Ana Sayfa Blog Sayfa 62

İş’de Birlik ve İş Ocağı

0

(İkinci Taş)

Doğu Yüzü

[1] Kapğan kağan [yiti] otuz yaşka [ … anda .-erti]. Kapğan Kağan olurtı. Tün udımatı,

[1] Kapğan Kağan yirmi yedi yaşında … orda … • kapğan Kağan oturdu. Gece uyumadı,

[2] küntüz olurmatı. Kızıl kanım töküti kara terimyügiirti işig küçüg birtim ök. Uzun yelmeg yime itim ok.

[2] gündüz oturmadı. Kızıl kanımı döktürerek, kara terimi koşturarak işi, gücü verdim hep. Uzun keşif kolunu yine gönderdim hep.

Tonyukuk Yazıtı, Bilge Tonyukuk, (646-724)

işig küçig birtim ök [işi gücü verdim hep]

Orhun Yazıtları, 735

Gaspıralı misyonunun en önemli unsuru İş’te Birlik aksiyonudur ki, Dil ve Fikir Birliği’ni hareketlendiren, pekiştiren unsurdur. Anadolu’nun Türkleşmesi Ahi Evran’ın çarşı ve pazarlarda geliştirdiği Ahi teşkilatlanması (birliği) neticesinde Türkçe tüm Anadolu’nun ortak iletişim dili haline gelmiştir.

İş, kelime olarak Türkçenin ana kavramları arasında yeralmaktadır. İlk yazılı metin olan Tonyukuk Yazıtı’nda “gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kızıl kanımı döktürerek, kara terimi koşturarak işi, gücü verdim hep. Uzun keşif kolunu yine gönderdim hep.” denilmektedir. Demek Tonyukuk kan ter içinde kalarak iş güç yapmış, yaptırmıştır. Neticede Tonyukuk aklını, bilgeliğini kullanarak Türklerin birliğini sağlamıştır. Dil, fikir paydasında yapılan işbirliği bağımsızlığın kazanılmasını sağlamıştır. Dilde birliğin olduğunun delili, yazıtta sadece Göktürk alfabesinin kullanılmış ve Bilge Kağan ile Kültigin Yazıtlarında olduğu gibi yazıtların birer yüzlerinde Çince alfabeye itibar edilmemiş olması ile ilgilidir.

İş ile imlenem, devinme, çalışma, yapma, davranma faaliyetlerinin birlik arzetmesi önemlidir. Herkesin herşeyi yaptığı değil, herkesin birlik içinde iş ve bilgi paylaştığı, paydaşlaştığı, iş ağlarındaki insanların derinliğine bilgi sahibi oldukları alanlarda uzmanlaştıkları, düzlemde ise işi ile ilgili kişilerle bilgileri paylaştığı bir modeldir bu. İl: devlet gibi iş de bir ağ mekanizması kapsamında anlam bulmaktadır.

Türk Evi tabirinin kapsayıcılığından hiç de geride kalmayan bir tabir de İş Ocağıdır. Bu tabiri kullanan da Şehit Paşalarımızdan ve ilk savunma sanayicilerimizden Nuri Killigil Paşa’dır.  Ocak da aynı şekilde kök bir kavramdır, od (ateş) ile ilintilidir. Ateş yakılan yer, Türklerde acemi ocağı, asker ocağı, baba ocağı, ocakçı, sağlık ocağı, Aile Ocağı, İstiklal marşı satırlarında dilegelen “sönmeyen en son ocak” ilk akla gelen örneklerdir. Ocak, sürekliliği ve devamlılığı, üretimi simgelemektedir. İşler birlik içerisinde ocak misali sürekli üretilmeli ve güncellenmelidir. Ateş yakılan yer, işler yönünden “sönmeyen ocak”tır.

İş Bankası gibi İş Ocağı da olmalıdır. İş Ocaklarında yaratılan işlerin büyümesinin yolu İş’te Birlik felsefesidir. Oda, eski türkçe otag/otağ (od yanan yer, ocak bulunan yer) dan ota/oda (oturulan yer). İş hayatında oda tabiri sıklıkla kullanılan bir kalıptır; Odslar Birliği, Ticaret Odası, Sanayi Odası vb. tarzında. Ocak tabiri ise kullanılmamakktadır. Ocak (ateş yakılan yer olması nedeniyle), ev, yuva anlamında da söylenir. Yeniçeri Ocağı, Baba ocağı gibi.  Türk geleneğinde çadırlar (otağ/odalar), ocaksız olmamaktadır. İş ocak ve odalarının İş’te Birlik Felsefesi ile donanması ve Oğuz Kağan’ın “Gökkubbe çadırımız, güneş bayrağımızdır”  misyonunun işlerin dünya ölçeğinde teşkilatlandırılması ve etkinleştirilmesi için de bir rehber teşkil etmesi gereklidir.

Türk İş literatürü anılar ağırlıklıdır, işadamlarının teşebbüsleri ile ilgili gözlem ve yenilikleri İş Birliği felsefesi anlayışı ile paylaşarak Bilgiden Birliklere uzanmalılar. Müteşebbislerin bilgileri Mütefekkirlere rehber olmalıdır.

Türkiye’nin bölgesel pazarlara yönelik işbirliği ve bölgeselleşme stratejisinin Türk Sanayi Sektörlerince derinleştirilerek uygulanma süreci ile birlikte TÜRK SANAYİCİLİĞİ’nin önüne yeni FIRSATLAR açılmaktadır.

Türkiye merkezli SANAYİ, 1.4 milyar nüfuslu bir bölgenin (Avrupa, Avrasya) tam ortasında yer alırken, hangi bölge ülkeleri ile Doğu Asya’daki örneğe benzer bir işbirliğine gidileceğinin tespiti, Türkiye içindeki ve bölgedeki işbirliğinin sınai firmalar tarafından uygulanması temel bir stratejik tercih olacaktır. Böyle bir uygulama Türk Dericiliğine sıçrama niteliğinde bir büyüme yaratarak, tabakhanelerdeki mevcut atıl kapasitenin tam kullanımını sağlayacak, deri ürünler sanayilerinin ise büyümeye devam etmelerinin güvencesi olacaktır.

Her iki kıtadan özellikleri bünyesinde taşıyan yükselen Afrasya ‘nın merkez ülkesi Türkiye’nin sanayiciliği ise, içinde bulunduğumuz küresel çağın, iki dinamik süreci olan bölgeselleşme/bölgesel işbirliği ve dolayısıyla Afrasyalaşma süreçlerine kendini hızlı bir biçimde uyarlamak suretiyle, benzer ihracat performansını gösterebilecektir.

Küreselleşme olgusunun büyük yoğunluğuyla toplumlar üzerindeki etkisi sürerken, bir başka olgu bugünün dünyasında hızla yeni modelleri yaratıyor; bölgesel kalkınma ve bölgesel işbirliği projelerinin geliştirilmesi, bölgesel olarak ölçek ekonomisine uygun daha rekabetçi bir sonuç alınmasını sağlıyor. Küreselleşme nin yolu bölgeselleşme den geçmektedir. Bölgesel kalkınma ve bölgesel işbirliği konusu, yeni dönemin gelişmesi içerisinde büyük önem taşıyan iki konu olarak karşımıza çıkıyor, uluslararası trendlere uygun davranmak isteyenlerin düşünce modelleri içersine yerleştirmeleri gereken bir konu oluyor. Tek tek sorunlarına çözüm bulamayanlar, tek tek küresel üretim için ölçekleri yeterli olmayanlar, içinde bulundukları bölgede, komşu oldukları ülkelerle, kurumlarla işbirliği yaparak, güç birlikleri ve bölgesel katılımlarla bölgenin ve havzanın bir bütün olarak değerlendirilmesiyle varabilecekleri sonuçları araştırıyorlar. Bölgede ortak olarak yaratılacak sinerji eski dönemlerin tam tersine bir gelişmeye açık olmayı gerektiriyor. Bölge ve havza içersinde yaratılacak başarı, güçlerin birbirine eklendiği bir model yaratılmasına bağlıdır. Bölgesel işbirliği bugün uluslararası boyutta çok daha büyük önem taşıdığı gibi, çok daha büyük imkânlara da fırsat yaratabiliyor.

İşbirliği ile rakipler birbirlerine tedarikçi olacaklardır.

Hindistan

0

Hind kıtası ile ilk tanışıklığım 1995 yılında Pakistan’a ger­çekleştirdiğim iş seyahati ile başlamıştı. Özellikle Lahor kentinde gördüğüm kiremit rengindeki yüksek duvarlı devasa tarihi yapılar ve otel odasında gördüğüm kitapçıkta bahsedilen Mugal İmpa­ratorluğu ibaresi bende ilk sorgulamalara yol açmış ve devam eden iş seyahatlerimde Multan ve Sialkot izlenimlerim Hind dünyasına olan ilgimi daha da arttırmıştı. Nihayetinde 2016 ve 2017 yıllarında Hindistan’da Tamil Nadu bölgesine ve dönüş yolunda Mumbai (Bombay) kentine iş seyahatlerim neticesinde izlenimlerimi kitaplaştırmaya karar vermiştim.

Hint, hem bir dünya hem de kıtadır. Diller, dinler, devletler ve düşüncelerin bitmez tükenmez menbaıdır.

İlk seyyahımız Bîrûnî’nin 1017 de başladığı Hint seyahatleri (1017-1030) bininci yılını tamamlamış bulunmaktadır; Tahkiku Malil Hind olarak kitaplaşmıştır. Hindistan misyonu 16. yüzyılda Babür Şah (1483-1530) tarafından Babürname (1526-28) ve Seydi Ali Reis (1498-1562) tarafından Mirat’ül Memalik (1554) olarak kitaplaştırılmıştır.

İngilizlerin Sub-Continent (Alt Kıta) dedikleri, Türk’ün Bîrûnî ve Seydi Ali Reis ile seyyah ederek seyrine doyamadığı Hint kıtasıdır, Mirat’ül Memalik’tir ki Mahal Hatun’un sevgisi hürmetine taçlanmış; Tac Mahal ile sonsuza değin Hint kıtasının biricik süsü olmuştur.

Afrika-Asya yüzyılının ayak seslerini giderek daha sıklıkla duyduğumuz 21. yüzyılın ilk onyılları, Eski Dünya’nın hâtıralarını Asya’nın iç kısımlarından başlayarak birlikte yâd eden bu sıcak­kanlı insanların ortak enerjileri, Yeni bir Dünya’nın meydana getirilmesi çabalarındaki katkıları sonsuz fırsatlar içermektedir.

Ortaklaşa mirasımız bir Hint buluşu olan sıfır rakamını matematik işlemlere uygulayarak yeni bir çağı başlatan Hive doğumlu Özbek Türk’ü Harezmî’nin, sıfır üzerinden yaptığı biri, on, yüz, bin, milyon yaparak neticede sonsuzluğa uzanan; bilim ve inancı birlikte yoğuran üretken ve sapasağlam bir temel ortak paydadır.

Hem Türkistan, hem de Hindistan’a, bizleri besleyen BÜYÜK ASYA’daki iki ana kaynağa da maalesef uzak ve mesafeliyiz. Mesafeleri bir nebze olsa da kısaltmak maksadıyla Hindistan’a yaptığım iki seyahatin fotoğraflarını ve gözlemlerini biraraya getirdim, literatürümüzü inceleyerek, Hint Dünyası’na erişmeye çabaladım.

Hindistan Seyahatnamesi’nde 2016 ve 2017 yıllarında Hin­distan Seyahatimizin gözlem ve fotoğrafları paylaşılmıştır.

Her kimler akıl etti ise biz Türkleri köklerine karşı feci bir biçimde yabancılaştırmışlar. Hind kıtasının kuzeyinde yeralan Lahor kentini 1995 yılında ve en güneyinde yeralan Coimbatore kentini 2016-17 yıllarında ziyaretimde, bu şehirlerin ata yadigârı olduğunu bilmiyordum. Türk İmparatorlukları hanedan adlarına indirgenerek bizlere yabancılaştırılmıştı. 3 kıtadaki İmparatorlu­ğumuza Osmanlı Hanedanı ve Altkıtadaki İmparatorluğumuza ise Mugal Hanedanı olarak yabancılaşmıştık.

İlk seyyahımızın da Bîrûnî olduğunu bilmez olmuştuk. Gene de suçu bizler kendimizde arayalım. Dünyayı bir kuşak olarak saran Türk diyarlarını seyyah edelim, yazıp gelecek kuşakları­mıza da emanetlerimizi bırakalım.

Fikirlerimizin tükenmez pınarı TÜRKİSTAN diyarlarındaki ve HİNT’erlandındaki Bilgelerimizin nurlarıyla aydınlanmak ümidiyle.

Hindistan seyahatlerimin gözlemleri ve Hindistan literatürü birlikte değerlendirilerek yazılan Hindistan Seyahatnamesi – Hind Kıtası kitabı, Hint-Avrupa sınıflamaları ve Hindiçin coğrafyalarının önüne Hindistan, Türkiye, Türkistan sacayağını konumlandırıyor. Büyük Asya yüzyılı da efkâr dağıtarak hayatı hürriyet ile anlamlandıran Türk ve Hintlilerin dinamizmi ile canlanmaktadır.

Avrupa’nın zihni (düşünce) kazanımları nasıl Güney Asya, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika gibi yollardan devşirilmiş ise, Türklerin benzer kazanımları da çoban ateşlerinin peşi sıra Türkistan’dan yollara düşülerek sofra tutulan Kuzey Hindistan’ı da içine alan Büyük Horasan, Küçük Asya (Anadolu)  ve ardından Güneydoğu Avrupa (Rumeli) çizgisinde hayat bulmuştur. Nil -Yamuna nehirleri arasındaki bölgenin Dicle, Fırat, Seyhun, Ceyhun, İndus nehir boyları da bu hayatı sürekli kılmıştır.

Velhasıl; Horasan, Hindistan ve Hitit, Büyük Asya ve Küçük Asya’daki sentezlerimizin asli unsurlarındandır.

Hint bir okyanustur da Türk değil midir? İlk kez Tonyukuk yazıtında karşımıza çıkan Talay ile adlandırılan okyanus tabiri daha sonra Budist rahip ve devlet adamı Dalai Lama ile kendini göstererek, okyanuslar enginliğindeki  ve derinliğindeki Hint ve Türk dünyalarının ortak yaşam zenginliğini ortaya sermektedir.

Türk Evi serisinin ikinci kitabı olarak yayınlanan eser, bu denli zengin olan bir tarihsel birikime ve on altı Türk Devletinden dördüne vatan olmuş Hint Kıtası’nın efsaneliğine karşın son derece kısıtlı  Hindistan kütüphanemize bir ivme kazandırarak, ilişki ve alışverişlere canlılık getirme derdi ile doludur.

Hâsılı; Hint kumaşı bulunmaz değildir, arayan bulacaktır, Hint fakir de değildir, inanılmaz zenginlikleri barındırmaktadır. Harezmî, Bîrûnî ve Seydi Ali Reis’den bu yana atalarımızın yaptığı gibi Hint kıtasında seyrüsefer ve seyyah edelim.

HİND DÜNYASI – HİNDİSTAN SEYAHATNAMESİ

  • Özgün düşünceler
  • Medeniyet ve Milliyet zenginliklerimiz.
  • Hind. Hindoloji. Hint’erland. Hind-i Çin
  • Hind-Avrupa mı, Hint-Türk mü?
  • 10 maddede Hindistan
  • 26 Harita
  • 100 Fotoğraf
  • 200’ü aşkın Kaynaklar
  • Detaylı indeks
  • 2 Seyahatin gözlemleri
  • Hindistan Literatürümüz
  • İlk Seyyahımız kimdir?
  • İlk Hindologumuz kimdir?
  • Hint Kumaşı, Türk Kuşağı
  • Çingeneler; Çin’den mi Hind’den mi geldi?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Güney Türkistan: Bilge Düşünürlerimiz

0

AFGANİSTAN

Mevlana Belh Horasan Afganistan
Ebul Kasım Unsuri (968–1039). Belh Afganistan
Ebul Fazl Beyhaki (995–1077). Gazne Afganistan
Hücviri Ö.1072 Gazne Afganistan
Ali Şir Nevai Herat Maveraünnehir Afganistan
Kemaleddin Bihzad (1450–1537). Herat Afganistan
Hüseyin Baykara. Herat Afganistan
Ebul Hasan İbni Culuğ Faruki. Sistan Afganistan

AZERBAYCAN
Ahmet Ağaoğlu Azerbaycan Azerbaycan
Molla Hafız Gence, Berda Azerbaycan
Gönül Bünyadzâde Göyce Azerbaycan
Abdulkadir El Meragi Meraga Azerbaycan
Hüseyinzâde Ali Turan Salyan Azerbaycan
İmameddin Nesimi Şamahı Azerbaycan
Ahmet Cevat Şemkir Azerbaycan
Muhammed Bin Mahmud Şirvani Şirvan Azerbaycan
Seyyid Yahya Şirvani Şirvan Azerbaycan
Fethullah Eş-Şirvanı Şirvan, Şemahi Azerbaycan

HİNDİSTAN
Seydi Ali Reis. Gucerat’a ulaşmış. Hindistan

İRAN
Ebu’l Hasan Herekani Bistam İran İran
Ebü’l-Vefa Elbuzcanî Buzhgan Horasan İran
İbn Türk El-Ceylî Ceyl Maveraünnehir İran
Şeyh Yusuf Hemedani Hemedan Horasan İran
Molla Fenarî Horasan Maveraünnehir İran?
Ahi Evran Hoy İran İran
El Biruni Kas, Harezm Maveraünnehir İran
Şeyh Küşteri Küşter Horasan İran
Ebul Hasan El Amiri Nişabur Horasan İran
Ömer Hayyam Nişabur Horasan İran
Hacı Bektaşı Veli Nişabur Horasan İran
Fahreddin Er-Râzî Rey İran İran
Kutbüddin Razi Rey, Veramin Horasan İran
Uluğ Bey Sultaniye Maveraünnehir İran
Şahabettin Sühreverdi 1153-1191 Sühreverd İran İran
Ali Tusi Tus İran İran
Cabir Bin Hayyan Tus Horasan İran
Et Tusi Naşirüddin (1201 – 1274): Tus İran
Nizamülmülk (1018 – 1092): Tus İran
El Gazali 1058-1111. 1058 Tus İran

KAZAKİSTAN
El Farabi (870-950). Farab Kazakistan
Farabi Farab (Otrar), Kazakistan Maveraünnehir Kazakistan
Ahmet Yesevi Yesi, Kazakistan Maveraünnehir Kazakistan

ÖZBEKİSTAN
İmam Buhari Buhara Maveraünnehir Özbekistan
İbni Sina Buhara Maveraünnehir Özbekistan
Bahaeddin Mehmed Nakşibendi Şah-I Nakşibend Buhara Maveraünnehir Özbekistan
Babür Şah Fergana Türkistan Özbekistan
Necmeddin Kübra Hiva Maveraünnehir Özbekistan
Musa El Harezmi Hive Maveraünnehir Özbekistan
İmam Maturidi 870 Semerkand Maveraünnehir Özbekistan
Edip Ahmet Yükneki Semerkand Maveraünnehir Özbekistan
Ali Kuşçu Semerkand Maveraünnehir Özbekistan
Şemsüddin Es Semerkandi Semerkand Maveraünnehir Özbekistan
Ebu Hanife Tirmiz Maveraünnehir Özbekistan
İmam Tirmizi Tirmiz Maveraünnehir Özbekistan

PAKİSTAN
Ekber Şah. Sind Pakistan

TACİKİSTAN
Ebu’l-Mahmud El-Hocendî Hocend (Khujand) Tajikistan Maveraünnehir Tacikistan
En Nesefi Nesef Maveraünnehir Tacikistan
Nasir Hüsrev (1004–1088). Qabodiyon Tacikistan

TÜRKMENİSTAN
Meruzî Merv Horasan Türkmenistan
Nesevî Nesa Horasan Türkmenistan

Göçebelik

0

Sevgili dostum,

Geçenlerde “Büyük Türkiye” üzerine düşüncelerimi ifade etmiştim. Bugün de “Göçebelik” kavramı üzerinde duracağım.

Türkler başlangıçtan beri göçebelerdir. Günümüzde Türkler problemlerin kaynağı olarak göçebelik kavramını göstermektedir. Bu genel bir algıdır. Bize bakan öteki, yani batı bizleri göçebelikle aşağılamaktadır. Gerçekten öyle midir, yoksa tam tersi midir? İşin gerçeği nedir diye, başka açıdan bakalım. Türkleri ilk göçebe olarak tanımlayan Çinlilerdi. Çinliler yerleşik bir toplumdu. Büyük Çin Seddi’nin içindeki bölgelerde tarımla uğraşıyorlardı. Seddin dışında olan Türkler ise sürekli göçüyorlardı. Göçmelerinin sebebi bulundukları coğrafyaydı. Bulundukları coğrafya bozkır coğrafyasıydı. Yaşayabilmeleri için sürekli göçmeleri gerekiyordu. Göçebenin bulunduğu bozkır, susuzdur, çoraktır. Ama göçebenin ruh dünyası, hayal dünyası son derece gelişkindir. Göçebe gece yattığında göğe bakar ve yıldızlar ona bir hayal dünyasını yansıtır. Biz Türklere baktığımız zaman bu hayal dünyasının genişliğini görmekteyiz.

Bugün Çin Devletinin kendilerine taktığı isim olan “Zhong Hou” merkez ülkedir. Çevrede yaşayan Türkler ise Çinlilerden uzaklaşarak, göç ederek, bir hayal olan dünyanın en merkez coğrafyasında Devlet-i Aliyye’lerini, Osmanlı Devletini kurmuşlardır. Türklerin bulunduğu İç Asya, Orta Asya coğrafyası ile Akdeniz coğrafyası birbirine çok benzeyen özelliktedir. Akdeniz kıyısında da göçebeler vardı, bunlar eski grekler yani yunanlılar, ibraniler, yahudi  museviler, bunlar göçebe topluluklar. Bütün bulundukları coğrafyadan çıkarak, Akdeniz kıyılarında kolonilerini kurmuşlardır. Buna Karadeniz de dahildir. Bugün ibraniler ve eski Yunanlılar Akdeniz ve Karadeniz kıyılarını kolonileştirmişlerdi. İstanbul da böyledir, Yunanlıların bir kolonisi olarak kurulmuştur.

Türkler ise bulundukları İç Asya, bize Orta Asya dayatılıyor onu kullanıyoruz, aslında Büyük Asya’nın İç Asya’sıdır. İç Asya’yı da bir Akdeniz gibi düşünün ve bunun civarındaki vaha şehirlerinde özellikle Doğu Türkistan’da ki Semerkan ve Buhara gibi vaha şehirlerinde aynı tarz bir yapılanmayı kurmuşlardır. Burada göçebe Türkler, Türkistan’ı bilimsel olarak sabittir, dünyanın merkezi yapmışlardır. Bunu nasıl yapmışlardır? Bu bir hayaldir. Bu sefer tersten bakıp, yerleşik bir topluluğa bakalım. Göçebe olmayan topluluklar kimlerdir? Ermeniler ve Kürtler. erH Her iki toplulukta göçebe olmamayı tercih etmişlerdir. Bulundukları coğrafyalardan çıkmamışlardır ve kendilerinin bir devletleri olmamıştır. Bugün mevcut olan Ermenistan yapay bir devlettir. Azerbaycan toprakları üzerinde kurulmuştur. Bir devlet olmakla hiç ilgisi yoktur. Demek göçebe olmak, göçmek size bambaşka dünyaların kapısını açan bir olgudur. Atlı göçebeler vardı, Sümerler, Hititler, İskitler. Bunların kurdukları kültür ve medeniyetin boyutları son derece geniştir. Bizim konulara farklı açılardan yaklaşmamız gerekmektedir. Bu konuşmamızda bahsettiğimiz Grekler, Kürtler, Ermeniler, Türkler, İbraniler, Çinlilere değindik. Bunların arasındaki farklar son derece önemlidir ve göçebelik Türklere en zengin ve gezgin bir dil armağan etmiştir. Türklerin en büyük gücüde dilleridir. Biz yerli ve göçebe arasında ki ayrımı Çinli savaş sanatı yazarı ve general Sun Tzu ile Türk komutanı, başbakanı Tonyukuk’un değerlendirmelerinde de görüyoruz. Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabında 962 kez düşman tabiri geçmektedir. Bu Hun Türkü’dür yani bizleriz. Tonyukuk’da sürekli bahsedilen isi göçebe olmanın erdemleridir.

Sevgi, sağlık ve selamlarımla.

 

Sevgili dostum,

Az önce sizlere ilettiğim göçebelikle ilgili konuşmamda eksik olan 2 nokta var, onları da ileteyim. Birincisi, bu Akdeniz’de ki göçebeler arasında yine İbraniler gibi Sami ırkından olan Arapları da ilave etmek lazım. Göçebeliğin verdiği hayal gücü ve dinamizmle Türkler nasıl gökte, bozkır sessizliği ve sadeliğinde bozkırda seraplar görüyorsa, araplar da çölde aynı serapları görüyorlardı. O seraplar onları Akdeniz’in İspanya’sından, Asya’nın içlerine ve ötelerine Endonezya’ya, Malezya’ya kadar yerleştirmiştir. Bu çok önemli. İkincisi de hayal derken, hayal sanırım Türkçe bir kavram değil, ithal bir kavram. Düş kavramı, kişi düş görmeden bir hiçtir ve düşler doğru mudur, yalan mıdır bilinmez. Düşten hem rüya hem düşünce çıkar. Düşmek fiili  de aynı köktür, insanın zihnine düşer. İnsanın zihnine ne şekilde düşer, bunlar önemli sorulardır. Düşmek fiilinden düşünce gelişir o zaman Türklerde zihin ve düşünce son derece gelişkindir.  Çünkü düş vardır, düş olunca düşünce vardır. Geçelim bize, algı operasyonlarının neticesinde ezberletilmiş bir takım yanlışları, konuların doğrusuyla açıklamak için bunlar önemli sorulardı.

Selam ve Sevgiyle

 

Eyüp Medeniyeti

0

“Türklerin ölüm şehri Eyüb, Avrupa toprağının bittiği sahilde İslâm cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm şehrini bir defa görenler, kendilerini bir servi ve çini rü’yâsı içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakîkaten bir rü’yada bulunuyorlar? Çünki Eyüb İstanbul’u fethetmeye gelen Türk ordularının hicretin 857’inci senesi baharında, surlara karşı gördükleri bir rü’yâ idi. İşte o rü’yâ, Haliç’in kenarında, şimdi gördüğümüz yeşil şehir oldu.” Yahya Kemal Beyatlı, 5 Mart 1922 tarihli Tevhîd-i Efkâr Gazetesi

Medeniyet Kriterleri;

  • Yazı (Yenisey-Orhun-Eyüp)
  • Kütüphane
  • Mimari
  • Medine
  • Ehli Kitap ile birliktelik
  • Ademiyet
  • Su kenarlarının uygunluğu
  • Fener- Balat -Ayvansaray-Eyüp aynı kıyılarda yanyanalar.
  • Bulgar Kilisesi- Dimitri Kantemir Evi- Fener Patrikhanesi- Balat Sinagogları- Ayvansaray Ayazması- Eyüp Camii
  • Hayat ve Ölüm Birlikteliği

Eyüp’ün önemi, iki kıtanın birbirine en yakın olduğu emsalsiz bir coğrafya noktasında, Türk Medeniyeti’nin adeta şahane bir vitrin dolabı gibi tüm unsurları ile arz-ı endam ettiği nadide bir eserler beldesi olarak tevarüs etmiş halidir ki, değil sadece kıtaları, hayat ve ölümü de birarada yaşatmaktadır.

Yenisey, Orhun ve Eyüp yazıtlarında Türklerin hayat felsefesi bir veda ve vasiyet beyannamesi gibidir. Hayatın muhasebesi yapılır ve gelecek kuşaklara paha biçilmez bir hazine olarak emanet edilir. Yaşayan kuşaklara düşen ise ataların bıraktıklarına vefa göstererek vasiyetlerini yerine getirmek, köklerle irtibatı sürekli kılmaktır.

Nasıl, Asya-Afrika kıtasal geçişini oluşturan Kızıl Deniz hinterlandında yeralan Medine, Resulullah (sav) dostu Eyüp Ensari’nin doğduğu  şehir ise, Avrupa-Asya kıtasal geçiş noktasında yeralan Eyüp Ensari’nin ebedi istirahatgahı İstanbul da Eyüp Medeniyeti’nin başşehridir ve Asya-Afrika-Avrupa kıtalarını birbirine düğümlemektedir.

Kıtalararası başşehir İstanbul, Eyüp’ten başlayarak yeniden inşa ve ihya edilmişti.

Uygarlık-Medeniyet

Dilimizdeki uygarlık kavramı medeniyet’in yerine geçmek üzere, ilk kez yerleşik hayata geçen Türk boyu Uygurlar’dan esinlenilmiştir. Halbuki, medeniyette esas olan unsur yazıdır ve Uygurlar, Göktürk yazısını esas alıp alfabe değişimine gitmişlerdir. Yerleşik olmamak, medeni olmamak ile eşanlamlı değildir. Türkler yerleşik olmadıklar binlerce yıl boyunca da medeniyet unsurlarını (dil, din, devlet, mimari) üstün bir düzeye çıkarmışlardı. Yerleşik olmayan Göktürk İmparatorluğu, Bozkırda Medeniyet inşa etmiş, İstanbul’a Doğu Roma döneminde elçi göndermiş, Yazıtlarla bir Devlet Felsefesi’ni ortaya koymuştu.

Eyüp Medeniyeti’nin kökleri Göktürklerde mevcuttu. İslam Medeniyeti’ne girilince kökler daha da canlanmış ve İstanbul’da eserler inşa edilmişti. Göktürk-Bizans ilişkileri bir kitaba da konu olmuştu. Eyüp Medeniyeti, dünyanın ortasında yeralmaktadır.  Batı ile Doğu, Kuzey ile Güney’in birleşme noktasıdır.

Türk yazıt ve mezartaşları geleneği

Türk yazıt ve mezartaşları geleneğini Yenisey nehri ve Orhun nehri kenarlarında başlatan Türkler, İstanbul’un fethi ile birlikte Eyüp Vadisi’nde yeralan Haliç su kenarlarında ve tepelerinde bu geleneğin mükemmel örneklerini vermeye devam etmişlerdir. Eyüp Sultan’da, taşa işlenen bu büyük medeniyeti oluşturan bütün unsurların ipuçlarını bulmak mümkündür. Yenisey nehri ve civarından neşet eden Türklerin yazılı belgelerinden olan Orhun-Yenisey abidelerinin eski Türk devlet kavramı, Türk adları, ölüm ve yas merasimlerini kapsayan atasözleri hakkında bilgiler içermesi bu abidelerin en önemli yazılı kaynaklar olduğunu ihtiva etmektedir.

Bilge, Ensar ve Hanif

İlk Türk düşünürü ve yazarı Bilge Tonyukuk (646-724), ilk Ensar Eyyub el Ensari (576-669) ve ilk mezhep imâmı  Ebu Hanife’yi (699-767) aynı medeniyet potasında eriten taşıdıkları yüce sıfatlardır; Bilge, Ensar ve Hanif. Orhun ve Horasan Türk Bilgeliği ile Medine Müslüman Ensarlığı’nın birleştiği nokta Ebu Hanife’nin Ademiyet prensibidir.

Ensar, Arapçada “yardım edenler, yardımcılar” demektir. Sıfat olarak, “herkesi seven, herkese yardım eden” demektir. Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri zaman (M. 622) Peygamber efendimiz (s.a.s.) ve muhâcirlere kucak açıp tüm imkânlarıyla yardım eden Medineli Müslümanları temsilen Eyüp el Ensari’den anlamını alır.

Orhun-Medine-Eyüp

Vahiy kökenli Medine, Resulullah’ın (sav) dilinden İstanbul özlemini açıklıkla dile getirmiş ve Orhun’dan kopup Küçük Asya’ya, Rumeli’ne akın eden Türkler, orduları ile bu özlemi gerçek kılmışlardır.

Tonyukuk Yazıtı ile Orhun Yazıtlarında taşa hakkedilen Türk Bilgeliği’nin temelinde yatan da fütuhat seferleri ve dinamizmi idi. Resulullah (sav), Eyüp Ensar ve Fatih Sultan Mehmet çizgisi ile Bilge Tonyukuk-Bilge Kağan-Kül Tigin çizgilerinin kesişmesi bizlere yeni Eyüp’leri ve İstanbul’ları armağan edecektir.

Medine-Edirne-Eyüp

Medine ve Edirne’den sonra Medine Sözleşmesi ve Ademiyet ilkesinin ilk uygulandığı yer Eyüp’tür. Edirne’de doğup büyüyen; İstanbul’u fethederek çağ kapatıp çağ açarak tarihe ismini altın harflerle yazdıran Fatih Sultan Mehmet (1432-1481), Edirne’den İstanbul’a sadece kitaplarını değil, Edirne’de denediği bir modeli de getirmişti; Ebu Hanife (699-767)’nin Ademiyet ve Ortak Yaşam ilkesi.

Medine-Edirne-Eyüp (İstanbul) bir devamlılık çizgisidir. Osmanlılar, Bursa’nın fethinden itibaren Doğu Roma topraklarında yaptıkları bütün fetihlerde İslam hukukunu ve onun temel kaynağı olan Hz. Peygamber’in (SAV) Medine Sözleşmesi’ni uyguladılar. İslam’ı yeryüzünde ilk olarak Medine’de hâkim kılan Hz. Peygamber (SAV) ve beraberindekilerin, üzerine Allah’a yemin ettikleri bu sözleşmenin önemli maddelerinden biri de fethedilen yani İslam’a açılan topraklarda Müslüman olmayanlara nasıl muamele edileceği ile ilgiliydi.

Hanefi mezhebinin Ademiyet ilkesi gereği bütün insanların vazgeçilmez hakları vardır. Bu ilke ve ortak yaşama biçimi Edirne’de hayat bulmuştur. Edirne, Selimiye Camii’ne ve Avrupa’nın 2. büyük Sinagogu’na ev sahipliği yapmaktadır. Sözkonusu olan, Ehli Hanefi ile başlayıp Ehli Kitap’a uzanan bir birliktelik ve kucaklayıştır. İnsanların haklarının özgürlüklerinin dokunulmazlığı Ademiyet ilkesi ilk defa Edirne’de uygulanıyor ve İstanbul’a getiriliyor. İstanbul’u fetheden Medeniyet ve Ortak Yaşama Kültürü Edirne’de geliştirilmiş ve Eyüp’te uygulanmıştır. Eyüp’e komşu semtler olan Fener, Balat, Ayvansaray Rum, Yahudi ve Ermeni cemaatlerini barındırmaktadır. Tarihi Sur içi İstanbul’un Haliç kıyılarındadır.

 

 

Düşünmeye Çağrı

0

DÜŞÜNMEYE ÇAĞRI 20.Yüzyıldan Anıtsal Bir Düşünce Mirası: DÜŞÜNENLERİN FORUMU 

Fakrü zaruretin gerçek nedeni düşünce zafiyetdir ki, dış dünyanın zorladığı ve kendi sosyolojimiz ile alakasız düşünceler, fikir adamlarımıza muhtelif ithal izimler olarak benimsettirilmektedir. Atlantik-Akdeniz İttifakı özgün fikirlerin coğrafyamızda neşet etmesini, olgunlaşmasını engellemek için 365 gün 24 saat faaliyet halindedir.  657 sayılı Kanun ile Başbakan İsmet İnönü tarafından 1965 genel seçimlerinin arefesinde sağlamlaştırılan 09.00-17.00 mesaisi ile sınırlı bürokrasinin, 7×24 gerçekliğini anlayıp değerlendirmesi imkan dahilinde değildir.

Büyük Asya’nın, Türkistan’ın binlerce yıllık dil ve düşünce birikimini hafızasına Küçük Asya kültürü olarak nakşetmiş olan Türkiye’nin, 20.yüzyıl başından başlayarak kapanına kıstırıldığı Atlantik kumpasının neticesinde dili kısırlaştırılmış, düşüncesi ise değersizleştirilmiştir. Yalın bir kronik dram ile karşı karşıyayız.

454 forum ve 630 düşünür ile ülkemiz düşünce dünyasında unutulmaz izler bırakan Ali Gevgilili’nin 1980 Mayıs’ında mesleği ile vedalaşmasının ardından gelen askeri darbeler (1980, 1997, 2016) ülkemiz yerli düşünce mirasında derin yaralar açmıştır. Netice olarak yerli düşünceyi üretemeyen ülkemiz bu açığını dışarıdan ithal düşünceler ile kapatma yoluna gitmektedir. Ülkemiz yayın piyasasının üçte ikisinin yabancı telif-tercüme eserlerden oluştuğunu söylemek bir abartı sayılmamalıdır.

1946-2016 döneminde Atlantik İttifakı darbeler silsilesi ve mekaniği, Düşünenlerin “Düşünce Gücü”nü sürekli yok etmiştir. Düşünenlerin Forumu’nun vizyoneri Ali Gevgilili’nin 4 Mayıs 1980 tarihinde gazeteciliğe veda etmesi bu olgunun en belirgin bir tezahürüdür.

Fikr-i Âli, Zikr-i Âli Düşünür Ali Gevgilili Beyefendi’nin başlattığı “Düşünenlerin Forumu ve Düşünceleri” ekolünün yeniden canlandırılması da hayatta en hakiki güç olan “Düşünce Gücü”nün hareketlendirilerek gelişme yolunun açılması konusundaki mühim bir temennimizdir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Küresel Fikir Merkezi KIBRIS

0

“Küresel egemen bir güç olmayı sağlayan, iddia edildiği gibi Kapitalizm ise, Kapitalizm’in beşiği İngiltere neden küresel bir güç değildir? Küresel güç olmayı sağlayan zengin kaynaklar ve geniş topraklar ise o zaman bir kıta kadar büyük Rusya neden küresel güç değildir?

Osmanlı’nın, ırk esasına dayalı bir yönetim kurmadığı için dağıldığı iddiası doğru değildir. Egemenliği sürdürebilmek için ırk esasına dayalı olmak eğer yeterli olsaydı, Çin, Japonya ve Almanya, batmaz, yenilmezlerdi. Aynı ırktan gelenlerin bir arada olması, egemen olmak için yeter şart değildir.

Sürekli olmasa da “uzun” hâkimiyetin sırrı, liyakatin gözetilmesindedir. Osmanlı’da devlet yönetimi dünyaya açıktı, İstanbul; dünyayı, beşeri potansiyel havuzu olarak görürdü, Osmanlı, kimliğini tanımak şartıyla, ihtiyacını bu küresel havuzdan karşılardı. Birçok Sadrazam ve Paşa aslında Türk asıllı değildi, Osmanlı’nın kapısı işini iyi bilen herkese açıktı.

Bu devşirmeler, idareciliği ve harp etmesini bildikleri kadar, şehid olmasını da bilmişlerdir. Ankara Savaşı’nda, Yıldırım’la beraber Timur ordusuna karşı savaştıkları zaman, muharebeye diri olarak kaç kişi girmişse, muharebe sonunda şehid olarak da harp meydanında o kadar ölünün yattığı görülmüştür. Dolayısıyla küresel güç olmak için en iyileri istihdam edebilmek yetmez, geniş kesimlerce kabul görecek bir dünya anlayışı da ortaya koymalısınız. Küresel şahsiyet sahibi olmak, küresel fikir sahibi olmakla mümkündür.

İngiliz siyasi tarihçisi Arnold Toynbee, Osmanlı’nın devşirme sistemine “Sürüden bir kuzu alıp, onu çoban köpeği yapmak ve Kurt’a karşı sürüyü korumak görevini bu kuzuya vermek, Türklerin icad ettiği bir marifettir” der. “Kaynak: Ömer Özkaya, Oyunu anlayamamak

Bu ülke için düşünen insanların, günlük hayatın angaryalarının dışına çıkmaları gerekiyor. Bir şeyin delisi olunmadan, velisi olunmaz. Her türlü ciddi fikir üretimi, bir tür inziva gerektirir. Kaynak: Devleti ele geçirmek.

Japonya, Batılı fikir ve kurumların “kopyalanması” gerektiğini gören, Batılı olmayan ilk toplum oldu. Kaynak: Niall Ferguson, Batı ve Geri Kalanı: Değişen Küresel Güç Dengesi

Muhtaç olduğumuz şey, bilgiden daha çok, fikir! Kaynak: Ömer Özkaya

Şahıslar ve milletler birbirlerini anlamıyorlar. Muğlak düşüncelere istinad eden bir fikir dünyasında yaşıyoruz. Kaynak: Ömer Özkaya

Düşük yoğunluklu bir savaş içinde değil düşük düzeyli bir düşünce modelindeyiz, ne yazık ki! Kaynak: Ömer Özkaya, Proje

Akdeniz küresel fikirler havzasıdır, fikirlerin çıkış kaynağıdır, insanlığın fikir hafızasıdır. İnsanın sistematik düşünce disiplini olan felsefe-bilim Aristo tarafından Akdeniz kıyılarında başlatılmıştır. Devasa bir mirasın taşıyıcısı olan Kıbrıs bu şekilde fikirler üretiminin küresel liderliğine namzettir. Güçlü olan haklıdır ve güçlü olmak da ancak küresellikle mümkündür. Türk İmparatorluğu (Osmanlı Hanedanı) Akdeniz’i insan ve dolayısıyla fikirler kaynağının sınırsız biçimde devşirilmesi için küresel bir havuz olarak değerlendirme hususunda lider olmuştur.

Dil, din, ırk, mezhep, meşrep konusunda Edirne’den (1363) başlayarak Ebu Hanife’den gelen ademiyet ilkesi Türklerin Akdeniz İmparatorluğu’nun asırlar boyunca sürdürülebilir olmasını sağlamıştır. Edirne, İstanbul’un fethini hazırlamıştır. 60/40 gayrimüslim/müslim terkibi gereği ortak yaşama biçimi esas alınmıştır. Hanefi mezhebinin Ademiyet ilkesi çerçevesinde bütün insanların vazgeçilmez hakları vardır ve bu ilke Edirne’de hayat bulmuştur. Avrupa’nın 2. büyük Sinagogu, Selimiye Camii, Edirne’dedir. Ehli hanefi. Ehli Kitap. İnsanların haklarının özgürlüklerinin dokunulmazlığı Ademiyet ilkesi ilk defa Edirne’de uygulanıyor ve İstanbul’a getiriliyor. Kaynak: Edirne Valisi Günay Özdemir Asam – Avrasya Bir: 18 Şubat 2017 Medeniyetler Ortaklığı.

Geçmiş mirasın zenginliği ve tecrübesinin getirdiği özgüven, 1221 yılından buyana Akdeniz kıyılarında varolan Türklerin, küresel düşünme pratiklerini önümüzdeki yıllarda, Kıbrıs’tan başlayarak, yeniden üretmelerinin güvencesidir.

Akdeniz kıyılarındaki en uzun kıyı şeridine ve kalpgah Kıbrıs’a sahip olan Türkler, Büyük Asya’dan başlayarak geliştirdikleri Kaman (Şaman), Bilge, Abdal, Alperen, Eren, Derviş, Dede, Veli, Alimler geleneği ile biriktirdikleri fikir oluşturma ve yayma geleneğini küreselleşme çağının getirdiği teknolojik imkanları da kullanarak, Kıbrıs’ta Yesevi sofraları kurma aşamasındadırlar.

İpek (Bilgelik) Yolu’nun başlangıç noktasında 41.paralel boyunca Yunzhong Çuğay dağlarında Bilge Tonyukuk ile başlayan ve Yusuf Has Hacip (Türkistan), Yesevi Ahmet (Piri Türkistan), Haci Bektaşı Veli, Yunus Emre (Diyarı Rum) üzerinden yollar alıp Rumeli’de Yahya Kemal Beyatlı ile Akdeniz Medeniyeti olarak tarif edilen düşünsel zenginlikleri yine yeniden; Akdeniz Potası’nın merkezinde Kıbrıs’ta harmanlayacağız.

Üzerinde güneş batmayan Britanya (Birleşik Krallık) Atlantik Okyanusu’nda bir ada devletidir. 1500’lü yıllardan başlayarak ve bilhassa 1600’lerde bu ada devleti düşünce gücüne dayanarak tüm dünyayı idare eder hale gelmiştir. Felsefe Bilimde Francis Bacon (1561-1626), Siyaset Biliminde John Locke (1632-1704), Doğa Bilimlerinde Isaac Newton (1643-1727), İktisat Biliminde Adam Smith (1723-1790), Evrim Teorisinde Charles Darwin (1809-1882), düşünceleri ile dünyaya nizam veren İngiliz düşünürleridir. Düşüncenin yegane gücü İngiliz dilinin de evrensel bir dil haline gelmesine yolaçmıştır.

Bu gelişmelerden bir ada devleti olan Kıbrıs’ın alacağı inanılmaz dersler vardır. Kıbrıs düşünce adası da; Büyük Asya (İpek Yolu, Türkistan, Maveraünnehir, Horasan, Mezopotamya), Küçük Asya (Anadolu), Afrika düşünce miraslarından beslenerek, Afrasya Binyılı’nın düşünsel merkezi konumuna yükselecektir.

 

Dünyanın Merkezi Kıbrıs

0

Sözkonusu üç Akdeniz; Akdeniz Havzası (Mediterrane), Yeni Akdeniz (Pasifik) ve İpek Yolu (Türkistan) coğrafyaları, 21. yüzyıl ile birlikte, Dünyanın Merkezi Kıbrıs üzerinden birleşmektedirler.

Kendi çıkarları doğrultusunda 19. ve 20. yüzyıllarda Orta Asya, Orta Doğu kavramlarını yaratan Batılı Atlantik güçlerine karşın, eski zamanlardan buyana binlerce yılın kadim gerçekliği Mediterrane (Akdeniz) ve Zhongguo (Çin) olarak adlandırılanların anlamı Orta Dünya’dır.

Dünyanın Merkezi, Akdeniz’in nadide adası Kıbrıs, Medeniyetler Beşiği’nin merkezini tutan konumu ile birlikte, Havza’nın fikir hazinesi olarak küresel bir potansiyele sahiptir.

Kıbrıs’ın mukayeseli üstünlüğü bir fikir adası, tefekkür cenneti olarak, yüksek değerli fikirlerin üretim merkezi olması konum ve fırsatıdır.

Akdeniz’i çevreleyen kıtalardan Avrupa felsefesinin başka yerlerde gerçekleşip Avrupa’ya geçen gelişim süreci olmaksızın kavranamayacağı hususu son derece önemlidir. Garp felsefesi tabir edilen gelişmenin başlangıçları, Helenlerin Şark (Anatole) olarak adlandırdığı bölgede yatıyor. Buradaki ilk merkez Miletos’tu. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, gösterdikleri düşünsel etkinlikle ve yöneldikleri sorunlarla felsefe tarihinin ilk filozofları olmuşlardır.

İkinci ve asıl merkez Avrupa’daydı: Atina. Ne var ki hemen bundan sonraki üçüncü merkez olan Aleksandreia (İskenderiye) yine Avrupa sınırlarının dışında Mısır’da, ardından gelen Bağdat ise, Şark’ın biraz daha derinlerindedir. Kaynak: Elmar Holenstein, Felsefe Atlası, Düşünmenin Mekânları ve Yolları, 2015 Haziran, İstanbul, Küre Yayınları

Milet-İskenderiye-Bağdat üçgeninin de ortasında yeralan Kıbrıs; Küçük Asya-Büyük Asya-Afrika düşünsel mirasını yeniden üretecek bir konumda yeralmaktadır.

Kıbrıs, sözkonusu üçgende yeralan ülkelerin öğrencilerinin, adadaki üniversitelerde eğitimlerini sağlayarak, yıllardan buyana önemli bir düşünsel altyapıyı biriktirmeye başlamıştır. Önümüzdeki yıllardan başlayarak bu birikimin düşünsel faaliyetlerde dünya birinciliğinin hedeflenmesi gündeme alınmalıdır.

Sahip olduğumuz bilgi birikimi, felsefe yapmanın zihinsel koşullarının Afrika’da başladığını gösteriyor. Afrika kıtasının felsefeye yaptığı en önemli katkı konuşma yetisidir. Konuşma yetkinliğine sahip olmak, insanın, bundan 2500 yıl önceki Eksen Çağ’dan buyana gelişmiş her felsefeyi sadece anlayacak değil, aynı zamanda bunları ortaya çıkaracak bilişsel beceriye de sahip olması anlamına gelir. Afrika’dan tüm dünyaya 50.000 ila 100.000 yıl önce yayılan erken dönem insanlar bu yetiyi beraberlerinde taşımışlardır. Kaynak: Elmar Holenstein, Felsefe Atlası, Düşünmenin Mekânları ve Yolları, 2015 Haziran

Zaman ve Zeminlerin üzerinde kesiştiği Kıbrıs bu kesişmeler hazinesinden ortaya evrensel bir Zihin çıkaracak ve tüm insanlığın ortak kullanımına sunacaktır.

Kendisine ait olmayan dışsal kaynakları kullanarak ancak 500 yıl hakimiyet sağlayan Avrupa Hegenomisine karşın; Miletos ile simgelenen Küçük Asya’nın matematiği, akılcılığı; İskenderiye ile simgelenen Diophantos matematiği, Pisagor bilgeliği (sofyalığı) ve Bağdat ile simgelenen Harezmi matematiği, Beytül Hikme bilgeliği; Dünyanın Merkezi Kıbrıs’ta, 21.yüzyılın başlarından itibaren kendi kaynaklarından neşet etmekte olan Afrasya Binyılı 3.BinYıl olarak tarihte yerini almaya hazırlanmaktadır. Eski Mısır, Mezopotamya ve Maveraünnehir’in düşünce zenginliği Kıbrıs adasında yeniden şekillenmektedir.

Avrupa’ya tüm yenilikler ( kağıt, matbaa, barut, pusula) Büyük Asya’dan İpek Yolu ile taşınmış ve 2035’den itibaren faaliyete geçecek olan Demir İpek Yolu, Yeni Akdeniz’i (Pasifik Okyanusu), Kıbrıs merkezli Akdeniz ile birleştirecektir. 1935’lerde Küçük Asya Türkiye’si demirağlar ile örülürken, bir asır sonrası 2035’ler ise Büyük Asya’nın demiryolları ile Okyanusları birbirine bağlayacağı yeni bir çağın, İpek Yolu Çağı’nın başlangıcı olacaktır.

İlk çağlarda, Mısırlılar, Sümerler, Hititler, Asurlular ve Fenikelilerin yardımıyla oluşan Akdeniz sahilinde yaşayan milletler arasında müşterek bulunan Akdeniz Medeniyeti’nden eski Yunan medeniyeti, Yunan medeniyetinden de eski Roma medeniyeti doğdu. Doğu Roma ve Batı Roma diye ikiye ayrıldıktan sonra da Batı Roma’nın vârisi olan Avrupalılar bu medeniyeti benimseyerek ilerlettiler. Kaynak: Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Millî Eğitim Bakanlığı Basımevi, 1. Basılış. İstanbul 1976, s. 48. 132 Age. s. 136

Doğu Roma ise 1071 ve 1453 zaferleri ile birlikte Uzak Asya’dan Küçük Asya’ya uzanan Türkler tarafından Selçuklu ve ardından Osmanlı İmparatorlukları olarak devam ettirilmiştir. Akdeniz Medeniyeti böylelikle çok sayıda bileşeni olan özgün bir medeniyet olarak binlerce yıllık bir geçmişi ve dinamik etkileşimleri barındırmaktadır.

Türk Kültürü’nün Kıbrıs’ta olduğu gibi son derece güçlü olduğu Üsküp (Makedonya), Türk şiirinin en büyük şairlerinden ve en büyük fikir adamlarından birisi olan Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu yerdir. Bulunduğu coğrafyayı Akdeniz medeniyeti havzası içinde gören Yahya Kemal, özellikle bu tez üzerinden evrensele ulaşma çabasındadır. O dinin ve milletin ayrıştırılmaz bir bütün olarak kendisinden yaratıldığını iddia ettiği vatan toprağının, realist bir biçimde önce sınırlarını (misak-ı milli) sonrasında miladını (1071 ve 1453) tayin etmiş ve son bir çabayla Akdeniz havzası üzerinden Avrupa uygarlığı içine dahil etmiştir. Tabii tüm bu sentezi kurarken herhangi bir doktrin, nazariye ile örtüşmemeye, kendisine sorumluluk yükleyecek teoriler inşa etmemeye özen gösterir. “Vatan hiçbir zaman bir nazariye değil, bir topraktır. Toprak cedlerin mezarıdır. Camilerin kurulduğu yerdir. Sanayii nefise (Güzel Sanatlar) namına ne yapılmışsa onun sergisidir.” Kaynak: Kadrican Mendi, Yahya Kemal’in Siyaseti

“Yahya Kemal’in tefekkürü; Viyana, Budin, Belgrad, İstanbul, Bağdat, Basra çizgisindedir. Yahya Kemal Bey’in mütefekkir tarafı da önemlidir; mensur tarzı yazıları vardır.” Kaynak: Ömer Tuğrul İnançer

 

Çağımızın İbni Sina’sı: Prof.Dr.İsmail Hakkı Aydın

0

“Bütün İslam âleminin medarı iftiharı olan İbni Rüşd’ler, İbni Sina’lar, İmam Gazali’ler, Farabi’ler gibi yüksek düşünceli simaların milletimizin ulema sınıfı içinde nurlu beyinleriyle mevcudiyet arzedeceklerine eminim.”  Gazi Paşa, Konya Sultani Mektebi’nde Nutuk, 22 Mart 1923

Muhterem İsmail Hakkı Aydın hocamız her ne kadar Beyin Cerrahisi alanında uzmanlaşmış bir Tıbbiyeli ise de kendileri kurucu 20 düşünürümüzün (1) en seçkinlerinden olan Buhara doğumlu Türk tıp adamı İbni Sina (980-1037) gibi çok yönlü tıp insanlarının çağımızda yaşayan temsilcisidir.

“İbni Sina tıp ve gökbilim alanındaki bilgileri sistemleştirme yoluna gitti. Sistemleştiriciler bu yolda belki de gereğinden fazla başarılı olmuşlardı. İbni Sina’nın derlediği gibi, son derece kapsamlı bir meslek el kitabı yazıldıktan sonra, geriye bir tıp doktorunun yapacağı pek fazla araştırma kalmıyordu.”. (William H. McNeill:  Dünya Tarihi, s.383, İmge Kitabevi, Eylül 2003, Ankara)

İbni Sina Tıp ve Felsefe alanına ağırlık verdiği değişik alanlarda 200 kitap yazmıştır. İsmail Hakkı Aydın Hocamız 11 Kitap, 31 bilimsel tebliğ, 180 makale, 3 güfte, 5 şiir kitabı; halihazırda 200’ü aşkın esere imzasını atmıştır.

2024 yılı itibariyle yayın listesi  https://www.booksonturkey.com/hezarfen-prof-dr-ismail-hakki-aydin-ozgecmis-2024/

Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın, bu güne kadar birçok Doktor, Beyin Cerrahı, Yrd. Doç., Doçent ve Profesör yetiştirmiştir. Ayrıca, dünyanın önde gelen bilim adamlarınca, yurt dışında gerek kitaplarda ve gerekse makalelerde bir çok kez kaynak olarak gösterilmiş, geliştirdiği cerrahi teknikler klasik kitaplarda yer almıştır.

Farabi (870-950) ile İbni Sina (980-1037); Türkistan pınarlarından (Kazakistan ve Özbekistan) Türkiye’yi besleyen, felsefe ve bilimin aydınlığı ile sonsuzluğa ulaşmış en büyük düşünürlerimizdendir.

Nasıl İbni Sina; Felsefe, Tıp, Astronomi, Kimya bilimlerinde çığırlar açmış ise, Hocamız da İbni Sina gibi  Tıp adamlığının yanısıra,  yazar, düşünür ve bilim insanıdır, hattat ve şair olarak da eserleri mevcuttur. Güfteler (klasik Türk musikisi), şiirler, hat çalışmaları, karikatür, musiki felsefesi, nörofilozofi, edebiyat ve teoloji alanlarında kitaplar (hekimlik), konferanslar ve söyleşiler ile bizlere AYDIN’lığını  yansıtmaktadır.

Düşünürlerimiz arasında pek de rastlanmayan bir meziyet olarak da hem doğu (Arapça, Farsça) hem da batı (Fransızca, İngilizce) dillerini bilmektedir.

_________________________________________________________________

(1)

Oğuz Kağan, 234-174 (MÖ); Tonyukuk, 646-724; Bilge Kağan, 683-734; Kültigin, 684-731; Ebu Hanife, 699-767; Musa El Harezmi, 780-850; İmam Maturidi, 852-944; Farabi, 872-951  (Farabi ilk İslam filozofudur); El Biruni, 973-1048; İbni Sina,  980-1037; Kaşgarlı Mahmud, 1008-1105; Yusuf Has Hacib, 1017-1077; Nizamülmülk, 1018-1092; Ömer Hayyam, 1048-1131; Gazzali, 1058-1111; Ahmet Yesevi, 1093-1166; Şeyh Edebali, 1206-1326; Mevlana, 1207-1273; Hacı Bektaşı Veli, 1209-1271; Yunus Emre, 1240-1321.

Ailesi bir üniversite gibidir; bilim insanları ile doludur. Esas hocası, zamanın büyük âlim, müderris ve mutasavvıflarından dedesi Hacı Hafız İsmail Hakkı Efendi Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kuranlardandır;  dedesinden yirmi yıl müddetle Kur’an-ı Kerim, Arapça, Farsça, Kelam, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Tasavvuf, Belagat, Felsefe, Mantık, Musıki ve Edebiyat dersleri aldı. Tıp eğitiminden staj yaparken bile torununa hocalık yapmayı sürdürerek, İsmail Hakkı Aydın Hocamızın ilme irfana, kaleme mürekkebe ilgisi için destek olmuştur. Babası Maçka Müftüsü Halit Aydın’dan hat, İslam Hukuku ve Fransızca öğrendi.

Düşünürün, düşünce üretmenin öneminden söz etmek ve Hocamızın düşünür yönüne, hekim filozoflara değinerek, çığır açıcı eserlerinden bahsetmek istiyorum.

Adaşlarından birisi alim, mutasavvıf, şair, hafız, bestekâr ve hattat İsmail Hakkı Bursevi (14 Eylül 1652-1725)’dir.  Bir diğeri de; ile 19. yüzyılda Türk Düşünce Tarihi’nin araştırılması çalışmalarını başlatan Türk felsefeci ve dinler tarihi araştırmacısı, İslam dininde, özgür düşüncenin gelişme getireceğini eserlerinde işleyen, ilk dönem İslam felsefecilerin düşüncelerini tahlil eden, 60 üzerinde kitap yazan verimli düşünürlerimizden Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı İzmirli (1869 – 1946)’dir. Bu değerli iki kişi Prof.Dr.İsmail Hakkı Aydın’ın adaşları değildir sadece, Devlet-i Ali’nin İlmiye (ilim ve bilim) geleneğinden soylu atalarıdır.

Darülfünun Tıp Fakültesi mezunu Düşünür Hekimlerimiz’den Ordinaryüs Prof. Dr. Süheyl Ünver (1898-14 Şubat 1986)’i ve ilgi alanlarını da unutmayalım; tezhip, ebru, minyatür sanatı, tıp tarihi, ressam, minyatürcü, tezyinatçı, hattat, arşivci, neyzen.

İlk müslüman düşünürler kendi dışındakilerin kültürlerini incelediler. Klasik İslam Düşünce Geleneği, dışlayıcı ve etiketleyici değildi. İsmail Hakkı Aydın Hocamız da, klasik İslam düşünce geleneğinin İbni Sina, İbni Rüşd, Farabi, Gazali gibi üstadlarından biridir; benzer şekilde düşünmektedir. Bizlere, Klasik İslam düşünürlerinin dilini hatırlatmaktadır.

Lice, Diyarbakır doğumlu Prof.Dr. Mahmut Gazi Yaşargil (d.1925) ve öğrencisi Maçka, Trabzon doğumlu (d.1954) Prof.Dr. İsmail Hakkı Aydın da, bilimin aydınlığını ülkemizden dünyaya yansıtmakta ve uluslararası çapta başarı ve ödüller ile bizleri buluşturmaktalar.  Hocası Gazi Yaşargil’in üstün ekolünü devam ettirmektedir. Usta-çırak ilişkisinin insan yetiştirmedeki önemi konusunu tekrar bizlere hatırlatmaktadır.

Hocamızın beslendiği kadim kökler; Farabi – İbni Sina – Gazali Çizgisi’ndeki 250 Altın Yıldır (870 – 1111), Horasan Aydınlığı’nın ışıttığı Tefekkür Medeniyeti’mizdir.

Hocamız ülkemizde pek rastlanmayan bir ekolün de temsilcisidir. Ayrılmaz bir ikili olan İlim (Din) ile Bilimin kopukluğunu gidermiştir; her birini birlikte yaşamaktadır.

Hocamız AKIL’ı merkeze alan İlim ve Bilim birlikteliğini ve aralarındaki nüans farklarını aşağıdaki şekilde açıklamaktadır.

“Bilim, insanlığın yararına; daha müreffeh daha iyi daha huzurlu daha güzel yaşanabilmesi, toplumsal değerleri yüceltebilmesi ve medeniyete katkı sağlayabilmesi açısından gerekli olan şeylerin, gerek saha laboratuvarından gerekse deney laboratuvarlarından elde edilen bilgileri geçmiş müktesebatımızla sentezleyip insanlığın hizmetine sunmaktır. Ancak bilimde nassın ve dogmanın herhangi bir yeri yoktur. Ayrıca bilimde süreklilik, eleştirilebilirlik, ayıklanabilirlik ve tekrar edilebilirlik olmalıdır. İlave olarak, bugün doğru olan yarın yanlış, yarın yanlış olan bugün doğru olabilir. Nitekim geçmiş bilgiler her zaman kaynak ve esas teşkil etmez. Esas gayesi, insanın mutlu bir hayat sürmesidir. İlim ise ana hedef olarak hakikati ve aşkı gaye edinir. Hakikati bulmaya çalışır. Bilimin kullandığı enstrümanlar yanında aklı, nassı ve dogmayı da delil olarak kabul eder. Stabil bir progresyon takip eder. Bilimde, akılla bilim atbaşı giderken ya da akıl bir adım önde iken, ilimde akıl atbaşı gitmese bile genellikle bir adım geriden gider. Bilimde, akıl ve felsefe birkaç adım önde gitmesine karşın, ilimde, hakikatin arkasından koşmakla, “Kelâm” ilmi  (İslâm Felsefesi) hâline gelir. Ayrıca, bilim felsefesinin kırmızı çizgileri yok iken, ilmi felsefede dogmatik kırmızı çizgiler söz konusudur. İlim adamı bu çizgilere dikkat etmek mecburiyetindedir.”  

Kendileriyle ülkemizin yegane düşünce kuruluşu ASAM Avrasya Bir Avrupa Asya Birliği’nin 1994 den buyana klasikleşmiş konferansları esnasında tanıştım. Nefessiz iki saati aşkın süre içinde verdiği en son Konferans en yüksek derecede tek başına bir bilim şöleni idi. (İnternetten indirebilirsiniz; Musiki ve Enigmatik Beyin, ASAM Konferansı, Prof. Dr İsmail Hakkı Aydın, 25.02.2017)

Hocamızın üstün özellikleri saymakla bitmeyecektir; Şahsi değerlendirmemde bir beyin cerrahının sadece mesleği olan sahada, beyin cerrahisinde değil, beynimizin ürettikleri (fikirler, bilim, sanat, bilgelik) hakkında / konusunda zengin bir zihin dünyasına sahip olması, konferanslarında sürekli Kuran-ı Kerim’den ve Düşünürlerimizden referanslar vermesi,  rahmani özellikler taşıyan mütevazı kişiliği ile sadece ülkemiz insanlarına değil, tüm insanlığa bir örnektir.

İnşallah hocamızın ‘Düşünce Dünyamız ve Düşünürlerimiz’ ile ilgili konferans ve makalelerini en kısa zamanda kitaplaştıracağız, kendileri ile bu yönde kapsamlı söyleşiler gerçekleştirerek, Hocamızın zihin dünyasında ve belleğindekileri kayda geçirerek, yazılı hale getireceğiz.

Hocamız beynimizin sırlarına intisap ediyor, cerrahi müdahaleler için beyinleri açıp kapatıyor. Kendilerinin özgünlüğü, beynimize cerrahi müdahalelerde bulunmadan da, mütefekkirlerimizin, alimlerimizin, ariflerimizin, dervişlerimizin, allamelerimizin beyin gücünü bizlerle paylaşması, aktarması; güncel sorunlarımıza çözümler getirerek, yeraltı beyin hazinelerimizi, bıkmadan usanmadan bizlere hatırlatmasıdır.

Hocamızı okumakla dinlemekle yetinmeyelim eserlerini yabancı dillere doğu ve batının dillerine de tercüme ettirelim, hakkında Armağan Kitabını gecikmeden yayınlayalım.

İslamiyet ile tanışan Türkistan düşünürlerinin özgüvenleri, kendi zihinlerinde; Rönesans ile birlikte Batı’nın temellerini teşkil edecek olan Aristo, Eflatun gibi Helen düşünürlerini içselleştirmiştir. Yorumları ve incelemeleri sayesinde Farabi ortaçağ İslam aydınları arasında Muallim-i Sânî ya da Hace-i Sâni (İkinci Üstad) olarak bilinir. Hace-i Evvel (Birinci Üstad) ise Aristo’dur.

İsmail Hakkı Aydın Hocamız ilk dönem İslam düşünürlerinin özgüvenini taşımaktadır.

İlim ve Bilim birlikteliği Ebu Hanife’den (5 Eylül 699 – 14 Haziran 767) itibaren 700-1700 yılları arasındaki bin yıl boyunca bizleri güçlü kılmıştı. 21.yüzyıl ile birlikte bu bağların tekrar kurulması yolunda ilerlenmektedir. Son 300 yıllık dönemde İlmiye sınıfının bu kopukluğu bir türlü giderememesi neticesinde bugünlere kadar gelinmiştir. Cumhuriyet döneminde de bu kopukluk devam etmiştir.

İşte bu noktada İsmail Hakkı Aydın Hocamız, soyadına ve İlmiye Sınıfından gelen soyağacına yaraşır bir bileşimi gerçekleştirerek hem İlim hem de Bilim yollarına koyularak, günümüz İlmiye sınıfının temsilcileri olan Bilim  İnsanları (Aydınlar) ve İlim İnsanları (İlahiyat, Diyanet) için örnek alınacak yeni bir ekol  (İlim&Bilim ) başlatmıştır.

Umulur ki, Hocamızın açtığı bu özgüvenli yol ülkemizde İlahiyat ve Bilim’in birbirine entegre olacağı yeni bir anlayışı mümkün kılsın; Hocamızın İslam Teknik Üniversitesi önerisi hayata geçirilsin.

Bilim ve düşünce insanlarımızın Hocamızın idealizmini, gayretkeş heyecanını taşımalarını, uluslararası bilim camiasında yüksek skorlar elde etmelerini, insanlığa hizmetkar olmalarını temenni ediyorum.

Hocamızın Konferanslarda dile getirdiği gibi, evrenin ve insan beyninin çalışma sistematiğinin tıpatıp aynı olduğu, güncel bilimsel çalışmalar ile ortaya çıkarılmıştır.

O halde düşünen beyinler bu aynılıktan nasıl sonuçlar çıkaracaklardır?

Sorular sorarak ilerlenebilir belki de; Hocamızın değerli kitabının ve bugüne kadar yazdıklarının, söylediklerinin aşağıdaki sorulara vesile olacağına, bu soruların cevaplarının aranmasına yol açacağına inanıyoruz.

  1. Doktorlar felsefeyle neden ilgilenmeli?
  2. Doktorların felsefeyle ilgilenmesi ne fayda sağlar?
  3. Doktorların neden mütefekkir yönü de olmalı?
  4. Tarih boyunca bazı doktorlar neden felsefeyle ilgilendiler?
  5. Tarihimizde felsefeyle ilgilenen doktorlarımız kimlerdir?
  6. Hekim filozoflar ne yaparlar?
  7. Hem hekimlik yaparlar hem de tıbbi konularda filozofluk mu yaparlar?
  8. Hekimlik yapmaları yanında tıp dışı konularda da filozofluk (düşünürlük) mu yaparlar?
  9. Hocamız hangisini yapıyor? İkisini de mi yapıyor?

Hocamızın eserlerinden (kitap, makale, konferanslar) tesadüfi yöntemle derlediğimiz aşağıdaki 100’ü aşkın kavram, soru ve tespitlerin alfabetik dizilimi; İlim ve Bilimin içiçeliğinin nice anlamlarla dolu bir özeti değil midir?

“1000 Yıllık Müktesebat, A.B.D. Beyin Tümörleri Konseyi,A.B.D. Nöroşirürjide Sürekli Tıp Eğitimi Kredi Ödülleri, ABD Beyin Cerrahisi Birliği (CNS), Abdülkadir Meragi, Ah Bu Doktorlar!, Ah Bu Hastalar, Akıl Zeka Etkileşimi, Akıl, Allame Bi Kalem, Anaksimendros, Anaksimenes, Aristo, Avrupa Strok Bilim Konseyi,Bakara Suresinin 3.Ayeti, Batılılar, Berberler Cerrahlar Cemiyeti, Beyin Cerrahisinde “Yaşargil Otobanı”, Beyin Fırtınası, Beyin, Beyin, Beyin-Damar Tıkanıklıklarının Operasyonları, Beynin Şifresi, Bilim Nereye Koşuyor, Bilim ve Azim, Bilim ve Saygı, Bilim-İnsan-Din Ve Tarih İlişkisi, Bilimsel Makale, Bir Beyin Cerrahının İslam’a Bakışı, Bir Felsefi Yolculuk, Caber, Eflatun, Cerebrovascular Surgery Section, Congress Of Neurological Surgeons, El HarbuHiletün, Eleştirel Akıl Ekolü, Elif Lam Mim; İlim, Entelektüel Sermayemiz, Entelektüel Sermayemiz, Evvelayı Tefekkürü, Fahrettini Razi,  Farabi, Fatır Suresi, Fetenahtı Ruhu, Fikir ve Kozmik Alem, George Sarton, Hac Suresi 47, Hayesn, Hayrül Nas, Hekim, Felsefe Ve Mantık, Hicran, İbniRüşd, İbni Sina, İhtilafi Ümmeti Rahmetün, İlahiyat Fakültesinde Matematik ve Fizik Yok,  İlim Farzdır, İlim, Sanat ve Kuran, İlk Rektör: Gazali, İmamı Azam,İmamı Rabbani, İslam Teknik Üniversitesi, İslam’da Bilimin Yeri, İttekü Rabbekü, Kalemin Gücü, Konektör, Kristal Küre, Ksenophon, Kuranı Kerimi Neden Notalara Dökmedik? Makamlar, Lawrence, Matematik Ve Düşünce, Medinetül Fazıla, Mesnevi, Mevlevilik Hadisesi, Mikronöroşirürji, Mikronörovasküler, Min Nefsin Vahidettin, Minelvin Ne Tiven Nas, Muhiddin Arabi, Musiki ve Enigmatik Beyin, Müşteşrikler, Nas, Neden Musikimizde Bu Kadar Makam vardır?, Neden Tefekkür etmiyorsunuz?, Nefes, Nefis, Newton, Nisa Suresi 1.Ayet, New York Bilimler Akademisi, Nizamiye Medresesi,  Nörobalans, Onlar mı, bizler mi Müslüman?, Nörofilozofi, Nöroşirürji, Nöroşirürjide Sürekli Eğitim Ödülü, Öfke Kontrolü ve  Motivasyon, Öğretilmiş Cehalet, Performans mı, Eğitim mi?,  Rabbim beni Doktorlardan Koru, Rahmani,  Richard Feyman,  Ruh,  Sanat Olarak Nöroşirürji,   San’at ve İnanç,  Serebro-Vasküler Mikro-Cerrahi, Suz-İ Dilara, Şeytan,  Şuuraltı, Takva Ne Demektir, Tarikatlar,  Teakkul, Tefekkür,  Teknolojik Tababet!, Tesla,  Tezekkür, Tıp Ve Sanat, Tıpta İhtisas Kurulları,  Tıpta İhtisas Kurulları, Tıpta Uzmanlık Eğitimi (Nöroşirurji), Toplumsal Frontal Lob Sendromu!, Türk Mûsıkîsi San’at Gecemiz, Türk Musikisinde Bir Altın Halka Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca, Türk Müziğinde Doktor Ve Eczacı Sanatçılar, Türk Nöroşirürji Akademisi, Türk Nöroşirürji Araştırma Ödülü, Türk Nöroşirürji Ödülü, Uluslararası Nöroşirürji Dergisi, Uluslararası Skull Base Cerrahisi Kongresi, Üniversitelerde Taban Puan Gerekli mi?, Ve Haleve Zevceha,  Vel  Kebere Reddenahu, Vicdan,  Vuslat, Ya Hayy! & Rubailer, Yunus’ta Estetik ve Mikrosanat, Yüksek Lisans Ve Doktora Pazarı! Zeka,  Zihin kontrol ve terör.”

TÜZDEV (Türkiye Üstün Zekalı ve Dahi Çocuklar Eğitim Vakfı) Başkanı Kemal Tekden’in, özlü değerlendirmesi ile ” Medeniyetler temelinde  Bilim, Sanat ve Din ayrılmaz bir bütündür, ”

İnsansız Hava Araçları’nı (İHA)  ülkemiz İsmail Hakkı Aydın’da (İHA)  simgeleşen Beyin Gücü ile geliştirmektedir.

Beyin Gücü, Bey’lerin Gücüdür, Bey olabilenlerin, Beylik olmayanların rahmani, üretken ve enerji dolu gücüdür.

Gazi Paşa (1881-1938) ile Gazi Yaşargil HOCA’nın (d.1925) mükemmel bir sentezidir Muhterem Hocamız İsmail Hakkı Aydın.

Hocamızdan bir özdeyiş ile düşüncelerimizi nihayete erdirelim.

“En büyük hazinemiz olan beyin. İnsanı farklı yapan ne geni, ne kromozomu ne de aklıdır. Beynidir, Beyni!”

Vezir Bilge Tonyukuk Konferansı

0

Ben Levent Ağaoğlu. Bilge Tonyukuk neden Bilge Tonyukuk? Bulunduğumuz mekan zaten bilge bir mekan. Neden bilge? Küçük Ayasofya 500’ler, 532. Ayasofya yani Kutadgu Bilig yani Aya kutsal soyfa bilgelik. Ondan sonra Tonyukuk, Bilge Tonyukuk; halk tarafından kendisine verilmiş bu sıfat. Fakat Bilge Kağan’dan farklı bir yapı. Osmanlı’ya kadar uzanan bilge kayınpeder geleneği, Bilge Tonyukuk’la başlıyor. Bilge Tonyukuk, Bilge Kağan’ın kayınpederiydi. Aynen Göktürk bölümünü konuşuruz. Osmanlı’ya geldiğimizde de Şeyh Edibali, Osman Gazi’nin kayınpederiydi. O zaman biz Osmanlı’yı konuştuğumuz zaman, neden Osmanlı’yı konuşuyoruz. 1999’du sanıyorum 700. yıl nedeniyle çok gündemimize geldi iyi de oldu. Fakat şimdi biz gündemimize bu sefer Göktürk’ü almak durumundayız. Oraya çünkü kök orası. Yani Osmanlı’yı Göktürk’ten ayıramayız, bir devamlılık var. Her şey zarurete tabi, Mevlam nasip ederse o görsellere bakıcaz orada çok enteresan orada birtakım bilimsel bilgilere ulaşabilcez. Ben öncelikle bu konuya vesile olan ASAM’dan Mehmet Seyit Türker kardeşime teşekkür ediyorum. Ardından 93’den beri 25 yıldır tek başına mücadele eden Yesevi adına mücadele eden Erdoğan Ağabeyim’e çok şükranlarımı iletiyorum, bu toplantıya imkan verdiler, gelip ben burda konuşuyorum. Bu devamlılığın sonuçlarını da ben söylüyorum ki başlangıçta Pazar günü zihinleri çok fazla yormamak lazım A, B, S. Burada ben A’dan Z’ye Bilge Tonyukuk dedim. Ama özellikle A, B, S harfleri çok önemli. Hani arabalarda olan fren sistemi gibi hayati. Bizdeki A nedir? A Bilge Tonyukuk’tur. Buyrun bizim anayasalarımız. Bilge Tonyukuk sağdaki 62. satır, soldaki de Tonyukuk dedi ki diye 10 adet söz. Sazla başladık sözle devam ediyoruz, şiirle bitirecez inşallah. Şimdi bunların tarihleri 700’ler. Şimdi bize 27 Anayasacılar, darbeci anayasacılar ne dediler Magna Karta, Magna Karta İngiliz anayasası ee bizde de 27 Mayıs’ı aynısını yaptılar İngiliz Anayasası. 80 darbesinde maddeler daha çok coğaldı. Bizim anayasamız 62 satırdı. Bilge Tonyukuk tarafından taşa hak edilmiştir. Yazılmamıştır, taşa kazınmıştır. Bugünlere yani 2000 yıllık bir olay, MÖ. 200 yılında Oğuz Kağan’la başlar, Erdoğan Ağabey ne güzel bahsetti, gemiler, Anadolu’da, Küçük Asya’da. Peki biz Talay’ı bilir miyiz Talay, işte yazıttı yazıyor. Dalai lama’yı biliyoruz. Talay’ın okyanus olduğunu biliyor muyuz? Bilge Tonyukuk’un okyanusa sefer yaptığını biliyor muyuz? Çin’in okyanus kıyısındaki  şehirlere sefer yaptığını biliyor muyuz? Dalai lama’daki Talay bizim Talay’ımız yani okyanus olduğunu biliyor muyuz? Hani bize ne diyorlar üç tarafınız denizlerle kaplı da, denize falan çıkmadınız. Biz gerçekleri göreceğiz 1200’lerdeki Magna Karta’yı bize ya sizde anayasa yok sizde anayasa yok. A dedim ya Anayasamız budur. Bunun içerisinde Türk ilk kez Tonyukuk yazıtında yani anayasamızda geçen Tanrı, Tengri… Tonyukuk Göktanrıcıdır, Tonyukuk inancı çok kuvvetli olan bir insandır. Tanrı istediği için kazandım, Tanrı istediği için mahvoldunuz diyen bir insandır. Eee o zaman Tonyukuk laik değildi. Buraya da girebiliriz. Bodun, boyun yani millet bakın taşa kazınmış, şimdi dün ben Prof. Hikmet Özdemir ile yazıştım, bu bir mail notudur. Okuyorum: Yazmana çok sevindim (bana yazdığı maildir) Tonyukuk bizim tarihimize kendime en yakın bulduğum kahramanım. Özal kitabımı 700 sayfadır, Türkistan Piri  Hoca Ahmed Yesevi ve evlatların ithaf eylemiş idim. Ve evlatlarına yani bizler, neden acaba. Dilerim bir gün yüzyüze oturup konuşuruz. 1400 sayfalık Atatürk biyografisini henüz tamamladım. Herhalde piyasaya çıkar bugün yarın. Bundan sonra biyografi yazmak istemiyorum. Ancak Tonyukuk’u onun biyografisini yazabilecek kadar öğrenmek için ahdettim. Kendisi Turgut Özal’ın başdanışmanıydı. Şimdi dört kişi bir metinde birleşmiş. 20. yüzyıldan Atatürk ve Özal liderler, köklerimiz Tonyukuk ve Ahmed Yesevi. İşte olay bu. Yani dünle bugünü bağlamaktır. Çünkü Özal’ı, Tonyukuk ve Ahmed Yesevi’ye bağlamaktır. Bulunduğumuz mekandan konuştuk, Ayasoyfa, Tonyukuk, Yesevi nerede birleşiyor? Bilgelikte, hikmekte birleşiyorlar. Şimdi Tonyukuk fotoğraflara bakalım. Bunu kardeşim Bülent Ağaoğlu hazırlamıştı, ikiz kardeşim. Şimdi A’sını bahsettik Anayasa diye bir A daha var Asya. Hani biz Avrupa Avrupa diyoruz ya biz Büyük Asya’nın Küçük Asya’sındayız. Bizim düşünürlerimiz, oradan da S’ye atlayacağız yani Sacayağı, kim onlar? Üçü de Asyalı Türkistanlı. Tonyukuk, Maturidi, Yesevi. Strateji, akıl, gönül. Bizim S’miz bunlardır, sacayağımızdır bunlar. Tonyukuk’a baktığınızda metinde savaş sanatını görüyorsunuz ama ötesinde bir düşünce vardır. B’si nedir olayın, A’sı B’si S’si dedik ya. A’dan Z’de çıkardığım bu üç adamdan bunlar. B’si bilgelik.

Tonyukuk diyor ki, Ben Bilge Tonyukuk’um, yazıtında sürekli olarak Bilge Tonyukuk ifadesini kullanıyor. Şimdi buradan çıkardığınız nedir? Büyük bir mesajdır. Kadim olmak, ben yaptım, ben ettim, ben hesabımı verdim. İlk yazılı belgemizdir bizim yani bu yazıtın en önemli özelliği ilk yazılı metindir. Destan değildir, Oğuz Kağan destanı sözeldir, bu ilk yazılı metindir. Peki yazmak nedir? İşte bilgeliktir. Yazdığımız zaman biz bugün bunu okuyabiliyoruz. Eğer Tonyukuk bunu yazmasaydı

ikinci video

Çin kaynaklarında Bilge Tonyukuk 10 tane strateji, savaş sanatıyla ilgili bilgiler var. Çinliler bunun kaydını tutmuş. Oradan haberimiz olacaktı, yoksa hiçbir şekilde haberimiz olmayacaktı. Dünyanın en büyük özelliği Orhun Yazıtları diye genelleştiriliyor. Haklıdır biri damadın yazdığı Bilge Kağan’ın yazdığıdır, diğeri kayınpederinin Bilge Tonyukuk’un yazdığıdır. Aralarında 350 km. mesafe vardır. Biz bunu biliyor muyuz? Neden, ilk yazan Bilge Tonyukuk’dur. Yazıtı ilk yazan kendisidir. Neden 350 km uzağa yazmıştır, kendi köyünden Tola Irmağı’nın kenarına gitmiştir ve yazıtı orada dikmiştir. Peki ben oraya ne derim Moğolistan’ın en doğusundaki Tola Irmağı. Orası benim kendi bakış açımdan Doğu Türkistan’dır. Biz ta Çin’in en batısındaki yere Doğu Türkistan olarak adlandırmışızdır. Oralar Doğu Türkistan değil mi? Yani o yazıt Türklüğün sınır taşıdır, sıfır taşıdır, sıfır noktasıdır. Biz bu bilinçle, Doğu Türkistan neresidir, Çin Seddi’nin sınırından başlar, biz bunun farkında olmamız lazım. 5N1K yöntemiyle kimdir dediğimiz zaman Tonyukuk’un en önemli özelliği kendisi bilge ve kahraman, şöyle dedim ben, “kalemlerin ve kılıçların efendisi” bu benim aklıma Yüzüklerin Efendisi filminden geldi. Yüzüklerin Efendisi’nin bir filmi var da, Tonyukuk’un bir filmi olsa ona 500 sefer daha etkili –gerçektir çünkü– olacaktır. Burda kılıçla yapmıştır, futuhat ve fikriyat vardır kendisinde. Kılıçla yaptığını kalemle kayda geçmiştir. Çok önemli bir özelliktir, kahraman olan bilgedir. İkisi de birbirinden kopuk değildir. Burada görevleri ve unvanları yazıyor, sekiz on tane unvanı var. En altta hizmet vermediği kağanlar. Kutluk kağan, kapkan kağan, bilge kağan. Şimdi bakın biz Tonyukuk’ta neyi göreceğiz 616-676 döneminde Türkler bir tutukluluk dönemi yaşıyor. Yani aynen Gazne tutukluluğu gibi bir dönem. Bizim Göktürk, Türk kağanlığı döneminde bir konu. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti 1946-2016 döneminde yine aynı şekilde yetmiş yıldır bir tutukluluk dönemi yaşıyor. Birinde Çin, birinde ABD onlar tarafından biz çepeçevrelenip kontrol ediliyoruz. Bu dönemlerde ne oluyor? Kutlu Kağanla birlikte burada Kuvay-ı Milliye’nin kökünü görüyoruz. Kökü nedir? Türkler bu 616-676 döneminde tutuklular. Tutuklu dediğim açık cezaevi Çin şey atamış. Bakın en başta Çin, Yung Cong mülteci bölükler müfettişi kim, Tonyukuk. Eğitimini Çin’de almış Cugay Dağları civarında, Sarı Nehri’n dirsek yaptığı bir bölgede. Çin’in ana uygarlık yaptığı medeniyet merkezi olan Sarı Nehir bölgesinde kendisi Çin devleti adına görevli Türk. Niçin görevli? Türkleri kontrol altında tutmak için görevli. Aşina soyu bir Türk, Çinli olduğu söyleyenler var, onları az sonra söyleyeceğim. Kutluk Kağan’da aynı şekilde aşina soyundadır, kağan soyudur. Ve Kuvay-ı Milliye nedir? İşte orada halk aynı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi sürekli isyan halinde, biz esiriz, esir yaşayamayız tarzında ve bunun oluşturduğu bu yetmiş yıllık birikim duygu başarısız girişimler oluyor. Ve en sonunda Kutlu Kağan Tonyukuk’la birlikte, –o da aynı şekilde Çin devletinde görevli– isyan ediyorlar. Çok büyük teoriler, hikâyeler çıkar. İsyan ediyorlar, dağa kaçıyorlar, işte buyrun size Kuvay-ı Milliye. İşte buyrun size TNT Kıbrıs, Hatay. Yani bir isyanı örgütleyip bağımsızlığı elde etmek. Yazıtın birinci satırında der ki: “Biz Çin Devleti’ne bağımlı olarak yaşıyorduk,” 62. satırında: “Ne mutlu bizlere ki biz artık bağımsızız,” bir mücadele yapılmıştır ve mücadelenin sonunda bağımsızlık elde edilmiştir. Burada bir husus daha var: İlteriş Kağan, Kapgan Kağan, Bilge Kağan. Kapgan Kağan’ın kapısını bir Türk kesti ve gitti Çin İmparatoru’na teslim etti. Bilge Kağan’ı da bir Türk zehirledi, Çin adına zehirledi. Şimdi bu Erdoğan Ağabeyin üzerinde çok çalıştığı İçimizdeki Hainler ve Güzellikler??? konusuda burada başlar. O zaman biz buna çok çok dikkat etmek zorundayız. Bu neden böyle oluyor, nasıl içimizdeki insanlar elde ediliyor. Çin bunu çok başarılı bir şekilde yapmıştır, uygulamıştır ve Göktürk devleti, Türk kağanlığı dağılmıştır.

A’sı dedim, Araysa, Asya, Aşide. Aşide’den kasıt, bir soy yönetici soy. Bu 646-716 döneminde anayasa çok önemli. Şimdi bakın

***

Sarı Nehir’in dirsek yaptığı bölümde, şimdi burası neresi biliyor musunuz, Sarı Nehir’in içerisinde o düzlükte, Türklerle, Çinliler 2000 yıl boyunca durmadan savaştılar. Sun Tzu’nun milattan önce 500 yazdığı Savaş Sanatı kitabının içinde düşman, düşman, düşman 962 kez yazar. O düşman benim, Hun Türkü’dür ve savaşlar burada olmuştur, burası nedir, sol taraf İç Asya, Türkistan oraya çıkış yolu. Bakın burada büyük yazmışlar Changan, Duhanyan… Burası Çin Medeniyetinin doğduğu yerdir. Biz bu haritada neyi görüyoruz, Türkler Çin’in kalbindeydiler. Ve bütün Savaş Sanatı olayları burada geçmiştir.  Şurası Yunzhong dağlık bir yer. Bahsettiğim Kuvay-ı Milliye orada başlıyor, kökü. Yunzhong 41. paralelde, İstanbul’dan geçer, Serakab’ten??? geçer. O zaman nedir bu? Bilgelik yoludur. Tonyukuk yoludur. Erdoğan Ağabeyin bahsettiği Yesevi zihniyetinin arkası Tonyukuk’tur. Sefer doğuya, batıya, kuzeye, güneye devamlı sefer yapmıştır, durmamıştır. Biz Yesevi’ye, Tonyukuk bağlantısını kurmak durumunda olacağız. Neden Tonyukuk? 5N1K değil mi? Bakın hepsi: İlk yazı, ilk düşünür, ilk Türk kelimesi… hepsi bu anayasanın içinde yazar. İlk devlet kelimesi, bakın ilk, millet, deniz seferi, stratejist, başbakan, sosyolog, sinagog hepsi onda. Şimdi burada benim çok yazıklandığım, en başta söylüyorum tek tek gitmeyeceğim, hakkında yazılmış bir tane doktora tezi bulunmamakta. Yazmışım ben iki sene önce, ama bakın Yunan düşünürler hakkında yazılmış beş yüz tane makale bulursunuz. Aristoteles hakkında tezler, babam tezler. Tezleri İngilizler çöpe attı, daha mı biz yaşatacağız. Francis Bacon’ı çöpe attı, bundan bir şey olmaz, bize bir şey gelmez. Biz ne yaptık, 1941’de coğrafya kongresi topladık, Akdeniz’e Ege dedik, Ege bölgesini attık ve klasikleri çevirmeye başladık, Eski Yunan’ı başlattık. Eski Yunan Hasan Ali Yücel’in 350 tane klasiğin içinde 20 tane yoktur Hun klasiği. Burada İngilizlerin çöpe attığı Aristoteles’in Aristoteles dedi ki: Türk aydınları doğa okuman Lao Tzu hakkında kitap yazıyor Tonyukuk hakkında yok. Cevat Çapan diyor ki: Odyessia Konuşmaları. Ee kardeşim yapsana bir Tonyukuk konuşmaları, felsefi bir metin, üç kişi var: Tonyukuk’un düşünür olduğunun üstüne basan, Mehmet Kaplan 1979, Erdoğan Ağabeyi 2005 ve Teoman Durali onun Hızlandırılmış Türklük kitabı 2013’de. Oralarda Tonyukuk’u çok güzel işleyen sadece 3 Türk düşünürü var. Diğerleri ne yapıyor ya onun virgülü şöyleydi noktası böyleydi. Kardeşim sen, şunu söylesene, ne demek istiyor burada siyaset felsefesi var, devlet felsefesi var. Tonyukuk gerçek bir vezir-i azam. Kutadku Bilig’de çok büyüktür. Ama oradaki Platon’daki Devlet gibi ideal bir vezirdir. ????? Bu değil ki, kendisi vezir devleti yönetmiş bir insan.

Burada Tonyukuk’un çok bilinen bir konusu: Ben çok benzetiyorum: Vatan Caddesi, Millet Caddesi, Karadeniz, Akdeniz Caddesi, Kızılelma, Oğuzhan Caddesi… Bunlar nedir İstanbul’un Menderes döneminde iskana açılmıştır. İstanbul’un gerçek Fatih’i Adnan Menderes’tir. Asılan Başbakan. Bakın biz bu günlere geldik. İstanbul’u Hong Kong gibi en az yüzyıl İngiliz yönetiminde kalacaktı. İskana açılarak İstanbul bir stratejiyle ben buna devlet stratejisi diyorum, kurtulmuştur. Peki Tonyukuk ne yapmıştır? Burada şehirleşmiştir bakın. Anadolu İstanbul’a gelmiştir. Bende geldim, anam, babam Balkan soylu, Balkan Türk’ü Vatan Caddesi’nde oturmaya başladık. Tonyukuk ne yaptı peki? Şehirleşmedi. İki bilge arasındaki ayrılma noktası. Bilge Kağan diyor ki: “Biz medeniyet değiştireceğiz. Biz Çinlileşeceğiz, Budist olucağız,” Bilge Tonyukuk diyor ki: “Haşa hiçbir şekilde biz şehirleşmeyeceğiz, ???????? ben şimdi Çince işte. Çinli oluruz biz,” ve dediğini kabul ettirmiştir. Bizde der ki, yok göçebe Türkler, göçebe Türkler, Demirtaş kitap yazdı Göçebe Türkler diye. Kardeşim göçebeliği niye aşağılıyorsun, adamın, Türk’ün bulunduğu coğrafya öyle, yeşilliğin içerisine girse asimile, asimile oldu zaten. Bakın Çinliler oturmuş 10 madde halinde Tonyukuk dedi ki, Tonyukuk dedi ki diye aman biz sakın karşımızda bizim yüzde bir gücü olan Çin var Çinli var, sakın ola ki biz şehirleşmeyelim, Budistleşmeyelim. Budist olduğumuz zaman zaten kendi, et yemeyeceğiz, inançlarımız Türk’ün tamamen özüne aykırı bir yapıya kavuşmuş olacağız. O açıdan Tonyukuk şehirleşmeyerek, göçebe değil göçer kalarak Türkleri kurtarmış bir insandır. Talas Savaşı, Tonyukuk 724’te ölüyor, Talas savaşı da kırk yıl sonra yaşanıyor 751’de. İşte orada Çin, bizim Türklerin İslamiyet’e geçişi orayı bulur, Çin’e karşı Türkler galip geliyor. Ve Tonyukuk’tan kalan nedir biliyor musunuz? Biz işte dünyanın en stratejik bölgesine geldik yerleştik. Biz çok özgürlüğümüzün peşinde koştuk. Eğer Türk halkı bunu kabul etmiş olsaydı zaten ????????? Biz Türkçe konuşmayacaktık. Tonyukuk’tan çıkan en önemli bir mesaj, bir bilgelik, bir bilge güç bir de dildir. Bilge güç nedir? Bilgeliği güce çevirmek, bugün Amerikalı Freedman Stanfor’u kuruyor Gölge CIA, açılımı ne stratejik koz, stratejik güç. Peki biz neyiz biz ???????’uz, bilge gücüz. Bilgeliği güce çevirmek sacayağında olacaktır. Tonyukuk, Maturidi, Yesevi. Bana ne Aristoteles’ten, bana ne Platon’dan, bana ne Sokrates’ten. Kendi düşünce gücüm var. O düşünce gücüm nereden geliyor, dilden geliyor. Düşünce dediğimiz zaman nedir tüş, işte yazıtta yazıyor. Düştüm diyor, dağlardan düştüm, nehire düştüm. Peki düşmek nasıl gelişiyor düşünce nasıl oluşur aniden oluşur. Sabah uyanırsanız aniden aklınıza düştü işte. Biz bu köklerden gideceğiz. Düşüncemizi, kendi sosyolojimizi, kendi kökümüzden üreteceğiz. O da nasıl, Tonyukuk’tan çıkan en önemli mesaj: dil, dil, dil üstüne basa basa söylüyorum. Ama dil derken misal milliyet, hürriyet arapça köklüdür, ekleri ne, Türkçe. Atmayacağız bunları, bugün İngiliz’in sözlüğü dünyayı yönetiyor. Bu budur, bu budur atmıyor ki adam sürekli ekliyor kendisi. En önemli mesajı ben dil olarak atlettim. Nasıldı derken, Türkistan bilgeleri özellikle bu bilge güç: zaman, zemin, zihin bu bizim kökümüz budur. Bir de benim bir ideal olarak devlet bilimler akademisi bu üç sacayağını Tonyukuk, Matrudi, Yesevi’yi devlet bilimler akademisinin özü bu olacak şekilde. Bugün Rusların akademisi var, İngilizlerin var, bizim yok. Hangi Çinliler Tonyukuk Türk’tür dediler? Hangi Türkler Tonyukuk Çinlidir dediler? Tonyukuk Türk mü, Çinli mi hepsi burada yazıyor bakın Tonyukuk Türk’tür, Ahmet Taşağıl, Ana Britannica Ansiklopedisi, Go Honghen, He Xingliang, İsenbike Togan, Sadri Maksudi Arsal Türktür diyorlar. Peki Çinlidir diyenler, sorarsanız belgesi var atmıyorum Bahaeddin Ögel, Bozkurt Güvenç, Mehmet Niyazi Özdemir, Özkan İzgi, Sait Başer bakın 4 tanesi profesör biri doktor. Bahaeddin Ögel, bir Uygur mezartaşına dayanarak ve Tonyukuk Çinlidir düşüncesi Bahaeddin Ögel’den geliyor. Ardılları Bozkurt Güvenç oraya yaslanıyor, Özkan İzgi’de oraya yaslanıyor, bir mezartaşına yaslanıyor.

Şimdi B’den gidersek, bakın bilgelik, bilgiçseniz softasınızdır. Ama bilgeseniz sofyasınızdır. Sofya file sofya Ayasofya hepsi bilgelik nerede var doğuda var. Bulunduğumuz mekanda da var. Bilge güç: Güç; Batının, Bilgelik; Doğu’nun, bilge güç ise Doğu ve Batı’nın bileşkesi olan bizlerin… Bizlerin farklı bir boyutumuz var. Sen gel Orta Asya’nın en ucundan Pasifik Talay’ından okyanusundan hop Akdeniz’e gel. Bu nasıl oluyor, neyle oluyor, hangi tutkuyla oluyor. Özgürlük tutkusuyla oluyor. Biyografisi tanınmıyor. Bodun: Halk. Bu sürekli özgürlük ateşiyle yanan temel o. Şimdi bugün tarihi bir gün yaşıyoruz, 15 Temmuz. Yazıtta yazıyor 56. satırda okuduğum zaman sarsıldım: Devlette devlet oldu, millette millet oldu. İşte bu gelecek, uzağı görmek. Gelecekle bulaşmak budur, hakketten yazıyor. Öyle bir günde yaşıyoruz. Bilimler, kastım nedir? Yani biz Tonyukuk’u bütün A’dan Z’ye Bilimler açısından değerlendirmek onun bir külliyatını ortaya çıkarmak durumundayız. Bu 62 satırda 1300 yıl önce yazıldı bu 1300 tane kelime var içerisinde hazinemiz budur. Pandora’nın kutusu demiyorum, o mitolojik bana ait olmayan bir şey Pandora kim? Bu hazinem budur. Biz oradan başlatacağız, Türk’ün yazdığı ilk belge bu. Adının yazdığı. İl yime il boldı, budun yime budun boldı. 56. satır.  Devlet de devlet oldu, millet de millet oldu.

Düşünce bakın, tüşti. Tüş, düşüncenin kökü yine bu metinlerde. Ögüzke tüşdi. Aşanğalı tüşürtümüz.

Bahsettiğim, Tonyukuk’u bir düşünür olarak bahseden Mehmet Kaplan, Erdoğan Ağabeyimiz ve Teoman Duralı üç kişi, başka üç kişi daha var söyledim. Tonyukuk, Maturidi, Yesevi başka yok yani yazıklar olsun onlara bir şey demiyorum.

Din: “Türk’ün kutsal ülkesinde kimse kalmadı, çünkü Tanrı onları yok etti.” Tanrı onları yok etti, demek ki şey, o adam laik değil yani laiklik var canım olur mu öyle şey. “Tanrı şöyle buyurmuş: han verdim, hanını bırakıp tutsak düştü, tutsak düştüğün için Tanrı öldürdü.” Allah allah olur mu öyle şey. “Türk milleti öldü, bitti, yok oldu.” Çok kuvvetli bir inanç. Göktanrı inancı ama onu görüyorsunuz, demek ki inanç çok çok kuvvetli hangi dinde olursa olsun. Biz 27 Mayıs Anayasası’nı niçin yaptık? Laiklik. Buyurun, tanıyor musun Tonyukuk’u biliyor musunuz, Anayasa yapmışlar.

Filozoflar, bilgeler: Tonyukuk, Farabi, Yusuf Has Hacip, bunlar bizim açımızdan, filozoflar günümüzde eski Yunan mı, eski Türk mü? Yesevi’nin Çoban Ateşleri, Tonyukuk’un seferleridir esas. Beş ülkeye sefer yapmıştır. Çin, Moğolistan, Rusya, Özbekistan, Tacikistan. Yani Özbekistan, Tacikistan’ın ne kadar uzak olduğunu siz biliyorsunuz. Bakın, Çin Denizi Pasifik Okyanusu, orası Moğolistan. Bu bölgede yirmi üç tane şehir var, hepsine Tonyukuk sefer yaptı. Hadi bakalım, burdan yakalayalım, biliyor muyuz? Bu haritayı ben bir Fransız akademisyenden aldığım bir haritadır. Bizim profesörlerimiz, akademisyenlerimiz yazıp çiziyorlar mı? Tonyukuk’un zaptettiği yirmi üç şehiri yazıttında yazar. Ben kağanımla birlikte yirmi üç yere sefer yaptım diyor. Erdoğan Ağabey, Yesevi’nin sofra tutmasıdır bu. Sofrasıdır, siz şimdi bize nasıl sofra tuttunuz burada, kahvaltı ikram ettiniz, bu da onun aynısıdır.

Peki Göktürk nedir? Bir de Jön Türk var. Başa gelen sıfattır, bizim belamız veya kuvvetimiz. Jön Türk bela olmuştur. Ama Göktürk uydudur, Bilge Güç’tür. Şu an iki tane uydumuz var. Adını da biz çok güzel bir şekilde Göktürk Uydusu koymuşuz.  Oraya uzanmışız çünkü bizim Oğuz Kağan’dan gelen o “Sema çatı olsa” felsefesi budur. Semanın Göktürk uydusunda bize çatı olmuştur. Oğuz Kağan’ın sema çatı olsun dediği o şekilde olmuştur. Göktürk ve yabancılaşma çıkardığımız iki mesaj.

Az bir metnim kaldı. Bakın H’sine ancak gelebildik, gidebileceğimiz yere kadar gideceğiz ondan sonra da yani ben sunuma bağlı kalmıyorum arada bende konuşuyorum iki tane şiirle bitireceğiz.

Han’ını Bulmak bütün mesele bu. Biz Han’ımızı ne zaman kaybettik. İşte Tonyukuk yazıtında yazıyor. Satır 1: “Bilge Tunyukuk, ben kendim, Çin yönetimi sırasında doğdum. Türk halkı o zamanh Çin’e bağımlı idi. Türk halkı, kendi hanını bulamayınca Çin’den ayrıldı; han sahibi oldu; fakat hanını bırakıp Çin’e yeniden bağımlı oldu.” Altına ben notunu yazmışım. Türkler, Hansız bırakılıp kontrol edilmişlerdir; bu sıkı bir iddia. Çin, İngiltere, ABD aynı taktikleri uygulamıştır. Göktürkler, Osmanlılar, Hansızlaştırılıp yıkılmıştır. Biz hanımızı 27 Nisan 1909’da kaybettik. Osmanlı’da o zaman bitti.

İş. İşe verdiği önem: Kızıl kanım töküti kara terimyügiirti işig kücük birtin ök. Bakın bu çok büyük bir laf. Kızıl kanımı döktürere, kara terimi koşturarak işi gücü verdim hep. Uzun keşif yolunu yine gönderdim hep. Hani bizim bürokrasiye bakın şimdi. Neticede Tonyukuk bir bürokrattır, kağan değildir. Kızıl kanımı döktürerek, kara terimi koşturarak.

Tonyukuk’ta eksik olan nedir?  Kartografya, kronoloji, kaynakça daha yok. Harita yok, zaman dizini yok, akademisyenler sadece harflerle uğraştılar, zemin yok, zaman yok, kaynaklar yok. Kardeşim Bülent Ağaoğlu Allah razı olsun kendisi oturdu… ben Tonyukuk’un Külliyatı’nı çalışan bir insanın. Erdoğan Ağabey nasıl Yeseviyle yatıp kalkıyor, bende Tonyukuk’la yatıp kalkan neden yatıp kalkıyorum, çünkü ilk yazarımız. Ben kimim? Ben yazar olmaya çalışan bir insanım. İlk yazarımız bizim. Yani benim nacizane fikrim, bizim yapabileceğimiz en önemli vazife yazmak. Kadim gecesinin iki anlamı vardır. Güç ve kuvvet, nereden gelir oku, yaz. Bu bize Allah’ın emri. Kaynakçasını yaptı kardeşim 150 kaynaktı. 200’lere doğru uzadı. Biz bunlarla yani haritayla, zaman, zemin, zihin bu üçüyle, bir de çalışmak durumundayız. Bizim üçlümüz bu zaman, zemin, zihin.

Bakın Oğuz Kağan’dan çıkan ilk on kavram. Asker, at, bilge, devlet, düşünmek, kağan, millet, sefer sevk, Tanrı, Türk. Sefer, sevk devamlı yapacaksın, fütuhat yaparsan fikriyat olur.

Benim kendi on iki ciltlik bir projem var. Külliyat projesi o bu şekilde. Mirası bu on iki madde şeklinde; bağımsızlık, anayasa, liderlik. Bizde vizyon yok bol bol televizyon var. Savaş sanatı, Y zihniyeti dediğim yabancılaşma zihniyeti, bizim en büyük mücadelemiz orada biz yabancılaştık, kendi özümüze yabancılaştık. İlk yabancılaşmada neyle olmuştur. Göktürkleri; Uygurlar bitirdiler, budist oldular. Göktürkler budist olmak istemiyordu. Ve Budizm üzerinden geldik ilk yabancılaşmaya. Türkçeye giren ilk yabancı kelimeler Budizm üzerinden gelmiştir.  Budizmin de bize neler kazandırdığını da şu an biz görüyoruz neticede.

Sacağına yazdım: Tonyukuk, Maturidi, Yesevi; yani Strateji, yani Akıl, yani Gönül. Bu üç kişinin birleşimi. Bunlar beş yüz yılda bunu oluşturdular.  Bakın bu bileşim beş yüz yılda oluştu. 646 Tonyukuk’un doğum yılıdır. 1166’da Yesevi’nin ölüm yılıdır. Bu beş yüz yılda biz bir akıl geliştirdik. Bunun adını hâlâ İngiliz akılı, İngiliz akılı Türk akılı yok mu? İşte Türk aklı bu üçlüdür. Bizde kimler var; Brezinski, Huntington, Fukuyama lanet olasıcılar yani.

Türkistan bilgelerimiz bizim en önemli değerlerimiz, yeraltında, neredeki yeraltında Türkistan’da yer altında yatıyor bunlar. Konfüçyüs Çin siyaset felsefecisidir. Bugün bir Türk siyasetçisi iki yıl önce bir kitap yazdı. Siyasi liderlik, adını vermiyorum. Baktım indeksine Konfüçyüs var Tonyukuk yok. Konfüçyüs dedi ki Konfüçyüs şöyle, Konfüçyüs böyle ya Tonyukuk nerede, işte burada Çinliler yazmış Tonyukuk dedi ki diye. Türkler de diyor ki Konfüçyüs dedi ki yazık, komedi.

Asimetrik savaşın kökü, Bilge Tonyukuk’tur. Kuvay-ı Milliye, Hatay, Kıbrıs hepsi onlarla gelen konulardır. Tonyukuk’un kesinlikle bir filmleşmesi gerekiyor. Ben kendi bloğumda Tonyukuk’la ilgili bir yazılarım var. Bunun İngiliz dilinde, Rus dilinde de oluşması lazım. Bakın size şimdi muhteşem bir harita göstereceğim. Bunu ben Elizabeth Varda’nın Bulgaristanlıdır kendisi Amerikan bir akademisyen ????? Çin’in Mumyaları kitabının içinde buldum. Şimdi alttaki yeşil, bozkır kuşağıdır, bakın Çatalhöyük’e kadar girmiş. Lübnan’dan çıkmış, Eski Sümer’in oradan, Basra Körfezi’nin oradan ????? içine girmiş, yeşil tarım kuşağıdır. Sarı olan ise bakın gördünüz mü karşınıza neresi çıktı bu dirsek çıktı, Sarı Nehir, işte Tonyukuk’un doğduğu yer. Sarı kuşağın burası step kuşağıdır. Vardığı yer neresi Tuna. Sarı Nehir’den ????? yani Viyana’ya, Türk’ün yolu bu, yani bunun adı Tonyukuk Yolu. Bakın burası 41. paralel başladığı yeri görüyor musunuz?