Ana Sayfa Blog Sayfa 71

Mevlana

0

Tonyukuk’dan başlayarak düşünürlerimiz ağırlıklı olarak nehir kenarlarındaki yerleşimlerden çıkmışlardır. Önemli yerleşimler de hep nehir kenarlarındadır. Nehrin bir kıyısında Belh kenti (Mevlana), diğer kıyısında Tirmiz kenti (Ebu Hanife). Ve daha nice kadim şehirler.

Horasan=Anadolu=Güneşin Doğduğu Ülke. Ceyhun nehrinin bir yanı Tirmiz, diğer yanı Belh. Gazne de nehir kenarında. Seyhun kenarı Tirmiz: Ebu Hanife. Sarı Nehir kenarı: Tonyukuk. Her iki düşünür üzerinde bulundukları bölgelerdeki yoğun Budizmin etkisi de gözlenmektedir. Farklılıkların olduğu ortamlar düşünsel açıdan zenginleşmeyi getirmektedir.

Sıfır taşımızda yeralan Tonyukuk bilgeliği/düşüncesi, Özbekistan kökenli İmamı Azam Ebu Hanife ve İmam Maturidi tarafından devam ettirilmiştir. Güneyimizden Mısır’dan gelen kaynaklar yerine Doğumuzdaki ihmal edilen Orhon-Türkistan düşünce kaynağına yönelmeliyiz. Doğudaki bu ana kaynaklarda temel kavramlarımız, düşünce kodlarımız yeralmaktadır. Maalesef doğumuzdaki bu ana düşünce kaynakları ihmal edilmiştir. Türk Düşüncesi yeniden canlandırılmalıdır.

Türkiye’nin fikri kaynağı; Türkistandır, Tonyukuk-Ebu Hanife- Maturidi-Yesevi- Mevlevi çizgisidir. Hepsi de Türkistan doğumlu bu kuruculardan en sonuncusu Mevlana da noktayı Anadolu’da Rum diyarında koymuş; ardıllarından yine Horasanlı Hacı Bektaş-ı Veli de bu sefer Avrupa’da bir Rumeli fikriyatı yaratmıştır. Kültür devriminin kaynak düşünürleri Türkistan’dadır. Ebu Hanife ile Tonyukuk 7 ve 8.yüzyılların çağdaşlarıdır. Ne kadar Hanefi isek o kadar da Tonyukuki’yiz. İslamiyetin en yaygın amel (fıkıh) tarzı nasıl Hanefilik, itikatta Maturidilik ise; Türk sosyolojisi ve kültürünün temeli Tonyukukilikdir. Çağdaşı ve Soydaşı Ebu Hanife İslam dininin en büyük mezhebinin lideri olmuştu hakkında nice kitaplar yayınlanıp yazdığı kitaplar yorumlanmıştı ama ilk düşünürümüz Tonyukuk mahzun ve yalnız bırakılmıştı.

Mevlana’nın doğum yeri: Belh. Ebu Hanife’nin doğum yeri: Tirmiz. Her iki şehir de Kadim Baktria (Afganistan ve civarı) bölgesindeler. Kaynak: Elmar Holenstein: Felsefe Atlası

Harita: Büyük Horasan Coğrafyası

Mevlana; Afganistan’dan

Yunus; Anadolu’dan

Arabi; Endülüs’den

Ebu Hanife;Özbekistan’dan

GELDİLER

TÜRKİYE’yi aydınlattılar

Mevlana’nın doğum yeri olan BELH, Afganistan ve Ebu Hanife’nin doğum yeri olan TİRMİZ, Özbekistan arasındaki mesafe çok yakın.

Mevlevihaneler Coğrafyası (Kaynak: Der-i Saadet)

Harita: İstanbul Mevlevihaneleri (Kaynak: Der-i Saadet)

Yusuf Has Hacip

0

Haziran 2015’den bu yana benim şahsi tefekkür gündemim düşünürlerimizle ilgili. Bu düşünürlerimizin de başlangıç noktası Oğuz Kağan diyelim. Milattan önce 200’den bu yana. Bu çizgide biz şu an misal konuyu siyaset gündemine getirdiğimizde, biz onarlı yılları, Türkçede pek on yıl kavramı yoktur. Batılılarda var, İngilizcede dec at derler, on yıl böyle hesaplarlar. Biz yıllar bazına baktığımızda binerli yılları değerlendirmek istiyoruz.

Kutadgu Bilig Yusuf Has Hacib 1017 yılında doğdu. 2017’de bininci yılını bitirdi. Ondan önce bin yıl var, baktığımız zaman o bin yıla, o çizgiyi ben size aktarmaya çalışacağım, kendi bildiğimce, kendi bakış açımdan. Zaman, zemin, zihin çizgisinde. Ben dün gece Kahire’deydim. Gece saat 3 buçukta uçağa bindim. Bu 5. gidişim. Kahire’de de Kutadgu Bilig var. O zemin çizgisi devam ediyor. Ona da değineceğim. 1017’den geriye doğru bin yıl gittiğimizde Oğuz Kağan’ı görüyoruz. Oğuz Kağan’da neyi görüyoruz, orada bir bilgeden bahsediliyor. Daha sonra ileriye gittiğimizde 646 yılında Bilge Tonyukuk doğuyor. 724 yılında ölüyor ve Bilge Tonyukuk benim özellikle üzerinde çalıştığım düşünür ki ilk yazan düşünürümüzdür. Yazıya ilk kez geçen, taşa hak etmiştir. Haketmek tabiri kullanılır. Taşa yazdırtmıştır.

56 satırlık taşta muhteşem düşünceler var. Muhteşem bir dil var. Şimdi buna baktığımızda bu dil nasıl gelişmiş, nereden gelmiş, çok çok şaşırtıcı kullandığı dil. O zaman bu şunu gösteriyor. İşte Kutadgu Bilig’de o zaten benim anladığım kadarıyla, kutsal bilgi kut getiren bilgi, mutluluk değil, kut. Şimdi biz bakıyoruz, Bilge Tonyukuk, Kutadgu Bilig, bir de Ayasofya var. Ayasofya’nın anlamını ben sonradan keşfettim. Kutadgu Bilig’le aynı şey. Aya aziz, kutsal, sofyada bilgelik, bilge.

Şimdi bu nasıl oluyor? Bir mimari eser 550’de yapılıyor İstanbul’da. Bunu yaptırtan Justinyanus, Türkçe anlamı kanuni demek, Süleymaniye’yi yapan Sultan Süleyman’ın da sıfatı kanuni. Ne mene bir iştir bu. İşte buradan benim şahsen çıkardığım bu Ayasofya, Kutadgu Bilig aynı anlamlara gelmesi, Justinyanus, Kanuni, şahsen çıkardığım bilgelik doğuda. Kutadgu Bilig’den çıkan esas mesaj: bu üzücü bir mesaj, çok üzücü bir mesaj bu. Çünkü biz kendi kutadgu metinlerimizle bağımız kopmuş. Burada verilen mesaj, yabancılaşma, biz yabancılaşmışız. Şunları ben neden yanımda getirdim. Bana iki gün evvel söylendiğinde konunun üzerinde düşünmeye başladım. Bizim Kutadgu Bilig’imiz 1000 sayfayı aşkın bir eser. Karahanlılar devrinde, Karahanlıların Yusuf yazmaya başladı. Yazdıktan sonra has hacip oldu. Karahanlı hükümdarı için yazdı. Bunu da Şahname’yi Firdevsi Gazneli hükümdarı kendisinden istedi. 40 bin altın verdi, Firdevsi Şahname’yi yazdırdı. Ama Gazneliler’in istediği Gazneliler ve Karahanlılar aynı, Gaznelilerin istediği Türkleri övücü bir eser ortaya koymasıydı. Fakat o Türkleri övmeyen, üzen birtakım ifadelerde bulundu sonra altın gümüşe çevrildi falan. Neticede ne oldu, Şahname’yi İranlılar ezbere biliyor, ezbere. Gidiyorsunuz, kahvelerinde dize dize okuyorlar. Biz Kutadgu Bilig’i ne kadar biliyoruz, ben ne kadar biliyorum şahsen kendime dönüp bakayım.

Burada benim Kutadgu Bilig’le ilgili aldığım mesaj nedir kut hakimiyettir, sizi dünyaya hakim yapar. Bu Türklerin yakaladığı çok çok önemli bir bilgi,  Bilge Tonyukuk da bilgelikle başlıyor. Çok çok önemli bir nokta, fakat dönüp biz 1017’den 2017’e geldiğimizde bakıyoruz ki hiçbir dizeyi hatırlamıyor, bilmiyoruz. Burada ben şahsen altını çizerek bu yabancılaşma konusunun üzerinde durmak istiyorum, biz yabancıyız. Kendi metinlerimize, kendi değerlerimize yabancıyız. Zemin olarak baktığımda da bu yabancılaşmayı şöyle göreceğiz.

Üç tane yerde bunun yazması var. Bilge Tonyukuk’un ki yazıttı, yazıttan önce destanlar var, Oğuz Kağan destanı, yazıttan sonra yazma Kutadg Bilig yazması geldi. Bu yazmalar nerede? Herat Afganistan; şu an Amerika işgali altında, Kahire, Mısır, onu da oradaki bir Alman buluyor. Ne durumda olduğunu gayet iyi biliyoruz. Ben dün gece oradaydım. Demokrasi-si diyorum, orada demokrasinin hiçbir şeyi yok. Ve üçüncü nokta İstanbul. İstanbul’un da iki sene evvel neler yaşadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Şimdi o zaman bu Herat dediğimiz Afganistan’dan başlayıp, Kahire’den devam eden çizginin şu an neler yaşadığını, işte demek ki bu üç zeminde birer yabancılaşma yaşanıyor.

Yusuf Has Hacip, 1017 – 1077

İlk Anayasamız’ın Müellif Mütefekkiridir. 

Misyon: Kutadgu Bilig (Bilginin Kutsallığı)
Vizyon: Türk Devlet Felsefesi

Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür;
Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.

İnsan sözünü diliyle söyler;

sözü iyi olursa yüzü parlar

Ayasofya = Kutadgu Bilig: KUTSAL BİLGİ

Kutsal Bilgi Hattı

500 Yıllık Bilgelik Hattı

  • 537     Ayasofya, İstanbul
  • 716     Bilge Tonyukuk Yazıtı, Orhun Vadisi
  • 1070   Kutadgu Bilig, Kaşgar

Kutsal Bilgi Üçlüsü; Türklüğün Sıfır Taşlarıdır.

500 yılda inşa edilen KUTSAL BİLGİ HATTI; Batı’nın FİLOSOFYA’sını yıkmıştır.

Bu hat İstanbul’dan, Semerkant/Kaşgar üzerinden en doğudaki Orhun Vadisi’ne uzanır.

8000 km.lik TÜRK SEDDİ…

1000 Yıllık Serüven:

  • FiloSofya;  MÖ 570
  • Ayasofya;  MS 537

Doğu’nun 1000 Yıllık Pırıltısı:

  • Justinyanus (482-565)
  • Kanuni (1494-1566)
  • Roma hukuku Justinyanus tarafından İstanbul’da kuruldu.

DOĞU BİLGELİĞİ

  • Ayasofya ile Kutadgu Bilig’in anlamları aynı; Kutsal Bilgi
  • Justinyanus ile Kanuni’nin de anlamları aynı; Kanun Yapan

İstanbul hem Roma (Justinianus)  hem de Osmanlı (Kanuni) zamanında Adalet’i temsil etmiştir; Justinianus’un sözlük anlamı ve Sultan Süleyman’ın lakabı aynıdır: KANUNİ.

İmparator Justinianus Kanuni demektir ve Sultan Süleyman da Kanuni olarak anılır; Adaletin Dünya Başkenti İstanbul’lu Hemşehrilerimiz.

Bunu dünyaya nasıl anlatalım, hangi kurum bu yalın gerçeğin sözcülüğünü yapsın.
Ayasofya’yı ve Süleymaniye’yi Kanuni’ler, adaletli olanlar inşa etmişti.

Kanuni’ler hep İstanbul’dan;

– Justinianus; anlamı Kanuni

– Sultan Süleyman; lakabı Kanuni.

Roma Hukuku’nun yazıldığı yer Justinianus dönemi İstanbul’udur. Geçmişten geleceğe emin adımlarla ilerleyelim.

Ayasofya (İstanbul) ve Kutadgu Bilig (Horasan)’ın anlamları aynıdır; 
KUTSAL BİLGİ.

Büyük İskender’in MÖ 334 yılında Asya Seferi ile yöneldiği hat çok kültürlü bir hattır; İskender de o hattan Hindistana kadar gitmişti..

O hatta meridyen 0 (Ayasofya, İstanbul) ve sıfır (Harezmi, Horasan) vardır.

Ayasofya ile, tarihimizin ilk yazılı eserlerinde Kutadgu Bilig’in aynı anlamı taşıyor olmasındaki kültürün evrenselliği olgusu

İda’da Bilgi, İda’da Sevgi

Bilgi ile Sevgi, Sevgi ile Bilgi

Ayasofya, kutsal Bilgelik

kutsal Bilgi, Kutadgu Bilig

Yusuf Has Hacib

 

Lao Tzu

0

Tonyukuk ile Lao Tzu aynı felsefe okuludur. İç Asya felsefesi. Her ikisi de Konfüçyus’a karşıdırlar. Konfüçyus, Çin aydınlanmasıdır, akılcıdır. Lao Tzu, İç Asya tasavvufudur; batıya giderek düşünsel köküne dönmüş.

Tonyukuk ve Ordos bağlantısı beni çok heyecanlandırıyor, bölgedeki Henan eyaletine yıllar önceki seyahatimde semt pazarından geçmiştim; kendimi Türkiye’de sanmıştım. Henan eyaletinde Tonyukuk dolaşmıştır demek Mete Han da dolaşmıştı.

Henan eyaletinde gezindim, kasaba pazarından arabayla geçtik, burası sanki Türkiye demiştim.

İpek Yolunun kuzey koridoruna Kürk Yolu-Türk Koridoru diyelim. Çin’in Henan eyaletinin Zhengzhou şehrinden başlar Xian, Lanzhou, Urumqi, Almaty üzerinden Kazan’a ulaşır. 1999 yılında Zhengzhou’da bulundum. Yolculuk esnasında pazarın içinden geçtik; sanki Anadolu’daydık…

Çin: Sarı Nehirin dirsek yaptığı Ordos düzlüğü ve Hinterlandındaki Eyaletler

  • Ningxia
  • Shanxi
  • Shaanxi
  • Henan
  • Hebei
  • Inner Mongolia

Tao Te Ching, Türkiye’de ilk kez 1946’da, Ankara Üniversitesi’nin ünlü Alman sinolog hocası Wolfram Eberhard‘ın asistanı Muhaddere Özerdim tarafından Türkçeye çevrilerek Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Taoizm adıyla yayımlandı. Özerdim, tek bir kaynaktan Türkçeye çevirmek yerine, birçok eserden derleyerek hazırladı kitabı. Hocası Eberhard da bu çeviriye bir önsöz yazarak eşlik etti.  (Doğan Kuban)

-Şimdi evlâdım, Semantik diye kelimelerin zaman içinde uğradığı anlam kaymalarını tesbit eden bir bilim dalı var. Semantiği bilmeden özellikle mânevîyat alanındaki eserleri çok nâfiz bir bakış açısıyla incelemek mümkün değil. Benim Prof. Toshihiko Izutsu’dan tercüme etmiş olduğum iki eser var. Bir tânesi “İbn Arabî’nin Fusûsu’ndaki Anahtar-Kavramlar” ikincisi de “Tao-culuk’daki Anahtar-Kavramlar”. Bu her iki eserde de Prof. Toshihiko Izutsu, Semantik açısından birinde Fusûs’daki anahtar-kavramların neye delâlet ettiklerini, ikincisinde de Lao Tzu’nun “Tao Tö Çing” isimli kitabı ile Çuang Tzu’nun da  “Kitap” başlıklı kitabındaki anahtar-kavramların neye delâlet ettiklerinin analizini yaparak bu kavramlara giydirilmiş olan medlûlleri ortaya çıkarmış ve İbn Arabî’nin Tasavvufu ile Lao Tzu ve Çuang Tzu’nun Tao-culuğu arasında Âlem telâkkisi açısından  büyük bir benzerlik olduğunu tesbit etmiştir. Ben de şimdi yazmakta olduğum “Toma’ya Göre İncîl ya da Hz İsâ’nın 114 Hadîsi” başlıklı eserimde bu incîldeki bazı kelimelerin semantik çözümlemesini yaptıktan sonra söz konusu incîlin yorumuna geçmekteyim. (Ahmet Yüksel Özemre)

Bugün Doğu’da da bir yükseliş var. Özellikle Çin, Hindistan ve İran’daki yükseliş kayda değer. Japonya ve Güney Kore gibi örnekleri Batı’nın kendisini komunist Çin ve demirperde ülkelerine karşı savunma konseptine bağlasak bile, Çin, Hindistan ve İran’daki hamleleri dikkatle incelememiz gerekir. Çin’deki yükselişi dünya medyası “Ejder’in yükselişi” diye nitelendiriyor. Gerçekten de ejder motifi günümüzün Çin edebiyatı, sanatları, sineması ve animasyon dünyasında bir ana motif olarak işleniyor. Ejder motifi bildiğimiz kadarıyla ilk olarak M.Ö. 6.yy. da Konfiçyüs tarafından kullanılmıştır. Konfiçyüs’ün Lao Tzu’yu anlatırken ondaki kemali, ilmi ve metafizik iktidarı tanımlamak maksadıyla seçtiği bir teşbih unsuru olarak görülüyor. Yani ejder Taocu ve Konfiçyüscü Çin geleneğinde ideal insanın sembolüdür. Bilhassa komunist ideolojinin terkedilmesinden sonra Çin devleti, kendi kültürünü güncellemek kararını vermiş, böylece halkın değerleriyle de barışıp kalkınmasını bu fikir zeminine oturtmuştur.

Burada büyük Türkolog merhum Bahaeddin Ögel’in bir hükmünü önemle hatırlatalım. “Türkler’de şamanlara itibar eden cahil bir kitle varsa da ayrıca bir devlet dini söz konusudur”(ÖGEL:1991, C.9, Mehter Bölümü) diyor. Biz biliyoruz ki, Türk toplumu sosyal örgütlenmesi yönüyle boy sistemi dışında bir hayat tarzını mümkün kılmaz. Bu örgütlenme Töre mucibincedir. Bahaddin Ögel’in “devlet dini” dediği şey de Töre’dir. Diyelim ki, biraz önce değindiğimiz her sisteme uyum yeteneği taşımaları bakımından şaman unsurunun varlığına râzı olsak bile, onu ana sistem olan Töre’ye rağmen kültüre sızmış asalak bir unsur şeklinde değerlendirmemiz gerekir.

Neden?

Bu “neden?” sorusunun değindiklerimiz yanında çok ciddiye alınması gereken başka cevapları da var.

Kadim Çin hakîmi Konfiçyüs’ün: “Nasıl gökte bir tek güneş varsa, yeryüzünde de bir tek hakan olmalıdır” cümlesi, tanınmış Sinolog Eberhard’a göre üstadın Türk olan annesi vasıtasıyla öğrendiği (EBERHARD, 1947) (ve yine Türk olduğu iddia edilen Çu hanedanı (BAYKUZU, 2004;) döneminde, M.Ö VI. yüzyılda ifade edilmişti. Hatta yine önemle belirtelim ki, Toshıhıko Isutzu, aynı çağda yaşayan Lao-tzu’nun varlığı birleyen Taocu inanışı anlattığı Tao-Te-King adlı eserinde bu kuzeyli hanedana ait görüşlerin aktarıldığını belitmektedir (İSUTZU, 2001, Giriş). M.Ö. VI. yüzyılın bu iki çağdaş filozofu daha o zaman kuvvetli bir inanç teorisi üzerinde mutabıktırlar. Hatta Konfiçyüs’ün Büyük Bilgi adlı eserinde bugün Çin’in millî sembolü olan ejderi, Lao-Tzu’ya atfen, “bilge kişi” sembolü olarak kullandığını görüyoruz. Buradaki ejder, varlığın manevi zatı da demekti. (KONFİÇYÜS,1945).

Malumdur ki ejder, Büyük Hun Hakanlığı’nın bayrağı idi!

Isutzu ve Eberhard gibi, biri uzakdoğulu bir Japon, diğeri Avrupalı bir Alman olan iki ciddî tarafsız ve güvenilir uzmanın bu hükümleri bizi birkaç noktada çıkarım yapmaya sevketmelidir. Bunlar:

  1. Kuzey kavimlerinde -ki burada kastedilenler Hun Türkleridir- çok ciddî ve geleneği olan bir devlet kurumu vardır.
  2. Bu devlet, daha sonraki dönemlerde sayısız alametini tanıdığımız bir cihan devletidir.
  3. Bu devlet hikmet temelli bir fikir ve inanç zemini üzerinde yapılanmaktadır.
  4. Teşkil edilen yapı, komşu toplumlar üzerinde model etkisi yaratmaktadır.
  5. Bu fikir ve inanç sistemi, Konfiçyüs ve Lao-Tzu’nun eserlerindeki temalar üzerinden bakarsak, yaşayan bir Tanrı (“Öd Tengri yaşar” Kül Tigin Kitabesi, Kuzey cephesi, satır 10) bilmekte ve O’nun isteğine uygun bir devlet şekillendirme amacı taşımaktadır.
  6. Tanrı-varlık-insan ilişkileri hakkındaki kanaat belirgindir: Türkler’in varlık algısı Tanrısal kaynaklıdır. Kaynağı itibariyle kutsaldır. Varlığın kutsallığı ise hizmet temelli bir ibadet ve yaşama felsefesine yol açmıştır. (BAŞER,1991;1995)

Kaynak: Sait Başer web sitesi

Soru’nun Gücü

0

Dil

0

Tonyukuk’un mesajı kaybettiğimiz iki temel değer üzerinden bize ulaşmaktadır: Dil ve Din. Dil’in Gücü, aynı zamanda büyük bir Türk Düşünürü olan Nermi Uygur’un kitabının adıdır “Dil’in Gücü”. Tonyukuk’un yazıtındaki edebi anlatımları, atasözleri, şiirli dili, benzetmeleri bizleri hayrete düşürmektedir.  Anlaşılan Tonyukuk kadim bir dili ustalıkla işlemektedir. Kullanılan dilin, çok eski tarihten buyana varolduğu anlaşılmaktadır. Wilhelm Thomsen, Danimarkalı Filolog, atalarının dilini bulmak hevesiyle Yazıtı çözümlemeye başlamış fakat sonradan bunun başka bir dil olduğunu anlayarak hayretler içinde kalmıştır; O dil, Türkçe’dir.

Sorun esaret idi ve bu esaretten Tonyukuk düşüncesi ile çıkılmış, istiklal elde edilmiştir. Sorun; fikir ile çözülmüştür. Sorunun nasıl çözüldüğü konusu ise ilk kez Tonyukuk tarafından yazıya geçirilmiştir. O halde; Fikir ve Dil, en değerli hazineler olarak Tonyukuk tarafından bizlere bırakılmıştır.

Sorunun çözümü yolunda Dokuz Oğuzların ve Göktürklerin izledikleri farklı yollar da Türk Düşüncesinde iki farklı ana akımın başlangıcını teşkil etmiştir; zaman boyutunda ise Dokuz Oğuzlar (Uygurlar) Çin esaretinde kalmışlar, Göktürk’lerin çizgisini temsilen Türkiye Cumhuriyeti ise bağımsız bir devlet olarak bambaşka bir coğrafyada varlığını sürdürmektedir.

Tonyukuk unutturulmuştur çünkü fütühat, fetih fikri ile yabancılaşmaya karşı gelmiştir. Türkler bu sefer de Avrupa tarafından temel karakteristiklerini terketmeye zorlanmışlar ve beş denizin, üç kıtanın kesişme noktasındaki dünyanın en stratejik coğrafyasında yer almalarına rağmen; her yönden çerçevelenmiş, Edirne-Ardahan arasındaki karasal Anadolu coğrafyasına baskılanmışlardır.

Çin Seddi ve Avrupa Birliği, entrikaları ile aynı sınırların geçilmemesini zorlamışlardır.

Dil; Tonyukuk Türkçesi’dir, arıdır ve bilgelik dilidir. Düşünce ve felsefe geliştirmenin mayasıdır, çoğaltan etkisi yapan. Dil; düşünce üretimini kolaylaştırmasına yönelik durulaşma duyarlılığı için de güçlü bir çağrıdır.

Tonyukuk; yazı, düşünce ve felsefemizin başlangıcıdır. İsmail Gaspıralı’nın “Dil’de, Fikir’de, İş’te Birlik” ilkesinin kökleri Tonyukuk’un düşünce ve felsefesinde kendini göstermektedir. İşte bu Birlik düşüncesinin nasıl uygulandığını bulmaya çalışmalıyız. Tonyukuk’un Çinlileşmeyelim yaklaşımı, Birlik temellidir. Bu fikrin köklerinde Kutluk Kağan ile birlikte girişilen İstiklal Mücadelesi vardır ve dil birliğinde billurlaşan ideal günümüzde de canlıdır. “Dil ve Fikir Birliği” ise Türkiye ve Türkistan arasındaki iş birliktelikleri ile 41.Paralel özelindeki temel ekonomik kalkınma ve işbirliği aksıdır.

Dil, Yazı, Düşünce: Kaynaklar

  • Dil ve Düşünce ilişkisi konusunda; Dr. Şaban Teoman Duralı Dil, Tarih, Coğrafya ve Ufuk, Youtube)
  • Dil, Yazı ile kaimdir: Teoman Duralı (Youtube)

Mesajlar (Dil):

  • Aksiyon, Vizyon vb. yabancı sözcükleri kullanmamak.
  • Dil yoluyla düşünceyi kolaylaştırmak, zenginleştirmek
  • Dil ile kavram yaratmak
  • Dil’imizi keşfettik

İlk kez Tonyukuk Yazıtında tanıştığımız Türk kimliği, KökTürkler (GökTürkler) devletini yaratmış (8.yy), 11.yyda ise Bugünkü Mısır’da Tolunoğulları ve ardından Memluklar tarafından kurulan devletin de adı olmuştur Türkiye. Anadolu Coğrafyası ise İtalyan tüccarlardan başlayarak 12.yy’dan itibaren Türkiye olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Göktürklerin seferlerinden itibaren de Maveraünnehir bölgesi Türkleşerek Türkistan olarak anılmaya başlanmıştır. Batılıların Osmanlı’ya verdikleri isim de Türk İmparatorluğu idi. Özellikle Rumeli Coğrafyası Batılılar tarafından Türkiye olarak anılırdı. 20.yüzyıl ise iki Türk Cumhuriyeti’ne; Batı Trakya Türk Cumhuriyeti (BTTC, 1913) ve Türkiye Cumhuriyeti’ne (1923) tanıklık etmişti.

Tonyukuk’dan başlayarak 1300 yıldır Türk’den anlamamız gereken, Yazıtında ifade edilen değerlerdir; bir bilgelik ve fikirin adıdır Türk. Sözkonusu değerler yukarıda kronolojik olarak sıraladığımız biçimde Uzak Asya’dan başlayarak, Afrika, Avrupa başta olmak üzere tüm kıtalara yayılmış, Türk dilinin dünyada en çok konuşulan ilk beş dil arasında yerini almasının yolunu açmıştır.

Tonyukuk, savaşçı ve kahraman ve bir komutan idi ve tarihe ise Bilge sıfatı ile geçmiştir. Demir Kapı seferi ile 8.yüzyılda başlattığı Bilgelik misyonu 1000’li yıllarda Kutadgu Bilig ile Türkistan’da hayat bulmuş ve Rumeli’ye ilk geçen Türklerden olan Sarı Saltuk ile Avrupa’ya da sıçramıştır. O halde Tonyukuk’un ilk kez kayda geçirdiği Türklük ile hayata geçen fikir birlikteliği ve yaşamı ile ortaya koyduğu Bilgelik; geçmişten gelen ve bizleri yarınlara da taşıyacak olan evrensel değerlerimizdir. 1.Göktürk Devletini yıkan Çinliler, Türkleri, Tutukluk (ing. protectorate) (çince duhu fu) olarak adlandırılan bölgelerde kontrol altında tutmaktaydılar. Yunzhong Tutukluğunda müfettiş olarak görevli olan Tonyukuk, isyan ve istiklal hareketine kaçarak katılınca, Tutukluk dönemi sonlanmış ve Türkiye’ye kadar uzayan Avrupa ile Asya yolları Türklere açılmıştır.

Tutukluk dönemini bitiren nedir? şeklinde sorulduğunda bunun cevabı fikir olarak gözükmektedir. Kutluk Kağan ve Tonyukuk’un tutkulu bir fikri (İstiklal), tutukluğu ve Tutukluk bölgelerinde tutsak edilen Türklük dönemini sonlandırmış; Türklerde fikri ideallerin ve tefekkürün önemini ortaya koymuştur.  Sözkonusu Tefekkür ilerleyen yüzyıllarda İslamiyet dairesine girildikten sonra; Tasavvur, Teşebbüs ve Tasavvuf şekillerindeki Bilgeliği daha da derinleştirmiştir. 1922’lerdeki Milli Kurtuluş Mücadelesinde de tutsaklığa isyan ederek, Göktürk Devletinin İstiklal misyonunu devam ettirmiştir. Türk Aklının ve Asya Düşüncesinin canlandırılması noktasında Bilge Tonyukuk Yazıtı, bir başlangıç noktasıdır ve ivme gücünü haizdir.

Bilge Tonyukuk, yazıtı ile bir vasiyeti miras bırakmıştır; bilgelik ve yazı. Bilgelik bir güçtür. Bilge Güç, Tonyukuk’un Çin gibi çok daha üstün bir gücü dize getirmesinin altında yatan düşüncenin gücüdür. Diğer bir güç unsuru ise yazıdır. Tonyukuk Yazıtı, bizim ilk yazılı belgemizdir. Anlamını kuvvetlendirmek için taşa nakşedilmiştir, anıtsallaştırılmıştır. Tonyukuk, düşüncelerini eyleme geçiren bir düşünürdür; hem düşünce, hem de eylem adamıdır. Yazıtında sürekli fiil kullanmaktadır. Bilgeliğin, münzevi bir yaşam sürmek olmadığını eylemleri ile göstermiştir. Bilgelik, eylemliliği de gerekli kılmaktadır. Bu eylem örgüsünün bir parçası da yazıdır, yazarak düşüncelerini aktarmaktır. Bilge kişi aynı zamanda yazardır. Bilgilerini yazarak başkalarına aktarmaktadır.

Bilge Tonyukuk, düşünce tarihimizin sıfır noktasıdır, yazıtı ise sıfır taşımızdır. En zor olan da sıfırı bir yapmaktır. Bir yapmanın yöntemi ise Bilgeliktir, Bilge Güç olmaktır. Tonyukuk’tan 56 yıl sonra doğan Harezmi ise sıfır sayısını ilk kez matematik işlemlere uygulayarak bu zor yolu aşmış ve insanlığa büyük bir hizmet yolunu açmıştır. Tonyukuk, bilgisini uygulamıştır, bildiklerini aynı zamanda yapmıştır; tüm bunları da sonunda yazarak taçlandırmıştır. “Bilen yapmaz, yapan da yazmaz” tarzındaki kısır döngüyü, ön yargıyı kırmıştır.

Sözkonusu birliktelik, Bilge’nin vasiyeti, bizlerin ise mirasımızdır. Bu mirasın üzerine, yüzyıllar boyu yapılan eklemelerle, Büyük Asya Düşünce Geleneğimiz, bir halı gibi, tüm renkleri ve desenleri ile inceden inceye sabırla, maharetle dokunmuştur. Miras sahipleri olarak bizlerin görevi, Tonyukuk’tan başlayarak bu büyük düşünce geleneğinin kavramlarını tek tek tespit ederek sözlüğünü meydana getirmektir. Düşünce kavramlarımızın açıklıkla ortaya konması, Türk Aklı’nın sistematik işleyişi için bir rehber vazifesi görecek, Avrupalılaşma’nın getirdiği kompleksler ve yabancılaşmanın aşılmasını sağlayacaktır.

Yazıttan İstanbul’a olan mesafe 8000 km’dir. Uzayan mesafe ve yollar ne yazık ki beraberinde yabancılaşmayı da getirmiştir. Neticede, kurucu değer olan Töre terkedilmiş ve yerine Tanzimat getirilmiştir. Tanzim edilen akabinde taksim de edilmiştir. Tonyukuk yazıtı yazılı ilk kadim bilgimizdir. A’dan Z’ye tüm Bilimler kapsamında, bilimlerin sunduğu en yeni imkanlar ve açılımlar çerçevesinde sözkonusu kadim bilgi Tonyukuk’un yazıtı ve Çin kaynaklarındaki kayıtlardan yararlanılarak ortaya çıkarılmalıdır. Tonyukuk’la ilgili 350 civarında kaynak tespit edilmiştir. Oğuz Kağan ile başlayan 2 bin 200 yıllık Türk devlet geleneği, Tonyukuk ile birlikte Çin Meritokrasisinin (liyakat yönetimi) ilkelerine de nüfuz etmiştir.

Oğuz Kağan ile Tonyukuk arasında 1000 yıla yaklaşan bir zaman aralığında çok güçlü bir devlet ve millet geleneği oluştuğu anlaşılmaktadır ki bu ilk kez Tonyukuk tarafından belgelendirilmiştir, kayda alınmıştır. Tonyukuk’tan sonraki 1000 yılda da Türkler resmi olarak 16 devletlerinden 11 adedini kurmuşlardır. 5 devlet ise Tonyukuk öncesi dönemde kurulmuştu. Tonyukuk, Göktürklerin tutsaklık yıllarında, Çin’de Çin Seddinin dışındaki topraklarda doğmuştur, Çin’de eğitim görmüştür, Hapishaneden kaçana değin Çin’de geçen yaşantısı, Çin stratejilerini ve Çinli karakterini çok iyi biliyor olması kendisini bizim ilk Sinoloğumuz yapmıştır ki ardından gelen Harezmi ve Biruni gibi Hindologlarımızın da, yabancı kültürleri tanıma anlamında da öncüsüdür. Yabancı kültürlere ve dillere olan ilgi Türkleri daha sonra Maveraünnehir ve Horasan coğrafyalarındaki Farsi ve Anadolu/Rumeli coğrafyasındaki Rumi kültürü içselleştirip/dönüştürme, yerlileştirme konusunda zenginleştirmiştir; çünkü Türk Medeniyetinde aslolan insan ve adalettir.

Kadim Bilge’miz Tonyukuk’dan beri Türk; Çinli olan ile, Hindli olan ile, Farsi ve Rumi olan ile içiçedir; birliktelikleri deneyimlemiştir. Yazıttaki Hintçe ve Soğudça (Perslerin ataları) kelimeler, Göktürklerin Roma İmparatorluğu ile olan ilişkileri; herbiri birer Tonyukuk mirasıdır. Buradan geldiğimiz nokta Medeniyetler Bileşkesi’dir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 2200 yıllık devlet geleneğinde bayraktarlığını yaptığı husustur. Batı kendisini yüksek Medeniyet olarak etiketlerken, en yüksek noktasında 2 Dünya Savaşı’nı insanlığa yaşatmıştır.

Pınar; Orhun Nehri Vadisinde Tonyukuk Yazıtımızdan almaktadır kaynağını.  Bilge Tonyukuk adının başında yeralan ‘Ton’ ibaresinin imlediği gibi Birinci’dir, bir İlk’tir: Birinci Düşünürümüzdür, Bilge’mizdir, Yazarımızdır, Stratejist’imizdir, Vezir’dir, Hakim’dir, Başbakan’dır, yazılı Kadim Bilgimiz’dir. Yazıtı ise hem Sıfır hem de Sınır Taşı’dır.

Sınır Boyu’na dikilmiştir ki “Türk ülkesine Hoşgeldiniz” Anıtıdır. Tarihte Türk adını taşıyan 3 Devlet kurulmuştur; Göktürk Kağanlığı, Batı Trakya Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti. Sonsuza kadar yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti, Asya’daki Kadim Kağanlık ile Avrupa’daki Türk mühürünün bileşkesidir. Türkler kadim bilgilerini Bilge Tonyukuk, Kutadgu Bilig ve Aya Sofya Camii (Kutsal Bilgi) olarak Taş Yazıt, Yazma Eser ve Mimari Eserlerde biraraya getirdiler. Batı’da İstanbul’da Ayasofya inşa edilirken Bumin Kağan doğuda Göktürk Kağanlığını kurmaktaydı.

Stratejist Ömer Özkaya, aşağıdaki paragrafta mitoloji ve kadim bilginin hayati önemine vurgu yapmaktadır.

“Almanya, Mezopotamya ve Hindistan’da yaptığı arkeolojik kazılarda Kadim Bilgi’ye ilişkin önemli veriler elde etti. Almanya’yı Almanya yapan, Hint Mitolojisi’dir. İngiltere ise bu bölgelerin daha ziyade kaynaklarını sömürmekle meşgul oldu. Almanya diğer Avrupa güçleriyle karşılaştırıldığında bu anlamda daha temiz bir sicile sahiptir. Kadim Bilgi, Almanya’nın en önemli bilgi kaynağı. Bilgi, modern dünyanın Tanrı’sı gibi. Kadim Bilgi, Almanya’nın yücelmesinde önemli pay sahibi. İngiltere, Kadim Bilgi’yi önceleri iyi niyetle kullandı. Amerika hâlen, Almanya’nın Kadim Bilgi’yle ilişkisini çözme çabasında ve Kadim Bilgi’yle irtibat peşinde.” Ömer Özkaya, İngiltere’nin Geleceği (3), Güneş Gazetesi, 6 Kasım 2016

Internet evreninin kurucularından   Nicholas Negroponte Türkçe’yi bir rüyanın gerçek olması durumu olarak açıklamaktadır.

Turkish is very simple to synthesize. You pronounce each letter: no silent letters or confusing diphthongs. Therefore, at the world level, Turkish is a dream come true for a computer speech synthesizer. (Being Digital, Nicholas Negroponte, London, 1995) 

Türkçe, sentez oluşturmak için kolay bir dildir. Hiçbir sessiz harf ya da kafa karıştırıcı ikili ünlüler yoktur. Her harfi telaffuz edilmektedir.  Bu nedenle, dünya düzeyinde, Türkçe, bilgisayar konuşma sentezleyicisi için bir rüyanın gerçek olması durumudur. (Being Digital, 1995 Nicholas Negroponte, Londra,)

Nicholas Negroponte: Gelecek Gündemi ?

Bilgisayarlarda mouse’un terk edileceğini ve ekranların parmakla yönetileceğini 1984 yılındaki bir konuşmasında öngören ve bunun gibi birçok inovatif fikirleriyle öne çıkan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü MIT Media Laboratuvarı Kurucusu Nicholas Negroponte, İnovasyon Haftası’nın en önemli konuklarından birisi olarak öne çıktı; inovatif olabilmenin ipuçlarını verdi.

Negroponte’nin ipuçlarını değerlendirdiğimizde, Türkiye‘nin inovasyon açısından kuvvetli yönlerinin dilimiz Türkçe ve farklılıkları barındıran sosyolojik yapımız; zayıf yönlerimizin ise dışa kapalılığımız ve Negroponte’nin deyimiyle “yakın arkadaşımız disiplin” olduğunu söyleyebiliriz.

  • “Siz çalışırken birisi gelip yaptığınız işi saçma bulduğunu söylerse bundan onur duymalısınız. Bu yaptığınız işte doğru yolda olduğunuzun göstergesidir.”
  • Türkçe dili iyi fonetiği olan sayılı dillerden biri ama inovatif kullanamıyorsunuz. İnovasyon kültürü gelişmemiş.“
  • “İnsanla bilgisayarın konuşması gerekiyor.”
  • “Sanat ve teknoloji kombinasyonu bilgisayarlarda can bulmuştur.”
  • “Yeni fikir ve inovasyonların nereden geldiğini araştırdığımda, bunların farklılıklardan geldiğini ve homojen bir toplumun inovatif bir toplum olmadığını gördüm.”
  • “Birbirine çok fazla uymadığı düşünülen şeyler birlikte yaşayabilmektedir.”
  • “Dışarıya bakmak çok önemli. Özellikle büyük kurumlarda şirketin yarısı diğer yarısını yönetir. Dolayısıyla yalnızca o büyük şirketin yüzde 25’i hakikaten inovatif kişilerin enerjisiyle yönetilir. Disiplin ise sizin arkadaşınız değildir. Bazen çok disiplinsiz veya kaotik ortamlar gerekebilir inovasyonun ortaya çıkabilmesi için. Size verebileceğim en önemli tavsiye, inkrementalizm dediğimiz yani adım adım gidebilme sizin ve yaratıcılığın düşmanıdır. Hedefe yavaş adımlarla ilerlemek sizin dostunuz değildir.”
  • “Yeni öngörü insanla bilgisayarın konuşması fikridir.”
  • “Yaratıcı bir toplum için en kritik ve hassas nokta insanlar arasında bağlantı kurmaktır.”
  • “Bağlantı kurmaya bir insanlık hakkı olarak bakabilir miyiz? Bu soruyu sorduğumuz zaman her şey değişecek. İnsan olduğumuz için buna hakkımız olmalı. Bugüne kadar hiçbir ülke önerdiklerimi yapmadı. Şimdi Türkiye’ye öneriyorum. Türkiye bunu yapabilirse başarılı olur. Bağlantıyı, interneti ücretsiz yapabilirse topluma katkı olur. Daha büyük bir ekonomi için internet ücretsiz olmalı”
  • “30 yıl içinde bilgi hapları üretilecek, hangi bilgi isteniyorsa o hap içilerek o bilgiye sahip olunacak.”
  • “İnovasyonun olması için ülkelere en büyük önerim; interneti ücretsiz yapın gelişmeleri göreceksiniz”
  • “İnterneti bedava yapın!”
  • “Egitim ucretsiz olmali, internet ucretsiz olmali”
  • “Eğer ülkeler interneti ücretsiz yapabilirlerse başarılı olurlar.”
  • “Yeni fikirler nereden gelir?

1-Farklardan

2-Olası pozisyonlardan

3-Dışarı bakmaktan

4-Disiplin arkadaşınız değildir.”

  • “Gelecekte Basılı kitapların kalmayacağı güneşin batacağı gibi aşikar bir durum”
  • “Basılı kitaplar kalkacak.”
  • “Haber endüstrisinin gelişmesine karşın, kağıt endüstrisi düşüştedir”
  • “Kağıda basılmış bir gazeteyi çok uzun süredir okumadım’’
  • ‘’Türkiye’nin inovasyonla ilgili yaptığı başarılardan örnek verebilir miyim bilmiyorum. Türkçe’nin yapısı gereği, dili gereği en azından konuşma anlamında çok etkin ve fanatik bir dile sahip. Bu ne demek? Yani kelimeleri olduğu gibi okuyan ve seslendiren bir dil. Umardım ki, dilin bu yapısı konuşma-tanıma anlamında, fikir üretme anlamında domine etsin, mesela konuşma teknolojisinde. Sadece bir fikir.’’
  • “Yaratıcı bir toplum oluşturulmasında kontrol hissi etkili olacaktır. Gelecekte mülkiyet anlayışı ve ilişkileri değişecektir”
  • “Gençlerin artık ev ve araba alma yönündeki ihtiyaçları azaldı, araçlar ortak kullanılmaya başlanacaktır.”
  • “Gelecekte şimdi üretilen araçların sadece yüzde 10’u üretilecektir”
  • ‘’Eskiden banliyölerden şehir merkezine gelmek için araç alırdık. Şehir merkezlerinde yaşıyoruz. Eski araçları şimdi kullanmıyoruz. Kendi kendine giden araçlar olduğunda çok daha az ihtiyaç duyacağız’’
  • “Gittiğim her ülkede yaptığım bir çağrıyı Türkiye’ye de yapıyorum. Hiçbir ülke bunu yapmadı ama siz yaparsanız eşsiz olursunuz. İnterneti ücretsiz yapın. Yolda yürümek nasıl ücretsizse bağlantı kurmayı da ücretsiz yapın’’

Kaynak: TED Talks, Nicholas Negroponte, Mart 2014

Düşünürlerimiz

0

Evrensel Düşünürler Ansiklopedisi konusundaki ilk deneme MÖ 624 doğumlu ilk bilinen filozof Miletli Thales ile başlayan 2650 yıllık birikim ile başlamaktadır. İlk 10 büyük filozof içinde ilk 3, toplam 5 tanesi Türkiye coğrafyasından. Felsefe, Türkiye coğrafyasında başlamıştır.

İlk 10 düşünürden 5 düşünür Türkiye doğumludur.

1. Thales, Milet
2. Anaximander, Milet
3. Pythagoras, Sisam adası
4. Laozi
5. Confucius
6. Sun Tzu
7. Heraclitus, Efes
8. Parmenides
9. Anaxagoras, Klazomenai, Urla
10. Protagoras

Kaynak: Xue Xiaoyuan, Dr. The Charisma of 100 Philosophers. 2018. China Pictorial Press.

Türkiye coğrafyası insanlık tarihinde ilk toplu yerleşmelerin (Çatalhöyük), ilk tarımın (Urfa, Diyarbakır), ilk inançların (Karahantepe, Göbeklitepe), ilk düşünürlerin (Milet) başlangıç noktasıdır. İnsana ait ilk sorular burada sorulmuştur. 15.000 yıllık kesintisiz birikim Türkiye coğrafyasındaki insan varlığının da zenginleşmesini sağlamıştır.

Üç Akdeniz;

• Akdeniz Havzası (Mediterrane),
• Yeni Akdeniz (Pasifik) ve
• İpek Yolu (Türkistan) coğrafyaları,

21. yüzyıl ile birlikte, TÜRKİYE üzerinden birleşmektedirler.

Kendi çıkarları doğrultusunda 19. ve 20. yüzyıllarda Orta Asya, Orta Doğu kavramlarını yaratan Batılı Atlantik güçlerine karşın, eski zamanlardan buyana binlerce yılın kadim gerçekliği Mediterrane (Akdeniz) ve Zhongguo (Çin) olarak adlandırılanların anlamı Orta Dünya’dır.

TÜRKİYE, Medeniyetler Beşiği’nin merkezini tutan konumu ile birlikte, Akdeniz’lerin fikir hazinesi olarak küresel bir potansiyele sahiptir. Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğü bir fikir yarımadası, tefekkür cenneti olarak, yüksek değerli fikirlerin üretim merkezi olması konum ve fırsatıdır.

Yaşayan Bilgeler

1. Alev Alatlı
2. Erol Göka
3. İhsan Fazlıoğlu
4. Kemal Sayar
5. Kurtuluş Kayalı
6. Mahmud Erol Kılıç
7. Mehmet Genç
8. Mim Kemal Öke
9. Süleyman Seyfi Öğün
10. Teoman Duralı

Osmanlı’da 10 Büyük Düşünür

1. Davud El-Kayseri
2. Molla Fenari
3. Kadızade Rumi
4. Hocazade
5. Ali Kuşçu
6. Taşköprülüzade
7. Akşemseddin
8. Katip Çelebi
9. Takiyüddin
10. Ahmet Cevdet Paşa

Düşünce Gücü

0

“Dil’in Gücü” büyük felsefecilerimizden Nermi Uygur’un bir kitabına kapak olmuştur. “Dilin Gücü”, Nermi Uygur’un yazarlık gündeminin “baştan beri en başında yer alan dili dile getirmeye yönelik bir dil yapıtıdır.” Kaynak: Nermi Uygur, Dil’in Gücü. İstanbul, Yapı ve Kredi Yayınları, 2015

“Dil’in Gücü”, Düşüncelerin ortaya çıkışını, yazıtlardaki tabirle yazar isek tüşüşünü kolaylaştırmakta, düşünceyi de bir güç haline getirmektedir.

DÜŞ, (eski türkçede tüş; düşme, birden ortaya çıkma, ürün, yemiş, ödül, belirme anlamını içeren kökten) ve DÜŞÜN, (düş-ü-n/düşün; anlıkta üretilen bilgisel izlenim) köklerinden DÜŞÜNCE kelimesi türetilerek kendi kendine düşürmek, kendi kendine düşmek, bir nesneyi kendi belleğinde ortaya çıkarmak, doğurtmak, belleğe indirmek, üretmek anlamlarını kazanmıştır. Tüş/düş kökünün içerdiği bütün anlamlar, düşünmek eyleminde vardır. Kaynak: İsmet Zeki Eyüboğlu, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, Sosyal Yayınları. 1995

Kök anlamdaki kendi kendinelik ve birden ortaya çıkma durumu, düşüncedeki gücün sonsuz etkisini yegane kılmaktadır.

“Düşünce Gücü”, dilden beslenmektedir ve yazı ile kayda geçirildiğinde ise ölümsüzlüğe kavuşmaktadır. İnsanı ölümsüz kılan yaşayan fikirlerdir. Türklerin ilk yazılı eserleri olan yazıtları incelendiğinde dilin gelişmişlik düzeyi okuyanları hayrete düşürmüştür. Türklerin dili, Yenisey Yazıtlarından başlayarak binbeşyüz yıl boyunca üç kıtada izler bırakmış ve “Düşünce Gücü”müze katkılar oluşturmuştur.

İlk düşünürümüz ve yazarımız Tonyukuk’dan başlayarak bin yıllık bir dönem boyunca coğrafyalarda, kıtalar, nehirler, dağlar, denizler, talaylar boyunca sağladığımız saha hareketliliğinin ardından, son üçyüz yıllık bir süreç içinde durup düşünmeye başladığımız zamanlardan itibaren, saha zenginliklerimizden de aldığımız asil ve asal bir güçle, düşünürlerimizi de yeniden değerlendirerek, yaşanası düşler ve yepyeni ve orijinal düşünceleri beynimize, dimağımıza düşürmeliyiz.

Müttefik ve Mütevekkil parantezlere kıstırılan Düşünce güçsüzleştirilerek Mütefekkir sonsuzluklara gözlerimiz bağlanmış, beynimiz dumura uğratılmıştır. İhtiyacımız olan sahte müttefikler, bihaber mütevekkiller değil, “Düşünce Gücü” ile dolu gerçek mütefekkirlerdir. Hedefimiz hem mütefekkirler hem de müteşebbisler yetiştirerek dilimizi ve devletimizi küresel bir güce dönüştürmektir.

Yaşayan düşünürlerimizden Celal Tahir bey’in dediğince: “Tefekkür zahmetli lakin bereketlidir, zahmet olmadan rahmet de olmaz zaten.”

“Bugünkü toplumsal yapımızın ortaya orijinal bir düşünce koyma şansı çok zor. Bunun için toplumda bilgi ile uğraşan bir grubun oluşması lazım, biz toplumumuzda henüz bilgiyi bir değer olarak benimsemedik. Ömer Lütfü Barkan’ı bir bilim adamı olarak tek gördüm dedim, ondan sonra da görmedim. İşi bilgi olan bir grubun oluşması lazım, bu hâlâ yok. Tek tek var, tek tek çok değerli Türkler var. Ama kolektif olarak bilgi motivasyonuyla hareket eden bir sosyal grup henüz oluşmuş değil bence, ama oluşacak, yoksa bu dünyada yaşayamayız. Doğrusu Barkan’ı tanımadan ilim adamı nasıl olur bilmiyordum. Evet, tabii üniversitede hocalarımız vardı, okuduğumuz, derslerini dinlediğimiz. Onların arasında bilgi sahibi olanlar da vardı ama ilim sahibi adam yoktu. Bizim Türkler hâlâ ilim deyince, ilmi yazan ecnebileri okuyup öğrenip, âlim olduklarını düşünürler genellikle. Hâlbuki ilim, ilim adamlarını okuyarak kazanılabilen bir şey değildir.

Bilginin sınırlarında dolaşmak lazım, akıncı gibi, meçhule doğru… Barkan böyleydi, bilmediklerini kendi gayretiyle bilmek isteyen, araştıran bir insandı. Onun için gece gündüz çalışıyordu. İlimden başka bir kaygı taşımıyordu. Sonra okuduk, bunun ayet olduğunu öğrendik. O zamanlar bunu bilmiyorduk: “İlmi isteyene veririm.” demekle ne kastedildiğini, haddimiz olmayarak sonradan anladık. İlim istemek için hakikaten onunla hemhâl olmak, fenafil ilim olmak gerek. Onu gerçekten isterse insan, ancak ulaşabilir. Barkan öyleydi, gecesi gündüzü araştırdığı konu ile yaşamaktan ibaretti. O bir şans oldu benim için…” Kaynak: Mehmet Genç ile Söyleşi, Sabah Ülkesi. 6 Ağustos 2015

“Türkiye şimdi bir dönüm noktasında. Sadece Türkiye’de değil, bence insaniyet son asırda istikametini kaybetti. Kendi rahatı için düşmanını nükleer silahlarla ezmek gibi yollara sapıyorlar. Ama bunlara bakıp yılmamalı. Bu memlekete ve geleceğine güvenerek çok çalışmalı. Esas mesele fikir zenginliğidir. O yüzden ne olursa olsun fikir hürriyetini muhafaza etmek gerekiyor.” Kaynak: 100 yaşındaki bilge Halil İnalcık: Bu sıkıntılı devir geçecek, 12 Eylül 2015 Hürriyet Gazetesi

Düşünürlerimizin ve düşünce insanlarımızın bilgi, tefekkür, düşünce, fikir ve fikir zenginliği misyonlarının takipçisi olmak; kutsal bir vazife olmak gerektir ki;

Olmaya devlet cihanda
bir nebze fikir gibi;
ki katresi
bir hazine hükmündedir.

Bilgelik

0

Oğuz Kağan destanının bilgesi Uluğ Türük’ün, yazıtların bilgelerinin; Bilge Tonyukuk’un ve Bilge Kağan’ın, Kutadgu Bilig (Kutsal Bilgelik) yazarı Yusuf Has Hacip’in davranış kalıplarına yabancılaştıkça bilgelik bize çok uzak: bizi ancak bilgiç’lik paklar.

Suskunluk ve olgunluktur bilgelik, sessizliğin gür sesidir; pişkinlik değil, iyi pişmişliktir acılarla kavrulan.

Gönül kavramı batıya, felsefe kavramı da dilimize tercüme edilemiyor? Bizde aslolan bilgelik. Filozof ise bilgeleri seven kişi.

Türkistan sufi geleneği ile Bilge Tonyukuk’dan başlayan bilgelik geleneği ilişkisi?

Cevap vermediklerimizi, duyup da duymazlığa geldiklerimizi, görmek istemediklerimizi, kaale almadıklarımızı, hep hatırlansın diye taşa yazılmış olduğu halde hatırlamak dahi istemediğimiz bilgelik yazıtlarımızı sıralamaya kalksak upuzun bir liste çıkar.

Felsefe = (philo.sophy) = “bilgelik sevgisi” para ile alınıp satılabilir mi? Bilgi, sevgi ve para?!

Türk’ün şifresi 3.0’dır;

  • Bilge Tonyukuk Yazıtı’nı, (0 Taşı)
  • Bilgelik Evi’nin Harezmi Algoritmasını ve (0 Sayısı)
  • Ayasofya Camii’nin Sofyalarını Sırlayan (0 Meridyeni)

İstanbul alındığında 3.0 olmuştuk. Şimdi 2.1 imişiz. 4.0 ama nasıl?

Batı’nın bilgelik’ten anladığı: Lawrence.

İstanbul-Semerkant-Turfan-Orhun; Bilgelik hattı, medeniyetler ittifakıdır. Asya ile aydınlanalım.

Doğu’nun bilgelik sırları:  Bilge Kağan….Bilge Tonyukuk….Aya Sofya (Kutsal Bilgi) Camii….Kutadgu Bilig..; Bilge Aliya

Ayasofya ( kutsal bilgelik)  ve filosofya ( bilge-lik sevgisi) çelişkisi

Bir Bilge Tonyukuk daha olsaydı, matrix’e alınmazdık.

Mahatma Gandi

0

“Hindistan bir anadır. Onun iki çocuğu vardır. Bunların biri Hintliler diğeri ise Müslümanlardır.” Mahatma Gandhi

“Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngiliz’in yanında zannediyordum.” 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümünden sonra söylenmiştir.” Mahatma Gandhi

Türk düşünürlerinin Harezmî ve Biruni’den başlayarak özenle incelediği Hind Dünyası yenilenen içerikleri ile yeniden değerlendirmemizi beklemektedir. İlk yazılı belgelerimiz olan Bugut Yazıtı’ndan (581), Bilge’lerin Yazıtlarından (Bilge Tonyukuk, Bilge Kağan) itibaren Türk Düşünce Mirası ile etkileşim içindeki Hind Düşünce Mirası’nın Buda, Brahmagupta, Veda’lardan Gandhi’ye uzanan gücünü birlikte ve özgüvenle yepyeni ufuklara ulaştırmalıyız.

7.yüzyılda Hindistan’dan sıfır kavramını alarak ilk kez matematik işlemlere uygulayan Türk bilim insanı Harezmî’nin ardından bu kez de 20.yüzyıl ortalarında Hind Lider Mahatma Gandhi (1869-1948), Mustafa Kemal’i kendisine kahraman edinerek Hindistan’ı bağımsızlığa götürmüştü.

Türkler ve Hindliler tüm zamanlar boyunca birbirlerinin vizyonerleri olmuşlardır.  “Mustafa Kemal kendi vizyonu ile Asya’yı fethetmişti. Hindistan’ı bağımsızlığa götüren Gandhi‘nin kahramanı Mustafa Kemal idi.” (Halil İnalcık. Halil İnalcık’ın Merceğinden Tarih Bilinci, Profil Kitap, 2018. syf 70.)

Anadolu Yarımadası ve Hindistan Ana (Mother India) dünyanın yegâne merhamet kıtalarıdır. Bu düşüncelerden alacağımız inanılmaz dersler ve ulaşacağımız hedefler, neticeler olacaktır.  Devlet Ana (Türkiye) ve Hindistan Ana (Mother India)’nın atalardan, analardan kalan kardeşlik dolu mirası;

  • Büyük Asya (İpek Yolu, Türkistan, Orhun, Maveraünnehir, Horasan, Mezopotamya, Rumeli),
  • Hind’i, Hindiçin’i
  • Küçük Asya (Anadolu),
  • Afrika

Havzalarında, Beş Deniz ve Hint Okyanusu yollarında, Pencap boylarında Türkçe, Sanskritçe, Urduca’da dillenmiş, destanlara dönüşmüş gerçekliklerin düşünce miraslarından beslenerek, Afrasya Binyılı’nın düşünsel merkezi konumuna yükselmektedir.

Hâsılı; Hint kumaşı bulunmaz değildir, arayan bulacaktır, Hint fakir de değildir, inanılmaz zenginlikleri barındırmaktadır. Harezmî, Bîrûnî ve Seydi Ali Reis’den bu yana atalarımızın yaptığı gibi Hint kıtasında seyrüsefer ve seyyah edelim.

Osmanlı, 16. Yüzyıl’da Hint Okyanusu’nda Portekiz ile girdiği deniz savaşlarında üs olarak Aden Körfezi’ndeki Zeyla Limanı’nı kullandı. Bu savaş Osmanlı gemilerinin okyanusa uygun olmaması nedeniyle kaybedildi.

1919 yılında Mustafa Kemal Türkiye’de ve Mahatma Gandi Hindistan’da bağımsızlık hareketlerine başladılar. Hindistan’ın bizlere karışık ve karanlık gelen vaziyeti arasında Mahatma Gandi’nin ismi 1919’dan itibaren yavaş yavaş yükselmeye başladı: Teşkilatlanma açısından konuyu değerlendirdiğimizde ilk olarak 1919 yılı gözümüze çarpmaktadır. Her iki ülke de 1919 yılından başlayarak liderlerinin öncülüğünde özgürleşme ve bağımsız hareketlerini başlatmışlar ve birbirlerine sonsuz destek vermişlerdi. Bu temel üzerinde yükselen teşkilatlanma deneyimi bu ülkelerin ekonomik işbirlikleri konusunda da siyasi işbirlikleri konusunda da önüne yeni ufuklar açmaktadır.

Hindistan’ın bağımsızlığına giden süreçlerin diğerlerinden bir farkı olduğunu düşünüyorum. Mahatma Gandi, sistem karşıtı hareketlerin çelişkisini görmüştü. Bu sebeple, mücâdelesine “sistem karşıtı” bir mücâdele olarak bakmıyordu. Hattâ kendisine “Mücâdelenizi nasıl târif edersiniz?” diye soran bir gazeteciye “Hindistan’ı inşâ etmekle meşgûl olduğu” cevâbını veriyordu. Gandhi’nin tasarımı tam bir sivil oluşuma karşılık geliyordu.. O kadar ki, uzun bir müddet gözden kaybolmuş, Ashram olarak adlandırılan komünlerde çalışmalar yürütmüştü. Hattâ bu durum İngiliz gazetelerinde, “Gandhi vazgeçti” gibi haberlerin çıkmasına bile sebep olmuştu.

Gandhi’nin yapmaya çalıştığı, “sistem karşıtı” değil “sistem dışı” bir oluşumu başarmakla alâkalıydı. Tuzakların farkındaydı. O, Hindistan’ı hegemonik kodların dışına çıkarmayı esas almıştı. Bir aldatmaca, yanılsama olarak gördüğü “Ulus” ve “Devlet” inşâsı, daha da mühimi “Kalkınma ve Refah“ sarmalının dışında, geleneklerini ayağa kaldırarak Hindistan’ı yeni baştan inşâ etme gayretindeydi. Bu büyük bir idealdi. Gandhi başaramadı. Öldürüldükten sonra sözüm ona en yakın arkadaşı Nehru Hindistan’ı egemen kodlara geri döndürdü.

Gandhi, Hindistan’ın çok kültürlü yapısının en büyük handikap olduğunu biliyordu. Egemen inanç olan Hinduizm, ikinci büyük inanç grubu olan İslâmiyet ile derinden çelişiyordu. Bu sâdece Çok Tanrılılık ile Tek Tanrılılık farkı değildi. Evet, Müslümanların gözünde Hindûlar Câhiliyyenin en uçlarında yaşıyordu. Ama, teolojik farklılık bir yana, daha beter olarak günlük, pratik hayâtta çözümü imkânsız çelişkiler vardı. Vejeteryan Hindûlar ineklere kutsal muamelesi yaparken, Müslümanlar onları âfiyetle(!) yiyiyordu. Bu da yetmez gibi(!) bir de Kurban Bayramları vardı.

Üzerinde pek durulmaz ama, Hindistan sırf bu sebepten, fiilen, yaygın ve banâl bir İslâmiyet düşmanlığına sâhiptir. Bu, meselâ içki üzerinden yaşanan Hristiyan-Yahudi veya Hristiyan-Müslüman husûmetine de benzemez. Çünkü içki Hristiyanların indinde “kutsal” değildir. Ama inekler Hindular için öyle midir? Gandhi bu yerleşik çelişki ve husûmeti gidermek için çok uğraştı. Ashram’larda her gece farklı bir kutsal kitabı okuturdu. Kur’an-Kerim’in okunduğu gecelerden birinde “Yazılanlar ne kadar da doğru… Bu gece iliklerime kadar Müslümanım” diye vecde geldiği rivâyet edilir.

İngilizler çekilirken bu benzinle Hindistan’ı tutuşturmayı ihmâl etmediler. Hindûlar ve Müslümanlar arasında muazzam kanlı bir iç savaş çıkardılar. Gandhi yıkılmıştı. İdeali gözlerinin önünde yok oluyordu. İngilizleri yenmişti. Ama kendi evinde yaşananlar karşısında çâresizdi. Ölüm Orucuna yattı. Bu sâyede yaşananları geçici bir süre durdurabildi. Gandhi’yi bir Hindû fanatik öldürdü. Sebebi de Gandhi’nin Hindûizme ihanet etmesi ve Müslümanları şımartmasıydı.

Pek çok Batılı kaynak, Cinnah’ın İngilizlerin oyununa geldiğini ve ayrılıkçı davranarak Gandhi’ye ihânet ettiğini iddia eder. Ben bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Bir defâ Gandhi’nin şiddetsiz muhalefetine destek olmuş, Müslüman Ligini kontrol etmişti. Cinnah, Müslüman ve Hindû cemaatleri arasındaki çelişkinin fevkalâde yaman olduğunu ve hiçbir tolerans ölçüsü üzerinden aşılamayacağını görüyor, realist davranıyordu. Tek çâre ayrılmaktı. Bu her iki toplum için de en selâmetli yoldu. Kaynak: Süleyman Seyfi Öğün. Gandhi ve Cinnahın İzinde Olup Bitenler. Yenişafak gazetesi.  7 Mart 2019

  • Hindistan’ın bizlere karışık ve karanlık gelen vaziyeti arasında Mahatma Gandi’nin ismi 1919’dan itibaren yavaş yavaş yükselmeye başladı. Garbın orijinal mevzu avlayan mütefekkir ve sanatkârları hemen üstüne atıldılar. Kimi onu eski bir Hindistan peygamberi, adeta ikinci bir Buda gibi göstermeye çalıştı, kimi onu büyük bir ihtilalci diye anlattı. Günlük gazetelere gelince, onlar adamın kendisinden ziyade keçisinden, çıkrık ve bez tezgâhından, kıyafetinden yahut kıyafetsizliğinden bahsettiler. Bunların hiçbiri Mahatma Gandi’nin hakiki simasını bize gösteremedi…
  • Ta büyük harbin son senelerine doğru onun faaliyetinden bahsedilirken birtakım yeni tabirler kullanılmaya başlanmıştı: Biri non cooperation dı. Bu iştirak etmemek manasına gelir ki bir nevi grev olabilirdi. İkincisi non violence tı. Bu da şiddetsizlik demektir. Gerçi kuvvetli milletlerin iptidasında şiddet göstermeden sırf iktisadi yollarla bir memleketi istila ettikleri görülmemiş bir hadise değildir. Fakat istiklalini isteyen hangi millet onu kan dökmeden, şiddet göstermeden kazanabilmişti? Yahut kazanabilirdi? Bütün bunlar insana Hindistan hakkında vazıh bir fikir vermiyordu. Kaynak: Halide Edip Adıvar. Hindistan Üzerine. 
  • Gandhi’nin ahimsası siyasal yönden olduğu kadar iktisadi yönden de egemenler için tehlikeydi. El tezgahlarında dokunan kumaşlar Britanya’nın Hindistan’a gönderdiği kumaş stoklarını tıkamaya başladı. Adeta Troçki’nin Komintern’de öne sürdüğü; “Çinliler eteklerini bir karış kısaltırlarsa Manchester’daki tekstil sanayii top atar” öngörüşü Hindistan açısından gerçekleşmeye başlamıştı. Ardından tuzladaki olaylar ortaya çıktı. Bütün Hindistan ayanı ve siyasi liderler Britanya polisinden sopa yemek pahasına yasağa uymadılar.  En etkilisi Gandhi’nin şiddete başvurmayan ve şiddet uygulayanı da küçümseyen tavrıydı. Churchill’in tarifiyle “eski çarşaflara bürünerek gezinen adamın” kolay lokma olmadığını bütün dünya gibi Londra da anladı.  Kaynak: İlber Ortaylı Pasif direniş, Batı için yeni ama Şark’ın ananesinde var. Milliyet Gazetesi. 23 Haziran 2013

Kemal Atatürk

0

Mustafa Kemal Atatürk, kurtuluş ve ardından gelen diriliş döneminde ülke yokluklar içinde boğuşurken, para yok, pul yok, teçhizat yok iken bir tek gerçekliğe güvendi: İnsan. Ne yaptı ise insan unsurunu hareketlendirerek, ona değer katarak yaptı, inşa etti. İnsan demek sonsuz enerji demekti, vazgeçilmez değerler demekti. İnsan bir değer idi ve İnsana değerdi. Eylemlerinde iletişime birinci önceliği vermesi, insan değerine verdiği önceliğin en önemli kanıtı idi. İnsan ikna edilebildiğinde, kendisinle doğrudan iletişim kurulabildiğinde, o bir tek insan diğer insanları da çağırıyordu.

1920’li yılların başında Türkiye’ye saldıran Batılı ülkeleri insanlık değerlerine uymaya ve egemenliğimizi tanımaya davet eden Atatürk’ün kurduğu devlet, çok geçmeden 100 yıl sonra,   2020 yılında Batı’ya yardım konvoyları gönderirken, gelinen nokta insanı da yapaylaştırılarak tükenme ikilemi ile karşı karşıya bırakmıştır.  Kaybolan insanlık tekil insanı da tehdit etmeye başlamıştır.

 “Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat aşığıyım” Mustafa Kemal Atatürk

Zaten Cumhuriyet de kulluğu, tabi olmayı esas alan, insanı değersizleştiren Monarşik yapının aksine halkı, insan topluluklarını yüceltiyordu.

Atatürk’ün hitabetinin bir numaralı öznesi olan “Efendiler!” tabiri İnsan’a olan yüceltici bakışının simgesi idi. İnsan; Efendi’dir.

Sofia’da Attaché militaire Lieutenant Colonel (Askeri Ataşe Yarbay Mustafa Kemal Sofya’da. 1912)

Türklerde ilk kez Tonyukuk Yazıtlarında (MS.720) dile getirilen “Budun da Budun boldı” (Halk da halk oldu)  tabiri ise halkın nasıl da olması gereken yere yükseltildiğinin ilk örneğini göstermekte idi. Türkler ıssız ve susuz bozkırların biçimlendirdiği zorlu hayat şartlarında yaşadıklarını, meydana getirdiklerini (kültür, dil, devletler. vb) hep bir insani dayanışma mücadelesi ile ortaya koydular.  Türklerin Yaratılış Destanı ve Oğuz Kağan Destanında da aslolan tüm evrensel gerçekliği ile İnsan idi.

“Ben yalnız liyakat âşığıyım” veTaşa toprağa değil, insana kıymet verin! “ tespitleri ise son derece güçlü bir vurgu içermekte ve insana verilen üstün değer ve önemi göstermektedir.

Geleceğin Türkiye’sini, İnsan ve Değeri kavramları üzerinden şekillendirmeye çalışan Atatürk, geçmiş Türk Tarihi araştırmaları neticesinde de sadece Türklerin değil, ilk insanlığın vatanı sayılan Orta Asya’yı,  insanlığın da ortak atası ve kökleri olarak görerek İnsan, İnsan Değeri ve İnsanlık kavramlarını bir potada eriterek sentezlemiş ve evrensel bir düşünce mirasını bizlere bırakmıştır.

300’ü aşan sayıda liderler, Türk devletlerine başkanlık etmiştir. İçlerinde şiirler dışında yazılı miras bırakanlar bir elin beş parmağıdır. Oğuz Kağan efsaneleşirken, Bilge Tonyukuk ve Bilge Kağan’ın yazıtları, Babür ve Ekber Şahların yazmaları, Atatürk’ün ise yazdığı kitaplar zamanlar ötesine yollanan çoban ateşleridir; hedeflerimizin sırlarıdır. Karahanlı, Altınorda hanları, Gazneli, Memluk, Selçuklu, Timurlular, Osmanlı sultanları, Safevi şahları şiirler yazarken Hun, Göktürk, Babür ve Türkiye devlet başkanları ise düzyazılı eserleri ile Moğolistan, Çin, Hindistan ve Türkiye’de tarihi hem yapmış hem de yazarak en değerli bir miras bırakmışlardır.

Atatürk’ün ağzından ve kaleminden çıkanlardan oluşan (yazı ve konuşmalar, belgeler, telgraflar, tamimler, beyannameler, hatıralar, söylev ve demeçler, kararlar, mektuplar, röportajlar, söyleşiler, yazışmalar, demeç, tutanak, görüşmeler, kitaplar) 12 bin sayfalık eseri, bizlere bıraktığı ve gençlik üzerinden geleceğe emanet ettiği, tüm Türk devletlerinde birikmiş binlerce yıllık insan değerinin dile gelişidir.

Atatürk ile ilgili derlemelerde İnsan konusu ıskalanmış gözükmekle birlikte insafsız ve maksatlı bakışlar ile putlaştırma kavramı bir kara propaganda vesilesi olarak kullanılagelmiştir. İnsanüstülüğün alabildiğine karşısında olan, herneyi başardıysa insanlar ile birlikte, insanları yanına alarak, etkileyerek, teşkilatlandırarak, ikna ederek adım adım ilerleyen, “bize adam lazım” diyen bir liderin gündemindeki bir numaralı ve vazgeçilmez madde “İnsan ve İnsan Değeri” olmuştur.

Atatürk’ün hiç sönmeyen enerji kaynağı insanlar ile muhabbeti ve insanların ona olan sevgisi olmuştur. 1300 yıl önce Tonyukuk’a Bilge sıfatını yakıştıran insanımız, bu kez de Mustafa Kemal’i, Ata sıfatı ile onurlandırmıştır. İnsanımızın üstün değerler ile dolu yüreği her iki liderin de gözünden kaçmamış ve kendilerini de hem kâleme hem de kılıça efendi yapmıştır.

İnkılâp ve ilkelerinin doktrine dayanması görüşüne verdiği cevap dikkat çekicidir: – O zaman donar kalırız. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk’ün İdeolojisi, Milliyet gazetesi, 13. XI. 1970). Aktaran: Utkan Kocatürk. Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri. Ankara. 1999. ss. 76

Sözkonusu sorunun sahipleri Atatürk’ün bilhassa vefatının ardından zihinlerinde tasarladıkları görüşleri Kemalizm/Atatürkçülük adı altında doktrine dönüştürerek dondurmuşlardır.

Yenilikçiliği ve uygulama gücünü ilke edinmiş bir siyasi lider dogma ve izm’lerin dondurulmuş kalıpları ile sınırlandırılmış, dinamizminden soyutlanmıştır.  Kadro hareketi, Yön hareketi, Askeri darbeler bir Kemalizm dogması peşinde olmuşlar, Atatürk’ün yegâne ilham ve güç kaynağı olan millet bağını kopartmışlardır. Türk Hümanizmi akımı ise Atatürk’ün başlattığı dil ve tarih incelemelerinin Eski Türk boyut ve idealini, Eski Yunan olarak değiştirerek, yabancılaşmayı derinleştirmişlerdir.

Dünyanın en uzun süreli ve en geniş sahalara yayılan Osmanlı imparatorluğu’nu Türkler en fazla 600 yıl devam ettirebilmişlerdir. Avrupa ise 500 yıldır devam ettirdiği kapitalist dünya düzenini artık devam ettirememekte, Türklerin yaptığı şekilde bir ıslahat sürecinden geçerek insanlığın hizmetine girme yolu kendisini beklemektedir. Bu konuda Türkiye ile girebileceği bir işbirliği, özellikle Akdeniz ülkelerinden başlamak üzere üçbinli yılların henüz başlarında olduğumuz bugünlerde insanlık için bir umut kaynağı olacaktır.

Türkiye’nin kurucusu Atatürk, hedef olarak gösterdiği muasır medeniyet seviyesi ile bu işbirliği için en uygun bir zemini oluşturmuştur. Avrupa’daki yirmiyi aşkın şehirlerde ( Amsterdam, Brüksel, Pikardi, Paris, Karlsbad, Berlin, Strasburg, Zürih, Viyana, Brindisi, Münih, Belgrad, Bosna, Çetine, Üsküp, Sofya, Bükreş, Köstence, Manastır, Selanik) bulunan Atatürk, Türkler adına bu işbirliğini bizzat hayata geçirmiş ve Batı Medeniyeti’nden aldığı ilham ve fikirler ile meydana getirdiği etkileşim yegâne bir sentez ortaya çıkarmıştır.

Hayatında yenilgi yüzü görmemiş kurucu bir liderin 20.yüzyıl başlarında ortaya koyduğu bu birleştirici, sentezleyici, kaynaştırıcı, dönüştürücü ve yenileştirici meydan okuma, umulur ki, Akdeniz ülkelerinden başlamak üzere Avrupa ülke ve liderleri için de 21.yüzyıl başlarında yer aldıkları önemli bir kavşak noktasında bir ilham kaynağı teşkil edecektir.