Ana Sayfa Blog Sayfa 70

BalkanPazar

0
BALKAN VE ANADOLU YARIMADALARI birlikte bir bölge; bölgesel bir BALKANLAR bütünlüğü meydana getirmişlerdir. Avrasya kıtasının Avrupa ayağında BALKAN Yarımadası, Asya ayağında ise ANADOLU yarımadası bulunmaktadır. Boğaziçi”ni süsleyen iki kalenin adlarına da yansımıştır iki yarımada eksenli tarihimiz; Rumelihisarı”na ve Anadoluhisarı”na. Bilhassa Türklerin Balkan Yarımadası”na ayak basışlarından itibaren 650 yıl içerisinde Balkan ve Anadolu Yarımadaları”ndaki nüfus birbirleriyle büyük ölçüde kaynaşmış ve ortak bir kültür yaratılmıştır; Anadolu ve Balkanlar, 1600 senedir aynı eksende beraber yaşamaktadır. Kimilerine göre Asyalı, kimilerine göre Avrupalı, kimilerine göre ise Ortadoğulu olduğu söylenen Türkiye’nin, tartışılmayacak ve reddedilmeyecek esas coğrafyası Balkanlar’dır. Balkan ve Anadolu yarımadasındaki kültürlerin karışımı, farklı kültürlerin etkileşimi Türkler üzerinde çok farklı etkiler yapmıştır. Ortaya çıkan ortaklaşa kültür inanılmaz bir zenginliktedir; üç kıtaya hükmetmiş imparatorlukların (Roma, Doğu Roma-Bizans, Osmanlı) mirasını barındırmaktadır.

Bu imparatorluklardan sonuncusunun kurucusu olmaları nedeniyle Türkler bu mirasın sahibidirler. Balkan ülkelerinde, Osmanlı İmparatorluğundan bu yana milyonlarca soydaşımız hayatını sürdürmüştür. Balkanlar ile komşuluk ilişkimizin çok daha ötesinde, akrabalık ilişkimiz vardır. Türkler, Balkanların tüm halkları ile akrabadırlar ve Balkan ulusları ile bir arada yaşamayı pekala başarabildiklerini göstermişlerdir. Balkanların Osmanlı hakimiyetine geçmesiyle beraber, Türkler ve Balkan halkları uzun seneler huzur içinde birlikte yaşamışlardır. Asırlar süren bu birliktelik toplumların birbirleriyle kaynaşmasına, dolayısıyla komşuluk ilişkisinin dışında bir akrabalık ilişkisi doğmasına neden olmuştur.

Türkçe, Balkan ülkelerinin ortak dilidir. BALKAN kelimesi Türkçe kökenli olduğu gibi, PAZAR kelimesi de Arnavutça, Bulgarca, Sırpça, Macarca, Romence, Rumca gibi tüm Balkan dillerinde ortak olarak kullanılan Türkçe kökenli bir kelimedir. Ayrıca pazar kelimesi Balkanlar”daki yer adlarına da yansımıştır; Arnavutluk’da Ndrouqi Pazari, Bosna-Hersek’de Pazaric, Bulgaristan”da Pazarcık, Tatarpazarcık, Novi Pazar, Osman Pazarı; Makedonya’da Skopski Pazar, Romanya’da Pazarlia, Yugoslavya”da Novi Pazar, Virpazar, Hırvatistan’da Pazariste ve Yunanistan’da Megalo Pazaraki bu yer adlarından bazılarıdır. Bu ülkelerde, içinde pazar kelimesinin geçtiği 40’dan fazla yeradı, bölgede pazar olgusunun ne denli yaşamsal olduğunu ve Türklerin yönetiminde Balkanlar”da bütüncül bir pazarın yaratıldığını göstermektedir.

BALKANPAZAR, bölgesel güçlerin yükselişine paralel bir Balkan ticaret ve kültür hareketine önayak olma misyonu doğrultusunda, Balkanlarda ticaretin bölgeselleştirilerek, bölgesel bir ekonomik dinamizm yaratılmasına yönelik bir inisiyatiftir. Balkan ülkelerinin biribirleri ile ticaretinin, Balkan dışı ülkeler ile olan ticaretinden daha fazla olmasının önü açılmalıdır. Burada TİCARET‘in gücü ve somut geliştirici etkisi birincil derecede önemlidir. Macaristan’dan Türkiye’ye , Karadeniz’den Adriyatik’e ve hatta bazılarının önesürdüğü şekilde Rusya’ya, Orta Asya ve Çin’e kadar olan bölgede, bölgesel bir (iç) pazar yeniden oluşmaktadır. Macaristan’ın kuzeydoğusundaki Debrecen’den, Avrupa-Asya ticaretinin merkezi İstanbul’a kadar, devletlerin siyasi ve askeri sınır tanımlamalarından farklı bir bölgenin dış çizgileri gözükmeye başlıyor. On yıldan daha uzun bir süredir, eski ticaret yolları bölgede yeniden ortaya çıkarken, mazide kalan şehirler, Balkanlar’da ticaret merkezleri olarak yeniden canlanmaktadır. Geçtiğimiz on yıllık süre içinde, Balkanlar’ın tümünde ve orta ve doğu Avrupa boyunca yeni/eski pazar merkezleri ortaya çıktı. Sonunda, Avrupa-Asya ticaretinin belkemiği İstanbul, yeniden, bütün bölgenin ana ticaret merkezi oldu. Tarih boyunca Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik etmiş ve yaklaşık 2500 yıllık ticari geleneğe sahip olan İstanbul; Balkan dünyasının merkezidir.


Ticaret yolları, üzerinde yalnızca ürünlerin değil, çeşitli kültürlerin dolaşımının da gerçekleştiği kanallardır. Ticaret ve kültür akışları hep birbirine bulanır birlikte hızlanırlar. Balkanlarda yeni bir Rönesans sürmektedir. Yeryüzünün en kültür fışkıran bölgesi olan Balkanlar, 1990’lı yıllardaki geçiş döneminin çalkantılarını geride bırakırken, geçmişte bünyesinde barındırdığı imparatorluklar ve antik dönemden beri süregelen uygarlıkların birikiminden aldığı güçle, yeni bir evrensel kültürü, bölgesel ticaretin dinamizmi ile yaratma yolunda ilerlemektedir… Hedef; “BİR UÇTAN BİR UCA BALKANLAR” olgusunun Türk, Bulgar, Macar, Yunanlı, Romen, Moldayyalı, Arnavut, Boşnak, Sırp, Hırvat, Makedon, Sloven unsurlarının; Mostar’dan İstanbul’a, Gostivar’dan Erzurum’a, Üsküp’ten Bursa’ya, İşkodra’dan Varna’ya, Saraybosna’dan Lefkoşa’ya, İzmir’den Budapeşte’ye, Sofya’dan Konya’ya, İskenderun Körfezi’nden Adriyatik’e, Köstence’den Trabzon’a, Novi Pazar’dan Adapazarı’na, Estergon’dan Iğdır’a, Tuna boylarından Dicle’ye, Fırat’a, Saraybosna’dan Gaziantep’e, Gazimagosa’ya, Balkan Yarımadası’ndan Anadolu Yarımadası’na; “Ege’den Akdeniz’e”, “Karadeniz’den Adriyatik’e” artan dostluk ve işbirliği olmalıdır. Türkiye olarak, 21. yüzyıl’da çeşitli formlar altında yeniden birleşebilecek olan Balkanlar’da, yüzyıllar boyu oynadığımız birleştirici rol mirası, BALKANPAZAR‘ın hayata geçirilmesinde, gerçek bir zenginliktir.

Yeni Akdeniz

0

Yeni Akdeniz neresi, biz bu soruyu kendimize sorduk mu hiç? Pasifik. İşte Kıbrıs işaret verir gibi yapar, o İpekyolu’dur. Batı bütün anlayışını mitolojiler üzerine oturtmuş. Pegasus diyor, bütün markalar mitolojik esintili. Kendi tarihimizi yazalım, etiketlemelerimizi yapalım. İpekyolu hattında Pasifik Okyanusu bizim yol hedefimizdir. Asya’nın bir ucundaki Pasifik bizim ulaşma yolumuzdur. Kıbrıs onun güvencesidir. Neden Yeni Akdeniz? Çünkü Akdeniz’de bütün o bin yıllar boyunca etkileşmelerin gerçekleştiği, limanlar arasında ticaretler yapılıyor.

Aynı ticaretler, aynı sanayiler aynı etkileşimler, iletişimler şu an Japonya’nın Osaka Limanı, Tokyo Limanı, Çin’in limanları, Tayvan’ın, Tayland’ın limanları arasında gerçekleşiyor. Orada büyük bir ekonomik dinamizm var. Eski Akdeniz, Yeni Akdeniz’de yeniden kuruluyor. O zaman Türkler olarak, Nazım Hikmet’in ifadesiyle: Dört nala gelip Uzak Asya’dan. Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan”. Uzak Asya’dan geldik. Kısrak başı, Atatürk’ün ilk hedefi olarak kastettiği odur. O kısrak başı, yani Anadolu yarımadasının Akdeniz sınırları.

O deniz sınırlarının hepsi bizde olacak diyor, onun içinde bir yama olmayacak, düşmana verilecek bir parça olmayacak.

Atatürk’ün kabul etmediği odur. Biz bunu bilelim. Yani, yurtta barış cihanda barışı konuşmayacağız biz, ilk hedefi konuşacağız. İlk hedef nedir? Atatürk’ün dahiyâne stratejik bir öngörüsüdür, bunu bileceğiz. Önümüzdeki yüzyılları kapsayan bir öngörüdür bu.

Yeni Akdeniz ve Limanları

Akdeniz’den Pasifik’e!

Dünyanın merkezi Akdeniz, Akdeniz’in merkezi ise tarihin potası olan Doğu Akdeniz’dir; Türkiye ve Kıbrıs’ın haritadaki konumu kayda değer bir noktadır. 21.Yüzyıl’ın ana hattı Yeni Akdeniz (Pasifik Okyanusu) ile Doğu Akdeniz’i birbirine bağlayan İpek Yolu bağlantısıdır. Mediterranea’nin (Akdeniz) sözlük anlamı “Dünya’nın Ortası”dır.

Sözkonusu üç Akdeniz; Akdeniz Havzası (Mediterrane), Yeni Akdeniz (Pasifik) ve İpek Yolu (Türkistan) coğrafyaları, 21. yüzyıl ile birlikte, Dünyanın Merkezi Kıbrıs” üzerinden birleşmektedirler.

“Yeni Akdeniz” Pazarları

Bir zamanlar dünya ticaretinin büyük kısmının döndüğü yer Akdeniz’di. Bütün ülkeler için o ticaret alanı dâhilinde bir faaliyette bulunmak çok önemliydi. Bu dönemin aktörleri Cenevizliler, Venedikliler ve tabii Osmanlılardı. Bugünün ise “Yeni Akdeniz”i Pasifik’in batı kıyılarında yaşanmakta.

Asya-Pasifik bölgesinde Çin merkezli bir YENİ AKDENİZ oluşmaktadır.

Akdeniz dünyası endüstriyel yenilikçi faaliyetlerin ve müteşebbis inisiyatiflerinin birleştiği bir potaydı.

‘’Akdeniz dünyası’’ sermaye akışının, ticaretin bir araya toplanmasının ve altyapı bağlantılarının ürettiği kuvvetlerin kıyı bölgelerini anakaralarından ayırdığı ve bu mekânı diğer güç yönlerine doğru yeniden yapılandırdığı, bürokratik planlamanın sıkı kontrol mekanizmasını zorlaştıran çok yüzlü bir alandır.

Akdeniz dünyası farklı medeniyet bölgeleri arasında bir bağlantıdır.

Yeni Akdeniz, artık Asya’da canlanmakta. Belli başlı limanları ise dünyadaki en büyük 10 limandan ilk dördü olan Hong Kong, Singapur, Busan ve Kaohsiung ile 6.sırada yer alan Şangay. Bu limanların üçü Çin ekonomik alanında; Hong Kong, Kaohsiung ve Şangay.

Asya-Pasifik’in onyıl içerisinde global GSMH dağılımında birinci sıraya oturacak olması, bu “Yeni Akdeniz” coğrafyasındaki sanayileri büyük bir hızla büyütmektedir.

 

 

 

AfrAsya

0

AFRASYA: Türkiye merkezli AFB Afrasya (Afrika-Asya) Birliği neden olmasın? Mağrip’ten Maveraünnehir’e…

  • AB: Avrupa Birliği (Almanya)
  • AEB: Avrasya Ekonomi Birliği (Rusya)
  • Ş8: Şangay Birliği (Çin)
  • ABD: Amerika Birleşik Devletleri

Harita 1: Bereketli Hilal

2015 en büyüyen 13 ülke listesinde sadece Asya ve Afrika pazarları var.

  • Batı ve Kuzey: (-)
  • Doğu ve Güney (+)
  • AFRASYA ve TÜRKİSTAN çıkışta

2100 yılında en çok nüfusu olan ülkeler sıralaması

  1. Hindistan
  2. Çin
  3. Nijerya
  4. ABD
  5. Kongo
  6. Pakistan
  7. Endonezya
  8. Tanzanya
  9. Etopya
  10. Nijer

Afrika 5 ülke, Asya 4 ülke, Amerika 1 ülke.

Kaynak: Which countries are taking us to a world of 11 billion? World Economic Forum

Population growth in this century will be dominated by Africa. Kaynak: Reddit

Atlantik Avrupası/İngiltere’sinin kilit noktası idi Ortadoğu.

Pasifik Asya’sının kilit noktası ise AFRASYA’dır.

“ABD’nin “babalık” yaptığı Batı ailesi dağılmıştır. Artık Atlantik ötesi berisi değil Afrasya, Afrika ve Pasifik vardır.”

Ne Şangay
Ne Avrasya
Ne Brüksel
Ne Atlantik

Türkiye 3 kıtanın kesiştiği noktadaki yegâne konumu ile yeni bir birliği oluşturmalıdır.

 

Harita 2: Ara Bölge

 

Harita 3: Afrasya: Afrika’lı (Tanca, Fas) İbn Batuta’nın Seyahatleri Haritası

Afrika’da BM 5’in güç mücadelesi kıtanın doğu’sunda İngiltere, batı’sında Fransa ile devam ederken Kara Kıta’da esas mücadele ABD-Çin arasındadır.

Harita 4: Afrika 1914

(Kaynak: Kemal Sayar, 1914 yılında Afrika haritası. Alman, Fransız, Belçika ve İngiliz sömürgesi olarak kocaman bir kıta. Ülkelerin ismine bakın, İngiliz Sudan’ı, Belçika Kongo’su, vb.

KÜRESEL FİKİR MERKEZİ- KIBRIS: AKDENİZ MEDENİYETİ- AFRASYA BİNYILI

Dünya’nın Ortası Akdeniz’in kıyıları hep fikirlerle dolup taşan limanlar ile çepeçevredir; İstanbul, Troya, Milet, Bergama, Halikarnassos, Atina, Selanik, İzmir, Efes, Roma, Barcelona, Beyrut, Pire, İskenderiye, Girne, Magosa, Baf, Hayfa, Trablusgarp, Kasablanka, Tunus, Cezayir, Assos, Hayfa, Yafa, Alanya, İskenderiye, Lazkiye, Tartus limanları büyük düşünürlerin yetiştiği şehirlerdir.

Aristo, Eflatun, Pisagor, İbn Bacce, İbni Tüfeyl, İbni Rüşt, İbnül Arabi, İbni Batuta, İbni Haldun, İsmail Hakkı İzmirli, Bergamalı Muhyiddin Kafiyeci, İshak Efendi (Başhoca), Hilmi Ziya Ülken, Niyazi Berkes gibi evrensel düşünürler Akdeniz Havzası’ndan neşet etmekte olan Afrasya Medeniyeti’nin öncül ışıltılardır, ışık hazineleridir.

Zaman ve Zeminlerin üzerinde kesiştiği Kıbrıs bu kesişmeler hazinesinden ortaya evrensel bir Zihin çıkaracak ve tüm insanlığın ortak kullanımına sunacaktır.

Kendisine ait olmayan dışsal kaynakları kullanarak ancak 500 yıl hakimiyet sağlayan Avrupa Hegemonyasına karşın; Milet ile simgelenen Küçük Asya’nın matematiği, akılcılığı; İskenderiye ile simgelenen Diophantos matematiği, Pisagor bilgeliği (sofyalığı) ve Bağdat ile simgelenen Harezmi matematiği, Beytül Hikme bilgeliği; Dünyanın Merkezi Kıbrıs’ta, 21.yüzyılın başlarından itibaren kendi kaynaklarından neşet etmekte olan Afrasya Binyılı 3.binyıl olarak tarihte yerini almaya hazırlanmaktadır. Eski Mısır, Mezopotamya ve Maveraünnehir’in düşünce zenginliği Kıbrıs adasında yeniden şekillenmektedir.

Bu gelişmelerden bir ada devleti olan Kıbrıs’ın alacağı inanılmaz dersler vardır. Kıbrıs düşünce adası da;

  • Büyük Asya (İpek Yolu, Türkistan, Maveraünnehir, Horasan, Mezopotamya, Rumeli),
  • Küçük Asya (Anadolu),
  • Afrika

düşünce miraslarından beslenerek, Afrasya Binyılı’nın düşünsel merkezi konumuna yükselecektir.

Büyük Asya

0

Yabancı kavramlar kapı dışarı.

  • AB Avrupa Birliği, BOB, Avrasya Birliği, Avrupa, Avrasya,

Orta Doğu.

  • Avrupa, Avrasya, Ortadoğu: Atlantik kavramlarıdır; Yabancıdır.
  • Yabancı kavramlarla düşünmeyelim.

Hedefimiz: BAB: Büyük Asya Birliği.

Stratejimiz; 60 yıllık köhne AB değil, Kadim Asya’nın BAB

Büyük Asya Birliği.

El Bab’a giren Devletimiz

Bab-ı ALİ’den geçmiştir.

Devlet-i ALİ gelmektedir.

 

Büyük Asya

Büyük Asya’nın

Küçük Asya’da

Dile Gelişidir.

Neşet Ertaş.

 

Rus devriminin 100. yılının ardından 2023’te daha da büyük bir dostluğa. Büyük Asya dayanışması.

Yazıtlarımızı karşılaştırsak keşke; kıtalar boyu ruhumuzun incelikleri

  • Büyük Asya (Yenisey-Orhun)
  • Küçük Asya (Ahlat)
  • Avrupa (Eyüp-Rumeli-Balkan)

Attila’dan Bilge Tonyukuk’a Atlantik-Pasifik arası Büyük Asya.

  • Büyük Asya’dan İznik’e ve Üsküdar’a göçümüz 234 Yıllık Muhteşem bir Yürüyüştür. (840-1234)
  • Küçük Asya ve Büyük Asya.
  • Büyük Asya Yazıları.
  • Orta Asya değil; Büyük Asya
  • Orta Doğu değil; Büyük Doğu
  • Coğrafyalarımızı kendi terimlerimizle adlandıralım.

Küçük Asya üzerinden

  • Hazar ile kesişiyor; Kafkasya
  • Avrupa ile kesişiyor; Avrasya
  • Afrika ile kesişiyor; Afrasya
  • 3 kıtanın kalpgâhı Büyük Asya

Büyük Asya İpek Yolu ile Entegrasyon Projeleri

Pasifik Çağı

  • Pasifik Çağındayız artık.
  • Asya yükselişte.
  • Çağdışı Atlantik İttifaklarında (NATO, AB) işimiz ne?

Küçük Asya (Anadolu) ve Büyük Asya elele…

  • Orhon nehrinden Meriç nehrine;
  • Büyük Asya’dan Rumeline;
  • Tonyukuk’dan Cemil Meriç’e
  • Büyük Düşünürlerimize vefa-bekamızı daim kılalım.

Büyük Asya

  • Güney’e yapılan proaktif açılım (Katar, Somali); Doğu’da, Büyük Asya, Asya-Pasifik yönlerine doğru hareketlenmelidir.
  • Büyük Asya’yı defalarca kateden Türkçe kısırlaştırılamaz,kendi içine kapatılamaz, binlerce yıllık sözlüğü itibarsızlaştırılamaz.
  • İngiliz-Rus ortak yapımları olan Avrasya ve Orta Asya tabirleri yerine Büyük Asya ve Türkistan; stratejik coğrafya adlandırmalarıdır.
  • Büyük Britanya-Rusya elele, Büyük Oyun (Great Game) ile Türkistan tabirini Orta Asya’ya dönüştürmüşlerdir.
  • Yeniden Büyük Asya.
  • Yeniden Türkistan.
  • Büyüyen Asya’nın Merkez Ülkesi Türkiye. Büyük Asya ve Küçük Asya.
  • Büyük Asya; Küçük Asya’dan yönetilecek.
  • Büyük Asya yeniden yükselerek 16.yüzyıldaki ihtişamına kavuşma sürecindedir. 500 yıl önceki tarih tekerrür etmededir.

2500 yıllık düşünce tarihimizdeki 30 büyük düşünürümüzün doğum yerleri:

  • Büyük Asya: 15
  • Türkiye: 9
  • Ortadoğu: 3
  • Avrupa: 3

Sorular ve Tespitler

  • Orta Asya yerine Türkistan, Asya tabiri yerine Büyük Asya tabirlerini neden kullanmıyoruz?
  • Türkistan ahalisine Türk yerine Türki demek?
  • Hafıza ve hazinemizdeki Latin ve Arap alfabeleri, Büyük Asya coğrafyasındaki Doğu Medeniyetleri ile yeniden buluşmamızı kolaylaştıracaktır.
  • 17 Türk Devleti, Büyük Asya coğrafyalarında hakimiyet sağladılar.
  • Avrupa’nın 3 büyükleri İngilizler, Almanlar, Fransızlar AB altında iken, Eski Dünya’nın Türkleri, Arapları, Acemleri neden Birliksiz?

Bir Uçtan Bir Uca Büyük Asya;

  • Asya-Pasifik,
  • Orta Asya,
  • Avrasya,
  • Afrasya,
  • Kafkasya,
  • Ön Asya,
  • Küçük Asya,
  • Doğu Asya,
  • Güney Doğu Asya olarak adlandırılan alt coğrafyalardan oluşuyor.

Yükselen Asya – 2025

  • Karadeniz-Hazar Kanalı
  • İstanbul Boğazı
  • Süveyş Kanalı

3 kıtayı, 5 denizi birbirine bağlayacaktır.

Asyalılaşma

  • 2030’larda Büyük Asya Çağı başlayacak, 500 yıldır egemen olan Avrupa Çağı kapanacak.
  • Avrupalılaşma kavramı gündemden düşerken, Asyalılaşma kavramı ile tanışacağız.
  • Türkiye; Atlantik yerine Pasifik Asya’sı ile ittifak yapacak, etkileşime girecek.
  • İstanbul-Şangay işbirliği…

İstanbul

  • ABD-Avrupa-Asya
  • Atlantik’den Pasifik’e
  • Avrupa’yı İstanbul temsil ediyor.
  • Yeni Roma. 3.Roma. Devlet-i Âli

 

Harita: Büyük Asya

 

Türk Kuşağı

0

“O halde Türklerin, Satürn gezegeninin etrafındaki halka ile bu sefer de dünyanın etrafını kuşattıklarını bellememiz lazım. Kuşakda kesinti değil süreklilik vardır. Zamanda ve zemindeki sürekliliği zihnimize taşımadığımız müddetçe bize gün yüzü yoktur.

Türk devletinin stratejisi Türk Kuşağı olmalıdır. Bu strateji tüm devlet yöneticilerine Al Sancak- Kırmızı Kuşak eğitimi ile kazandırılmalı ve kuşak giyme töreni yapılmalıdır.”

“Gen(etik). Geniş Birikim. Gezmek (Gezegen). Gazilik ile kişi de kuşaklanıyor. Beyin ve Bey’lik. El. Bel. Dil. Atalar, dedeler sadece bellerini değil beyinlerini de kuşaklıyordu (sarma kavuk vb.)”

Kuşaklı Bey’in…

Türkler, Satürn gezegeninin etrafındaki halka benzeri bir kuşak ile de dünyanın etrafını kuşatmışlardır. Kuşakda kesinti değil süreklilik vardır. Zamanda ve zemindeki sürekliliği zihnimize taşımadığımız müddetçe bize gün yüzü yoktur. Türk devletinin stratejisi Türk Kuşağı olmalıdır. Bu strateji tüm devlet yöneticilerine Al Sancak- Kırmızı Kuşak eğitimi ile kazandırılmalı ve kuşak giyme töreni yapılmalıdır.

Dünyayı çepeçevre saran bir Türk Kuşağı eserlerinin The British Museum misali müzeleşmesi önemlidir. Türk kuşağı olgusu gerçek iken Çin, Kuşak ve Yol Projesinden bahsedebilmektedir. Oysa Çin’in kuşağı Çin Halk Cumhuriyeti sınırlarını ancak tanıtım ve propaganda ile aşabilmektedir.

Türk Kuşağı

Türk Dünyası değil Türk Kuşağı. Bir elin beş parmağı olarak yola çıkan TÜRK KENEŞİ’nin tüm dünyayı dolanarak bir TÜRK KUŞAĞI’na en kısa zamanda dönüşmesi önem taşımaktadır. Kuşaklaşan kucaklayacaktır. İlişkiler de dünyayı kuşaklar. 132 ülkede yaşayan Türkler dünyada bir Türk Kuşağı oluşumuna yol vermişlerdir.

Tabir ilk kez Oğuz Kağan Destanında bağ terimi olarak gözükürken, yazıtlar ve yazmalarda da kendini göstermiştir. Farabi’de Dünya Devleti ve Kutadgu Bilig’de Kut Kuşağı kavramları kayda değer düşünceler içermektedir. Dil üzerinden gidildiğinde diaspora (Yurtdışı Türkler) ve exonym (Yurt Dışı Türkçe Yeradları) önem kazanmaktadır.

Zeminde nüfus ve dil itibariyle yaygınlık bir Türk Kuşağı oluşumunu ortaya çıkarmıştır. Ayrıca bulunulan zemin üzerindeki uygarlıklar ile uyumluluk, yaygınlığı daha da çoğaltmıştır. Benzer şekilde Hintliler Afrika kıtasında, Latinler Güney Amerika’da yayılmalarına rağmen Çinliler, ABD hariç kendi ülkelerinin dışında yayılamamakta, uyum gösterememektedirler.

Türk Kuşağı dünyanın etrafını 15.000 yıldan buyana Anadolu’daki Karahantepe ve Göbeklitepe’den başlamak üzere 5G teknolojisini aşan etkinlikteki ağlarla sarmaktadır. Türklerin 5G Ağları Bozkır (Step) ve Tarım Kuşağı sentezidir. Listedeki Gaspıralı, Galiyev ve Gumilev Rusya Türklüğünde büyük etkileri olan Türk aydınlardır.

  1.     Göbeklitepe (MÖ 9600-8200)
  2.     Göktürk (552-744)
  3.     İsmail Gaspıralı, 1851-1914,
  4.     Sultan Galiyev  1880-1940
  5.     Lev Nikolayeviç Gumilëv (1912-1992)

Ülkelerinin dışında kalan coğrafyalardaki ülkelerde yeradlarını kendi dillerinde veren ülkeler arasında Türkiye ilk sırada yeralmaktadır. 100 ülkede yeradları Türkçe olarak nitelendirilmiştir.

Yine dil açısından bakıldığında 43 ülkede Türk dili konuşulmaktadır. Bozkır Kuşağı ile birlikte Mançurya’dan Macaristan’a olan coğrafyaları içselleştiren Türkler, Tarım Kuşağı ile birlikte de, Mezopotamya-Anadolu yayını kapsama alanlarına almışlardır. Bütün bu veriler birlikte değerlendirildiğinde ise ortaya çıkan sınırlı bir coğrafyaya hasredilen bir Türk Dünyası değil fakat dünyayı çepeçevre saran bir Türk Kuşağıdır.

Ulu bozkır, içinde barındırdığı milletlerin en büyük okulu olmuştur. Yakıcı güneş, dondurucu soğuk, öldürücü boranlar, geçit vermez dağlar, aşılmaz çöller bozkır insanında çelikten bir irade geliştirmiştir. Motun, Tonyukuk, Cengiz, Temür… İşte bu bozkır okulunun çocuklarıdır. Kaynak: Ali Akar. Twitter. 2 Haziran 2020

Batılı tarihçiler, Türklerin bozkıra hâkimiyetini at binme, yay çekme, ok atma yeteneklerine bağlarlar. Oysa bu hâkimiyetin arkasında binlerce yıllık ög (akıl), ukuş (kavrayış), bilig (bilgi) birikimi vardı. Yayın, okun ve mızrağın gücü bunlardan geliyordu. Kaynak: Ali Akar. Twitter. 31 Mayıs 2020

1500 yıl öncesinden başlayarak bozkır kuşağı boyunca Mançurya’dan Moğolistan’a, Macaristan’a olan alanlarda taşa yazılan yazıtları (Yenisey, Orhun, Altay) buza yazılmışlarcasına unutmak ise hazindir. 500 yıl önce Batı’da geliştirilen matbaanın ülkemize gecikerek girişini büyümsemek ise matbaanın aslında Uygurlarda mevcut olduğunu ve Türklerin basım işlerini 800’lü yıllarda başlatarak bu konudaki ilk örnekleri verdiklerini bilmemek aymazlığıdır ki daha da hazin bir duygudur.

5G: 12.000 yıllık En Geniş Ağlar…

                                                

                                          Step Kuşağı ve Verimli Hilal

 

 

 

 

İş Ocağı

0

[1] Kapğan kağan [yiti] otuz yaşka [ … anda .-erti]. Kapğan Kağan olurtı. Tün udımatı,

[1] Kapğan Kağan yirmi yedi yaşında … orda … • kapğan Kağan oturdu. Gece uyumadı,

[2] küntüz olurmatı. Kızıl kanım töküti kara terimyügiirti işig küçüg birtim ök. Uzun yelmeg yime itim ok.

[2] gündüz oturmadı. Kızıl kanımı döktürerek, kara terimi koşturarak işi, gücü verdim hep. Uzun keşif kolunu yine gönderdim hep.

Tonyukuk Yazıtı, Bilge Tonyukuk, (646-724). (İkinci Taş) Doğu Yüzü

 

işig küçig birtim ök [işi gücü verdim hep]

Orhun Yazıtları, 735

Gaspıralı misyonunun en önemli unsuru İş’te Birlik aksiyonudur ki, Dil ve Fikir Birliği’ni hareketlendiren, pekiştiren unsurdur. Anadolu’nun Türkleşmesi Ahi Evran’ın çarşı ve pazarlarda geliştirdiği Ahi teşkilatlanması (birliği) neticesinde Türkçe tüm Anadolu’nun ortak iletişim dili haline gelmiştir.

İş, kelime olarak Türkçenin ana kavramları arasında yer almaktadır. İlk yazılı metin olan Tonyukuk Yazıtı’nda “gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kızıl kanımı döktürerek, kara terimi koşturarak işi, gücü verdim hep. Uzun keşif kolunu yine gönderdim hep.” denilmektedir. Demek Tonyukuk kan ter içinde kalarak iş güç yapmış, yaptırmıştır. Neticede Tonyukuk aklını, bilgeliğini kullanarak Türklerin birliğini sağlamıştır. Dil, fikir paydasında yapılan işbirliği bağımsızlığın kazanılmasını sağlamıştır. Dilde birliğin olduğunun delili, yazıtta sadece Göktürk alfabesinin kullanılmış ve Bilge Kağan ile Kültigin Yazıtlarında olduğu gibi yazıtların birer yüzlerinde Çince alfabeye itibar edilmemiş olması ile ilgilidir.

İş ile imlenen, devinme, çalışma, yapma, davranma faaliyetlerinin birlik arzetmesi önemlidir. Herkesin herşeyi yaptığı değil, herkesin birlik içinde iş ve bilgi paylaştığı, paydaşlaştığı, iş ağlarındaki insanların derinliğine bilgi sahibi oldukları alanlarda uzmanlaştıkları, düzlemde ise işi ile ilgili kişilerle bilgileri paylaştığı bir modeldir bu. İl: devlet gibi iş de bir ağ mekanizması kapsamında anlam bulmaktadır.

Türk Evi tabirinin kapsayıcılığından hiç de geride kalmayan bir tabir de İş Ocağıdır. Bu tabiri kullanan da Şehit Paşalarımızdan ve ilk savunma sanayicilerimizden Nuri Killigil Paşa’dır.  Ocak da aynı şekilde kök bir kavramdır, od (ateş) ile ilintilidir. Ateş yakılan yer, Türklerde acemi ocağı, asker ocağı, baba ocağı, ocakçı, sağlık ocağı, Aile Ocağı, İstiklal marşı satırlarında dile gelen “sönmeyen en son ocak” ilk akla gelen örneklerdir. Ocak, sürekliliği ve devamlılığı, üretimi simgelemektedir. İşler birlik içerisinde ocak misali sürekli üretilmeli ve güncellenmelidir. Ateş yakılan yer, işler yönünden “sönmeyen ocak”tır.

İş Bankası gibi İş Ocağı da olmalıdır. İş Ocaklarında yaratılan işlerin büyümesinin yolu İş’te Birlik felsefesidir. Oda, eski türkçe otag/otağ (od yanan yer, ocak bulunan yer) dan ota/oda (oturulan yer). İş hayatında oda tabiri sıklıkla kullanılan bir kalıptır; Odalar Birliği, Ticaret Odası, Sanayi Odası vb. tarzında. Ocak tabiri ise kullanılmamaktadır. Ocak (ateş yakılan yer olması nedeniyle), ev, yuva anlamında da söylenir. Yeniçeri Ocağı, Baba ocağı gibi.

Türk geleneğinde çadırlar (otağ/odalar), ocaksız olmamaktadır. İş ocak ve odalarının İş’te Birlik Felsefesi ile donanması ve Oğuz Kağan’ın “Gök kubbe çadırımız, güneş bayrağımızdır”  misyonunun işlerin dünya ölçeğinde teşkilatlandırılması ve etkinleştirilmesi için de bir rehber teşkil etmesi gereklidir.

Türk İş literatürü anılar ağırlıklıdır, işadamlarının teşebbüsleri ile ilgili gözlem ve yenilikleri İş Birliği felsefesi anlayışı ile paylaşarak Bilgiden Birliklere uzanmalılar. Müteşebbislerin bilgileri Mütefekkirlere rehber olmalıdır.

Türkiye’nin bölgesel pazarlara yönelik işbirliği ve bölgeselleşme stratejisinin Türk Sanayi Sektörlerince derinleştirilerek uygulanma süreci ile birlikte TÜRK SANAYİCİLİĞİ’nin önüne yeni FIRSATLAR açılmaktadır.

Türkiye merkezli SANAYİ, 1.4 milyar nüfuslu bir bölgenin (Avrupa, Avrasya) tam ortasında yer alırken, hangi bölge ülkeleri ile Doğu Asya’daki örneğe benzer bir işbirliğine gidileceğinin tespiti, Türkiye içindeki ve bölgedeki işbirliğinin sınai firmalar tarafından uygulanması temel bir stratejik tercih olacaktır. Böyle bir uygulama Türk Dericiliğine sıçrama niteliğinde bir büyüme yaratarak, tabakhanelerdeki mevcut atıl kapasitenin tam kullanımını sağlayacak, deri ürünler sanayilerinin ise büyümeye devam etmelerinin güvencesi olacaktır.

Her iki kıtadan özellikleri bünyesinde taşıyan yükselen Afrasya’nın merkez ülkesi Türkiye’nin sanayiciliği ise, içinde bulunduğumuz küresel çağın, iki dinamik süreci olan bölgeselleşme/bölgesel işbirliği ve dolayısıyla Afrasyalaşma süreçlerine kendini hızlı bir biçimde uyarlamak suretiyle, benzer ihracat performansını gösterebilecektir.

Küreselleşme olgusunun büyük yoğunluğuyla toplumlar üzerindeki etkisi sürerken, bir başka olgu bugünün dünyasında hızla yeni modelleri yaratıyor; bölgesel kalkınma ve bölgesel işbirliği projelerinin geliştirilmesi, bölgesel olarak ölçek ekonomisine uygun daha rekabetçi bir sonuç alınmasını sağlıyor. Küreselleşmenin yolu bölgeselleşme den geçmektedir. Bölgesel kalkınma ve bölgesel işbirliği konusu, yeni dönemin gelişmesi içerisinde büyük önem taşıyan iki konu olarak karşımıza çıkıyor, uluslararası trendlere uygun davranmak isteyenlerin düşünce modelleri içerisine yerleştirmeleri gereken bir konu oluyor.

Tek tek sorunlarına çözüm bulamayanlar, tek tek küresel üretim için ölçekleri yeterli olmayanlar, içinde bulundukları bölgede, komşu oldukları ülkelerle, kurumlarla işbirliği yaparak, güç birlikleri ve bölgesel katılımlarla bölgenin ve havzanın bir bütün olarak değerlendirilmesiyle varabilecekleri sonuçları araştırıyorlar. Bölgede ortak olarak yaratılacak sinerji eski dönemlerin tam tersine bir gelişmeye açık olmayı gerektiriyor. Bölge ve havza içerisinde yaratılacak başarı, güçlerin birbirine eklendiği bir model yaratılmasına bağlıdır. Bölgesel işbirliği bugün uluslararası boyutta çok daha büyük önem taşıdığı gibi, çok daha büyük imkanlara da fırsat yaratabiliyor.

İşbirliği ile rakipler birbirlerine tedarikçi olacaklardır.

Seyahatnâme. Yollarda Dünya Âlem

0

Asya, Afrika, Latin Amerika, Avrupa kıtalarında ve Ortadoğu bölgesinde Nisan 1987’den başlayarak ihracat ve yatırım amaçlı seyahat yaptığım ülkeler.

ASYA-PASİFİK

  • Çin
  • Tayvan
  • Hong Kong
  • Kore
  • Japonya
  • Endonezya
  • Pakistan
  • Hindistan
  • Tayland
  • Singapur

AVRUPA

  • Yunanistan
  • Bulgaristan
  • Makedonya
  • Romanya
  • Polonya
  • Macaristan
  • Slovakya
  • İtalya
  • Fransa
  • Almanya
  • İngiltere
  • Kosova

ORTADOĞU

  •  Suriye
  • Lübnan
  • Katar
  • Arabistan
  • İran

AFRİKA

  •  Tunus
  • Mısır
  • Etopya

GÜNEY AMERİKA

 Brezilya

 

Dış Dünya

0

Tagore

0

Bengal dilinin, Hindistan’ın ve çağdaş Dünya Edebiyatı’nın en büyük isimlerinden olan Rabindranath Tagore, Kalküta şehrinde 7 Mayıs 1861 yılında dünyaya geldi. Çevresindekiler Üstad diyorlardı Tagore’ye, Gandhi ise Büyük Kılavuz diye selamlıyordu onu. Kendisi ise şair, bilge anlamına gelen Kavih adını benimsiyordu. 7 Ağustos 1941’de doğduğu şehir Kalküta’da yaşama veda eder.

Tagore, oğlu, iki kızı ve geliniyle

Tagore ve Gandhi, 1940

Siyasetçi kimliğinin yanında, şair, yazar, çevirmen olan Bülent Ecevit, Gitanjali’yi henüz 16 yaşındayken Türkçe’ye çevirmiştir.

Bugün yaşamayan Sanskritçe, eski Hint seçkinlerinin kullandığı bir dildi. Osmanlı’dan benzetme yapmak gerekirse, eski Hintliler’in bir tür Divan Edebiyatı dili gibiydi ve yalnızca din adamlarıyla üst kastlar gibi dar bir çevre tarafından kullanılıyordu. Buradan giderek, Sanskritçe’nin dar bir çevreye seslenen edebiyat ve kültür dili olduğu söylenebilir. Bu yüzden de eski Hint Edebiyatı’nın en önemli kollarından biri, Sanskrit Edebiyatı olarak anılıyordu. İlk defa M.Ö. birinci yüzyılda yazılı eserlerini veren bu dil binli yıllarda kastların yavaş yavaş yok olmaya başlamasına paralel olarak önemini yitirdi. Bugün ise sadece eski Hint Edebiyatı’na meraklı kişiler tarafından yaşatılıyor.

Ecevit, Dabindranath Tagore’la 14 yaşında tanıştı. Babasının okuduğu “Bahçıvan” adlı bir şiir kitabıyla Hint kültürünü tanıdı. Sebati Ataman’ın çevirdiği “Postane” adlı piyesini okudukça Hint Edebiyatı ve felsefesine olan ilgisi daha da arttı. Robert Koleji’nde okuduğu dönemde Tagore’un yazdığı ve Nobel Edebiyat Ödülü aldığı destanı Gitanjali’yi okudu. İngilizcesini okuduğu Gitanjali’yi Türkçe’ye çevirmeye karar verdi. Kitabı nesir olarak değil, şiir şeklinde Türkçe’ye aktardı.

Bülent ECEVİT (1925-2006)

1946 yılında Ecevit, Londra Basın Ataşeliği’nde mali kâtip olarak çalışmaya başladığında boş zamanlarını Bengalce ve Sanskritçe öğrenimine ayırdı. London School of Oriental and African Studies’e giderek bir süre dil dersi aldı. Bengalce’yi öğrendikçe Hint kültürü ve felsefesine hayranlığı büsbütün arttı. Bengalce’yi öğreten hocası Miss. Summers’tan dili doğrudan Gitanjali’yi çevirmeye başlatarak öğretmesini istedi. Hocasının olumlu bakması üzerine hem dil öğrenimini sürdürürken, hem de Tagore’un dokuz şiirini çevirme olanağı buldu.

Başbakan Ecevit’in, Hindistan gezisinde dilinden düşürmediği ve “43 yıldır siyasette kalabilmemin sırrı” dediği ünlü Hint destanı Bhagavad Gita, bilinmeyen bir tarihte yaşanan ve tam dört milyon askerin katıldığı bir savaşı anlatıyor. Ecevit, ünlü fizikçi Einstein, Alman yazar Herman Hesse ve psikanalist Carl Jung gibi isimleri de derinden etkileyen Bhagavad Gita’yı Sanskritçe aslından okuyup çevirmiş. Destanın ilginç bir yönü de mistik görünümüne karşın son derece laik görüşleri savunması.                                                                                                   Destan şöyle başlıyor: “Efendi Krişna şöyle dedi: Benzetmek gerekirse kökleri yukarı, dalları aşağı bakan ağaç yok olmaz. Bu sözler de o ağacın dalları gibidir. Bunları anlayan hayatın bilgisini de anlar.”                                                                                            

Ve muhtemelen Ecevit’in siyasetteki uzun ömrünü ve her düşüşten sonra yeniden dirilişinin sırrını açıklayan 15. bölümden bazı dizeler: “Sanjaya şöyle dedi: Arjuna yayı ile oklarını bir kenara attı ve içinde bulunduğu büyük üzüntünün ezikliği ile savaş arabasının yanına çöktü. Gözleri üzüntüden yaşlarla dolmuştu.” “Efendi Krişna şöyle dedi: Ey Arjuna, şu içinde bulunduğun kriz anında bu görüntün nereden çıktı? Bu yaptığın onurlu insana yakışmıyor.”  “Efendi Krişna şöyle devam etti: Eyy Arjuna, yenilgiye teslim olma. Bu sana yakışmıyor. Kalk ve kendine gel… ”    

Kaynak: İsmail Hakkı. Ecevit’in Sırrı Sanskritçe’de. Milliyet

Artık Gidiyorum

Artık gidiyorum,
Beni uğurlayan kardeşlerim,
Hepinize eğilerek ayrılıyorum.
Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum,
Uzun zaman komşuluk ettik ama
verebildiğimden çok aldım.
Şimdi gün ağardı,
karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü,
Bir davet geldi ve ben yol için hazırım.
Bu ayrılık gününde bana bol şans dileyin
arkadaşlarım,
Beraberimde ne götüreceğimi sormayın.
Seyahatime boş eller
ve ümid eden bir kalple çıkıyorum…

(Çeviri: Bülent Ecevit)

Kaynak: Bülent Ecevit. Gitanjali İlâhiler, İş Kültür Yayınları.

Yunus Emre

0

700’lü yıllarda Yenisey Yazıtları ve Orhun Yazıtları ile başlayan yazınımız Yunus Emre (ö.1321) ile zirvesine ulaşmıştır. Sözler ile yaşanan, aktarılan bir hazine olan Türkçe bu 6 yüzyıllık dönemde olgunlaşarak, paha biçilmez hazineler yazı diline aktarılmıştır. Yunus Emre’de en üst düzeye çıkan insan anlayışımız bizi çağlar boyu diri tutmuştur.

Türk insanının değerleri Büyük Asya ve Küçük Asya coğrafyalarında yoğrulmuştur. Destanlardan ve mezar taşlarından, ardından da yazıtlardan başlayarak ilk yazılı Türkçe kitap Kutadgu Bilig’e kadar insan ve değerleri inceden inceye işlenmiştir.  Kişi ve eser adlarında, içeriklerinde sürekli bilge ve bilgelik vurgusundaki maksat, kişiliğin işlenmesindeki mükemmeliyetçilik kaygısıdır.  11.yüzyılda Küçük Asya’ya giren Türkler burada onbin yıllık bir yerleşik kültür geleneği ile karşılaştılar. Gelişlerinden iki yüzyıl sonra ise Yunus Emre gibi çağlar üstü bir değeri ortaya çıkardılar.

Büyük Asya’daki binlerce yıllık birikim, Maveraünnehir ve Horasan üzerinden Anadolu’ya taşındığında, aynı kavramsal çerçeve süreklilik arzetmiştir. Sözkonusu birikimin en yüksek olarak dile getirildiği yer ise Yunus Emre’nin yaşadığı Eskişehir topraklarıdır. Sibirya bataklıklarından Sakarya Nehrine taşınan aynı insanlık anlayışıdır. Kesintisiz bir süreklilik ile Yunus’da dile gelmektedir. Küçük Asya coğrafyasındaki onbin yıllık yerleşimin getirdiği yegâne kültür birikimi ve insan çeşitliliği, Türklerin yarımadaya gelişleri ile birlikte evrensel bir senteze kavuşmuştur.

Kişi ve Kamu, kendileri olabildiklerinde mekânlar (hava, yer, deniz) kuşaklanmış olacaktır. Kilit kavramdır kendilik. Kavramı en çok kullananlar Bilge Tonyukuk, Yunus Emre ve Osmanlılar olmuştur.

Tonyukuk’un satırlarına yansıyan ifadeler kendilik literatürünün en şiirsel ve iddialı ifadeleridir. Daha ilk satırda kendisini ortaya koyar ve son satıra kadar bu şekilde devam eder. “Ben Bilge Tonyukuk” kendiliğin en özlü bir ifadesidir.

Tonyukuk’dan sonra kavramı en sık ve vurgu ile kullanan bu kez tasavvuf öncülerimizden Yunus Emre’dir ve kendi içine yönelerek, “bir ben vardır benden içeri” ifadesiyle o içsel değerleri dışa çıkartma çabasında olur.

Kişi ve Kamu Sentezi

Kavrama ilk kez Oğuz Kağan Destanında rastlarken, en yoğun kullanım ise Farabi ve Yunus Emre’de gözükmektedir. Gözetilen bütünlük ve birliktelikten doğacak olan enerjidir. Türkler kişinin özgürlüğünü ve toplumun birlikteliğini, bütünlüğünü devlet yapıları altında kaynaştırma konusunda gözetici olmuşlardır. Hep batıya doğru yol alan Türkler, Çin, Rusya, İran gibi doğu toplum ve devlet yapılarından da farklılaşmışlardır.

Kişinin özgürlüğü ve kamunun kapsayıcılığı aynı önem seviyelerindedir. Yunus Emre’nin deyişince Kamu, Âlem’dir bize. Âlem, Kamu olarak tanımlanmıştır. Dışımızdaki dünya bir âlem’dir. Âlem bizleri kavrayan ve kapsayandır. Farabi’de de âlem-insan ilişkisi kurularak, etkileşimlerine vurgu yapılmıştır.

Yazıtlar, Kutadgu Bilig, Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli gibi kurucu düşünürlerimizin eserlerindeki kişiler, kamu adına kaygıları, dertleri olan insanlardır.  Kendimizi, kendi insanımızı, halkımızı iyi tanımamız önem taşımaktadır.

Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarında ilk kez karşımıza çıkan Kamu kavramı, Kutadgu Bilig ve Divan-ı Lugat it Türk’de de karşımıza çıkmaktadır. En yoğun kullanım ise kendi kavramında olduğu gibi, yine Yunus Emre ile dile gelmektedir.

Pasifik kıyılarına yaslanmış Hunlarla başlayan Türklerin gök yolculuğu‘nun zirvesi 1400 yıl sonra küçük Asya’da Anadolu’da yaşanacaktır. Bu zirvenin adı da Yunus Emre’dir. Yunus Emre kullandığı Türkçe tasavvuf kavramları ile içimizdeki göğü aydınlatmış, kamu âlemdeki insanları birbirine bir kılmıştır. Yunus ile birlikte göğ ekini biçmiştir. Göğün aydınlattığı gönün içindekidir, gönüldür. Gönül kumaşı ise gökte dokunmuştur.

Yunus Emre’nin çağdaşı Mevlana’da da Sema (Gök) ayinleri ile Semazenlerle görselleştirilen Mesnevi de gökteki sırlarla ilişkilidir.

Mevlana, Yunus, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Âşık Veysel, Neşet Ertaş halkın içinden çıktılar, halk filozofları oldular.  Orta Anadolu  türküleri  ve müzik geleneğinin kökleri Orta Asya’da halkın geliştirdiği düşünceler ve sanatlarla ilişkilidir. Doğaçlama anlatımı ile sürekli filozofik bilgelikler dile getirilmektedir.

Yunus Emre, tasavvufu, halk seviyesinde, halk diliyle ortaya koyuyordu. Mevlâna ise, “Mesnevi”siyle, farsça olarak yüksek tabakaya hitap ediyordu ama Mevlâna ile Yunus Emre’nin dünya ve din görüşleri birbirinin hemen hemen aynıydı. Eski Türk kültürü, halk kültürüyle ve yüksek kültürle beraber o çağın mahsülüdür. Bundan dolayı eskiyi değerlendirirken ikisini beraber değerlendirmek gerekir.

Türkistan/Horasan – Endülüs Sentezi: Türkistan/Horasan Tasavvufu ardından Anadolu ve Rumeli’ne sıçrayarak Demir Baba/Sarı Saltuk/Yunus/Mevlana/Hacı Bektaş çizgisine ilaveten Endülüs’ten hicret eden İbnül Arabi ile mücadeleci de bir kimliğe bürünecek, kolonizatör Dervişler her iki kıtayı da tekke, zaviye ve dergâhlarla şenlendirerek hem müteşebbis hem de mütefekkir olmanın birlikteliğini yaşatacaklardır.

Maya (Yusuf Has Hacip. Yesevi. Yunus)

Atatürk’ün ölümünden sonra izlenen yeni politika çerçevesinde, eski Yunan esas alınmış batıdaki Avrupa’daki hümanizm kavramı ithal edilerek büyük bir yabancılaşma çerçevesinde bize ait olmayan bir akım Türk düşünürlerine yansıtılmaya çalışılmıştır. Buradaki Türk düşünürleri en başta Yunus Emre, Mevlana olmak üzere hümanist olarak adlandırılmıştır. Türk sözde düşünürleri kendi tarihlerini araştıracaklarına, 1600’lü yıllarda Avrupa’da bir akım haline gelen Hümanizmi olduğu gibi taklit ederek okul müfredatlarına Eski Yunan’ı yerleştirmişlerdi.

Sekizinci yüzyıla rastgelen yazıtlar dönemindeyse Bilge Tonyukuk, Bilge Kağan, Kül Tigin yazıtlarında kavramların çoğunluğunun metinlerde yer aldığını görmekteyiz. Yazıla, yazmalar dönemine geldiğimizde ise kavramların yedisinin de hem Farabi’de hem de Yunus Emre de söz konusu edildiğini görmekteyiz.

İç Asya’nın ve Küçük Asya’nın bozkırları bu açıdan bakıldığında göklerle irtibatın sağlandığı engin mekânlar, halkın düşünce kaynağı alanlar olmuştur. Halktaki düşünceler de düşünürleri beslemiştir. İç Asya’daki İpek Yolu bozkırları ve Küçük Asya’daki Kapadokya bölgesi ve civarı alanlar Eskişehir, Ankara, Konya, Kırşehir, Niğde, Nevşehir hattı içeriği en zengin eserlerin verildiği sahalar olmuştur. Aklımıza gelen ilk örnekler Yunus Emre, Mevlana, Hacıbektaş Veli hep bozkırda yetişmiş düşünürlerdi.

Türk İnsanı’nı tanımladığımız Kişi, Kendi, Könül, Kamu, Kuşak, Kök, Küç kavramlarını destanlar, yazıtlar ve yazmalarımız açısından değerlendirdiğimizde söz konusu 7 kavramın tamamını kullanan iki yazarımızın olduğunu görmekteyiz: Farabi ve Yunus Emre.

İnsan kavramını merkeze alan düşünürlerimiz Farabi ve Yunus Emre’dir

Yunus’un “bir ben var bende benden içeri” dizesi ile insanın benliğinin içsel özü olan kişiliği ve kişiliğin de kendiliği dile getirilmiştir.

Yunus, “kişi, kendi, kamu” örgüsündeki insan anlayışımızın sentezini yapmış bir bilge düşünürümüzdür, Divan-ı Lugat it Türk’teki tabir ile “yügrük bilge”mizdir. Türklerin yazılı sözlü eserlerinde sürekli “kişi, kendi, kamu” örgüsü işlenmiştir. Sözkonusu örgüde iki bileşen (kişi, kendi) bir senteze (kamu) yol vermektedir.

Savaşı kazanan Atatürk ardından düşmanları olan Trikopis ve Venizelos’a sevgi ve dostluk elini uzatarak Yunus Emre misyonunu devam ettirmiştir.

Eskişehir doğumlu Yunus Emre ile 1200’lü yıllarda evrensel manada yorumlanan insan varlığı 1900’lü yıllarda bu kez Eskişehir-Polatlı çizgisinde cereyan eden Sakarya Savaşında 22 gün 22 gece boyunca Atatürk’ün önderliğindeki ölüm kalım savaşının öznesi olmuştur. Yunus Emre’nin şiirleri ile gönüllere işlediği insan felsefesini, Atatürk bu kez savaş ve strateji ile kan ve gözyaşı ile kahramanca kazanmasını bilmiştir. Eskişehir-Polatlı aslında Yunus Emre ile Atatürk’ü aynı insaniyet noktasında biraraya getiren alınyazısı ve kader çizgisi olmuştur.

23 Nisan 1920’de dünyaya ilan edilen Türk insanının egemenliğinin ilk neticesi Sakarya Zaferi olmuştur. İnsan onurumuzun başlangıç noktasından yola çıktıktan sonra ilk zaferin kazanılması kısa sürede gerçek olmuştur. Yüzüncü yılının içinde olduğumuz bu onur önümüzdeki binyılların da mihenk taşıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eski Dünya Asya’dan Eskişehir’e uzanan Türklerin yolculuğu aynı topraklarda yeni bir dünyanın ve yeni bir insanın kurtuluş ve kuruluş mücadelesine tanıklık etmiş, Sakarya Savaşı’ndan bir yıl sonra yinelenen zafer ise Eski Yunan’ın demokrasi, felsefe, düşünce gücü ilkelerini kendisine güya ilke edinen saldırgan Batı’nın ikiyüzlülüğünü ortaya koymuştur. Eski Yunan kaybederken Yeni Türkiye küllerinden doğmayı bilmiştir.