gerekiyor. Zira 1988’den beri ihracatçı kimliği ile Şişe Cam’ın bölgeden elde ettiği altın kıymetinde bilgiler içeriyor. Kuru ve kitabi rapordan öte, pratikten gelen gözlemlere yer verilmiş.

Ağaoğlu’nun araştırmasının özü şu; Dünyanın yeni dev pazarı bu bölgede oluşuyor. Burada bir çırpıda 1 milyar dolarlık ihracat yapabiliriz. Akdeniz’in dışına çıkamayan Osmanlı, büyük bir fırsat olan Atlantik çağını kaçırdı. Şimdi Pasifik havzası, henüz bakir ve ihracatçılarımızın akınını bekliyor.

Burada özellikle Kobi’lere büyük imkânlar var. Ortak üretimden Çin pazarında ortaklığa dek işler henüz boş. Ancak burası öylesine kolay bir pazar değil. Romanya ve Azerbaycan’a giden türdeki işadamı istemiyor. Kap kaç burada sökmüyor. Zor fakat asla ihmal edilmeyecek bir pazar zira yarının bizzat kendisi.

Her şeyden önce yöreyi, töreyi bileceksiniz Çince konuşmak şart. Çinliler çetin pazarlıkçı. İlişkilerde saygıyı her şeyin üstünde tutuyorlar. Çinli ortak, muazzam bir talep yaratmak demek. Bence üniversitelerimizin Sinoloji bölümlerine daha fazla ilgi göstermeli, özellikle büyük firmalar, Çince konuşan okuyan ve yazan eleman istihdam etmeye başlamalı.

Kobi’lerin birleşip Hong Kong’da büro açmaları şart. Zira ofis giderleri bu metropolde çok yüksek. Belki size anlamsız gelecek ama “abaküs” kullanmayı da öğrenmeye başlasanız iyi olur. Ecel ve HP el bilgisayarıyla dolaşan biri olmama rağmen, buraya ayak uydurabilmek için, İngilizce de bilgisayar da yeterli değil diyorum. Zira 2 bin yıllık Abaküsü en az 1,5 milyar insan kullanıyor, dünyanın en yaygın dilini, özellikle de Mandarinceyi en az 1 milyar insan konuşuyor. Belki de THY’nin buraya direkt uçuşa geçmesi, Pasifik’e açılmak isteyen müteşebbisimize yardımcı olacak.

Bugün Hong Kong’daki resmi temasların en önemli günü. Bir haftalık yoğun program sonunda Türkiye’yi dünya ekonomi zirvesinde ne derece anlatabildiğimizi göreceğiz. Taner ve Camdessus’un toplantısı ise, Ekim ayı IMF ziyaretinin bazik ortamını oluşturacak.

Şeref Oğuz

25 Eylül 1997, Milliyet Gazetesi

Yeni Akdeniz’de yerimizi almalıyız

0

Yeni Akdeniz’de yerimizi almalıyız, Turkish Time, Mayıs 2004

Levent Ağaoğlu bir ihracat profesyoneli.

1997 yılında, çalıştığı Şişe Cam firması onu Hong Kong’daki ofisine yönetici olarak atadı. Şişe Cam bünyesinde faaliyet gösteren Soda Sanayi’nin deri kimyasalları ürünleri başta olmak üzere Şişe Cam’ın tüm ürünlerinin o bölgeye satışını artırmak amacıyla gönderilen Ağaoğlu, beş yıl kaldığı Çin’de sadece kendi sektörü değil diğer sektörler ve pazar yapıları hakkında da ciddi bir izlenim edinmiş ve analizler yapmış.

Ağaoğlu’nun Uzakdoğu yılları tam da Türk iş adamlarının Uzakdoğu’yu keşfetme yıllarına denk geliyor. Böylelikle Türkiye için orada var olan potansiyelleri ve bunların nasıl değerlendirilemediğini yakından izlemiş bir profesyonel. Bölgeyi gören ve insanlarıyla temas etme fırsatı bulan birçok kişiye nazaran o, Çin’in tarihi ve kültürel yapısının Türk iş adamlarının ilişki kurması açısından bir dezavantaj değil avantaj olduğunu vurguluyor. Ağaoğlu’nun dikkat çektiği bir başka önemli nokta ise bölgenin dünya ticari hareketindeki payı. Akdeniz’in tarih boyunca devam eden ticari misyonunun bugün Uzakdoğu’da olduğuna işaret ediyor.

>>TURKISHTIME: Çin ve Türkiye iki ayrı dünya… Zorluk çekmediniz mi Çin pazarını incelerken?

>>LEVENT AĞAOĞLU: Çinliler ile biz çok uzak coğrafyalarda yaşasak da, uzak kültürlerin adamı değiliz aslında. Birçok kimse kültürel farklılıktan dolayı iş bağlantısı kurmanın çok zor olduğunu söylüyor. Ben böyle düşünmüyorum. Onlar ne kadar doğuluysa biz de o kadar doğuluyuz. Bin yıl önce ilişkimiz kopmuş, ama aslen kültürümüz ve insan ilişkilerimiz çok yakın. Her şeyden önce iki millet de gayet sıcak. Bugün günlük hayatta pek farkında olamasak da onlardan aldığımız birçok şey var. Onların da bizden aldığı bir o kadar tabii… Biz Çinlilerden çini, kayısı, portakal, çay, mandalina, makarna, ipek ve kağıdı, onlar da bizden deri, demir, şarap ve mantıyı almışlar mesela. Eski dünyanın milletleriyiz biz. O gözle bakıyorlar Türklere. Geleneklerimiz en az 2500 yıl gerilere dayanıyor. Her iki millet de tarihlerinde önemli bir süre dünya medeniyeti konumuna yükselmişler. Çinliler 8. yüzyıla kadar, Türkler de 15.-18. yüzyılları arası büyük medeniyetler oluşturmuşlar.

>>Ama bugün baktığımızda Çin çok çok ilerilerde dünya ticaretinde.

>>Bir zamanlar dünya ticaretinin büyük kısmının döndüğü yer Akdeniz’di. Bütün ülkeler için o ticaret alanı dahilinde bir faaliyette bulunmak çok önemliydi. Bu dönemin aktörleri Cenevizliler, Venedikliler ve tabii Osmanlılardı. Bugünün ise “Yeni Akdeniz”i Pasifik’in batı kıyılarında yaşanmakta.

>>Nedir bu bağlantıyı kurmanıza dayanak?

>>Akdeniz dünyası endüstriyel yenilikçi faaliyetlerin ve müteşebbis inisiyatiflerinin birleştiği bir potaydı. Bölge; sermaye akışının, ticaretin bir araya toplanmasının ve alt yapı bağlantılarının ürettiği kuvvetlerin kıyı bölgelerini ana karalarından ayırdığı ve bu mekanı diğer güç yönlerine doğru yeniden yapılandırdığı çok yüzlü bir alandı. Akdeniz dünyası aynı zamanda farklı medeniyet bölgeleri arasında bir bağlantıydı. Yeni Akdeniz, artık Asya’da canlanmakta. Belli başlı limanları ise dünyadaki en büyük 10 limandan ilk dördü olan Hong Kong, Singapur, Busan ve Kaohsiung ile 6.sırada yer alan Şangay. Bu limanların üçü Çin ekonomik alanında; Hong Kong, Kaohsiung ve Şangay.

>>Mesafenin uzak olmasından dolayı başka ülkeler karşısında Çin’e ihracatta avantajımız olmadığı söylenir.

>>Buna katılmıyorum. Çünkü Çin’in en büyük ticari partnerleri aslında Pasifik’in öbür yakasında, yani Amerika kıtasında ve onlar da hemen hemen bizim kadar uzaklar. Bizim Çin’le tarihten gelen bir ticari geçmişimiz var: İpekyolu. Bugün İpekyolu’nun canlandırılması için ciddi girişimler var. Her şeyden önce bu yol 1998’de havadan sağlanmış durumda. Çin’e direkt uçak seferleri var. Böylelikle iş adamları çok rahat bir ulaşım ortamı buluyor.

>>Bu çabalar sanki Çin’e mi daha çok yarıyor?

>>Bir potansiyel olarak Çin, Türkiye’nin gündemine geldiğinde yüzlerce, belki binlerce iş adamı ve girişimcimiz Çin’e gitti ihracat yapmak için. “1.3 milyarlık Çinli ayda bir şundan alsa tamamdır” türünden bir mantıkla giden arkadaşlarımız bir süre sonra ithalatçı olarak döndüler. Şimdi hükümetlerin yapması gereken bir şey var. Gerçek İpekyolu’nun alt yapısını tekrar hazırlamak. Şangay’dan Roterdam’a bir demiryolu projesi gündemde. Bunun gerçekleşmesi ticaret konusunda Türkiye’ye çok ciddi bir misyon yükleyecek. Anadolu toprakları yine tarihte olduğu gibi ticari lojistik önemine kavuşacak. İstanbul neden bir Hong Kong, Dubai, Singapur olmasın? Türkiye ayrıca yakın ülkeler stratejisi kapsamında yakın komşularıyla geliştirdiği türden ilişkileri uzak komşusu Çin ile de geliştirmeli.

>>Ama diğer taraftan da Çin Türkiye’nin sanayisini tehdit ediyor.

>>Bu bir “win-win” (kazan-kazan) tarzı ilişkiye çevrilebilir. Her iki ülkenin uluslararası vizyonlarını göz önünde bulundurursak geniş bir hinterlanda sahip olduklarını görüyoruz. Her iki ülke de ABD tarafından “Dünyanın Gelişen 10 Pazarı” arasında sayılıyor. Türkiye AB yolunda kararlı adımlarla yürüyen bir ülke ve Gümrük Birliği’nin de bir üyesi. Aynı zamanda Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin de katılmasıyla 41 ülkeyi bulan “Avrupa-Akdeniz Serbest Bölgesi”nin üyesi ve tam da ortasında. Çin için ise en önemli pazar AB. Diğer yandan Çinliler Orta Asya’ya ayrı bir önem veriyorlar, ama kültürel ve siyasi sorunlardan dolayı bu konuda pek başarılı bir girişimleri yok. Türkiye’nin ise dünyanın en hızlı gelişen pazarı Uzakdoğu’ya (ASEAN+Çin+Japonya+G.Kore) ihracatı çok düşük seviyelerde. Türkiye hızla üretimini artıran Çin için Avrupa ve Orta Asya’ya açılmada iyi bir stratejik partner olabilir. Aynı durum Türkiye için Uzakdoğu’da geçerli. Bu noktada Türkiye tarihten gelen misyonunu tekrar kazanabilir ve yine doğunun batıya zenginliğini taşıdığı bir bölge olabilir.

>>Ürettiği ucuz mallarla Türkiye’nin ticaret pastalarından aldığı küçük payları dahi çalan Çin’den değil, başka bir Çin’den bahsediyorsunuz sanki siz.

>>Çin son yıllara kadar belki sadece üretim gücüyle dünya piyasalarını etkiliyordu. Ama artık tüketim gücüyle de etkiliyor. Bugün Çin’in ithalatı da dünya piyasalarını ciddi etkilemeye başladı. Hem hızla büyüyen sanayisine hammadde yetiştirmek, hem de gelişen orta ve üst sınıfının ihtiyaçlarını karşılamak için ithalatını hızla artırıyor. Hem AB ülkelerinin hem de ABD’nin en büyük ticari partneri olmasına az kaldı. Çin’in demir-çelik ihtiyacının hızla artmasından dolayı dünya piyasalarında ve tabii dolayısıyla Türkiye’de de fiyatlar arttı.

>>Oraya gideceklere ne tavsiye edersiniz?

>>Bir kere Çin’e bu satılmaz, şu satılmaz diye düşünmesinler. Elimizde çok mantıklı örnekler var. Mesela mermer ve demir-çelik gibi yapı malzemeleri… Bir de bizim sattığımız deri kimyasalları var. Bunlar fırsatların değerlendirmesi sonucu olmuş hammadde satımları. Mermer ve demir-çelik mal yetiştiremiyor. Ancak demir-çelik ürünleri hariç tutulduğunda Türkiye ve Yunanistan’ın Hong Kong’a ihracatı ne yazık ki aynı değerde.

>>Son mamullerde ve tüketici mallarında herhalde aynı şeyi söyleyemeyiz.

>>Yabancı firmaların Çin pazarında doğrudan pazarlama ve satış işlemlerinde bulunmalarına bugün için izin verilmiyor. 1979’da başlayan ama 1990’larda kendini ciddi ciddi hissettiren değişim ve büyümenin çok uzağında kaldı Türkiye. Bu süreci takip edememesi Türkiye’nin çok büyük dezavantajı oldu. Bugün Çin’i bir pazar olarak görüyorsanız, mutlaka insanlarından tüketim kültürüne kadar incelemelisiniz. Bu şekilde mesela Fındık Tanıtım Grubu başarılı olmuştur. Son zamanlarda haberlerini de alıyoruz.

>>Bir avantajımız var mı pazar konusunda?

>>Pazar konusundaki belki de en büyük avantajımız birçok ülkede Türk malları hakkında haksız yere oluşmuş kötü imajın burada olmaması. Türk malı hakkında eksik bilgiye sahip olan Çin pazarı, iyi bir tanıtım ile büyük başarıların kaynağı olabilir.

>>Başka potansiyeller var mıdır ticaret dışında?

>>Bunların yanında kaçırmamamız gereken bir diğer önemli fırsat da turizm. Önümüzdeki dönemde dünyanın en fazla turist gönderen ülkesi olacak olan Çin; Mayıs 2002’den beri resmi turist destinasyonlarına Türkiye’yi de ekledi. 2008 Pekin Olimpiyatları için yapılan alt yapı yatırımları da müteahhitlik sektörümüz için önemli bir fırsattı, ama maalesef onun da iyi değerlendirilemediğini görüyoruz. Ama tabii Çin’le bu kadar ilgileniyorsanız doğal olarak olabildiğince iyi bir bilgi akışı sağlamalısınız. Bunun da kaynağı tabii ki batının araçları değil, kendi kaynaklarımız olabilir. Türkiye’de herkes, dünya trendlerinin önemli bir aktörü olan Çin’i, Çin’de olup bitenleri yakından gözlemlemeli. ?

Yeni Akdeniz’de yerimizi almalıyız
Özgür Sağmal F>Yavuz Meyveci
Turkish Time, Mayıs 2004

Etkinlik Duyurusu

0

Levend’nâme

0

Liderlik, Bilgelik ve Dış Dünya sacayağında kendimi ve zihnimin temel kodlarını ana başlıklar halinde tek sayfada öz bir kesit halinde vermeye çalıştığımda aşağıdaki çizelge çıktı ortaya.

                               L İ D E R L İ K:  STRATEJİ. ZAMAN

 

  • Müellif/Yazar
  • Dil; Dünyanın en gezgin ve zengin dili
  • “Güneş Bayrak, Gök Çadır” Oğuz Kağan
  • “Ben Bilge Tonyukuk” Bilge Tonyukuk
  • “Muzaffer Daima!” Fatih Mehmet
  • “Hürriyet ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir” Kemal Atatürk
  • “Dil’de, Fikir’de; İş’te Birlik “ İsmail Gaspıralı
  • Hem Kosova Hem de Fatih’ten Hemşehrim Mehmet Akif
  • Al Sancağımın, Tüten En Son Ocağımın Şairi

 

                                  B İ L G E L İ K:  SIR.  ZİHİN

 

  • Mütefekkir/Düşünür
  • Düşünce Gücü,  Düşünce, Tefekkür, Düşünürler
  • Düşünce Kodlarımız. Fikir Hazinelerimiz
  • Kaynaklara yöneliş
  • Farklı bakış açıları, Etkileşim
  • Anlamaya çalışmak
  • Ezberler olmaması
  • Yok: Kesin yargılar, önyargı ve kalıplar
  • Soru’nun Gücü: Her bir görüş bir sorudur
  • “Le Vent Nous Portera / Rüzgâr Bizi Götürecek”

  

                                 D I Ş  D Ü N Y A:  SAHA. ZEMİN

 

  • Müteşebbis/Girişimci
  • Dış Dünya
  • Gez. Göz. Arpacık
  • Türk Evi, Türkistan, Türkiye
  • İhracat Vizyonu
  • Büyük Asya, Afrasya, Avrasya
  • Yapmak, Yazmak, Yayınlamak

                                                                 21.12.2020