1970’li yılların ortalarında başlayan üniversite öğrenimim esnasında Milliyet gazetesinde Pazar günleri yayınlanan ve sürekli takip ettiğim Düşünenlerin Forumu sayfalarının yarattığı olumlu katkılar neticesinde 1982 yılında Beyazıt Devlet Kütüphanesi gazete koleksiyonlarını tarayarak bibliyografyasını hazırlamıştım; yayınlamak bugünlere nasipmiş.
Forumların düşünürler kadrosundan Prof Ümit Doğanay İİTİA Şişli Siyasal Bilimler Yüksek Okulunda Türk Devrim Tarihi derslerinden hocam idi, siyasi cinayete kurban gitti, Doç. Dr.Server Tanilli kurşunlanıp, sakat bırakıldı. Prof. Melih Tümer fikirlerinden ötürü tutuklandı. Düşünce ve düşünürlerin acılarla dolu kaderi idi bu yaşananlar.
Hayatta en hakiki güç olan “Düşünce Gücü”nü hareketlendirerek gelişme yolunun açılması konusunda ülkemizin ender gazeteci düşünürlerinden Ali Gevgilili’nin 9 Şubat 1969 tarihinde ilk kez Milliyet gazetesinde yayınlanmaya başlanan Düşünenlerin Forumu 11 yıl içerisinde 453 hafta boyunca yayınlanarak 630 düşünürün düşüncelerini seslendirmiştir. Her hafta Pazar günleri gazete sayfalarında yerini alan forumlar “Düşünce Gücü”nün sergilenmesi ve pekiştirilmesi anlamında yegane bir işlevi yerine getirmiş ve Mayıs 1980 tarihinde sonlandırılması da derin anlamlar içermiştir.
Çin’de 1966 yılında başlatılan “Kültür Devrimi”, Avrupa’ya 1968 gençlik hareketleri olarak yansımış ve ülkemizde de özgür düşünce rüzgarları esmeye başlamıştır. Sözkonusu konjonktürde başlatılan Düşünenlerin Forumu; 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbe dönemleri arasındaki bir parantez işlevi görmüştür. Özgür Düşünceye ancak 11 yıl tahammül edilebilmiştir. Tahammül edebilenler ise tek dişi kalmış Medeniyet Canavarı’nın Atlantik merkezleridir. Atlantik Dünyası’nın ABD ve İngiltere kollarının sözde demokrasi ve fikir hürriyeti ideali yalanları, bizzat kotardıkları askeri darbeler ile yüzlerine vurmuştur. Darbeler sistematiği ve mekaniği ile Sistem fikir değil ideoloji üretmiştir. Fikir üretenler cezalandırılmış her on yılda bir darbe şiar edinilmiştir. Düşünenlerin Düşünceleri ve Düşünenlerin Forumu sayfalarını 11 yıl boyunca yöneten Ali Gevgilili ise Mayıs 1980’de gazetecilik yaşantısına nokta koymuştur.
Birinci Bölüm’de; Düşünenlerin Forumu Bibliyografyası hazırlanarak konularına göre sınıflanmış, endeksi ve istatistik verileri oluşturulmuştur.
Çalışmamız esnasında;
İkinci Bölümde; Düşünenlerin Forumu’nun yaratıcısı Ali Gevgilili düşünce odaklı olarak değerlendirilmiştir.
Dileğimiz;
TÜRKİYE VE TÜRKİSTAN’DA KENDİR – KENEVİR KÜLTÜRÜNÜN KÖKENLERİ
“…Yün eğiriyor, kendir eğiriyor, bez örüyor, karış (?) dokuyor ve yine diğer ustalar da, kendi kendilerine, kendi san’at işlerini işliyorlar ve emek vererek, zahmet çekiyorlardı…”
İyi ve Kötü Prens Öyküsü, < 1000
“Prens Kalyanamkara ve Papamkara” Uygur hikâyesi
Kaynak: Bahaettin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt 5, Türklerde Giyecek ve Süslenme, Ankara 1978, Kültür Bakanlığı Yayınları.ss.
Büyük Asya’da Hunlar’dan başlayarak giyim kuşam için ekilip biçilen kendir, Osmanlılar ile birlikte Küçük Asya’da özellikle Karadeniz bölgesinde olmak üzere bilhassa stratejik bir ürün vasfı kazanmış, savaş ekonomisinin olmazsa olmazı haline gelmiştir. 19.yüzyılda Batı ile savaşın gereği üretimi zirvelere çıkan kendir, 20.yüzyıl ortalarına doğru Batı’nın baskıları neticesinde Türkiye Cumhuriyeti’nde üretimi yasak bir ürün haline gelmiştir.
Kendir aynı zamanda kendimizdir, kendimiz olma mücadelesidir aslında. Her iki mücadele de birbiri ile içiçedir. 19.yüzyıl Merkantilizm çağında Baltalimanı Serbest Ticaret Anlaşması ile çökertilen Osmanlı Sanayii İngiliz Kumaşı’nın, 2.Dünya Savaşı sonrası ABD ile olan anlaşmalar ise Amerikan Bezi’nin önünü açmış ve Trabzon Bezi, Rize bezi ile birlikte yokolma sürecine girmiştir. Osmanlı topraklarında çıkan petrol ve yetiştirilen pamuk ele geçirilerek üretilen ve yerli acentalar ile ülkemize girişi yapılan ithal ürünler manivela olarak kullanılarak günümüze gelindiğinde ise kendimiz ile hesaplaşma sürecine girilmiştir.
21.yüzyıl başlarında hızlanmaya başlayan bu süreçde ortaya çıkmaya başlayan geçmişde kalan arşiv belgeleri de incelenerek yayınlanan kitabımızdaki çok yönlü sözlükler; dilimizin şaşmaz tanıklığıdır aynı zamanda.
Hun, Uygur ve Osmanlı atalarından miras kendir, kendimiz olma sürecinin mihenk taşıdır da. Mirasın gereği ise, binlerce yılın baştacı kültürümüzün yeniden değerlendirilerek daha da güçlendirilerek yaşatılmasını sağlamaktır.
Ögel hocanın ardından Nejat Diyarbekirli hoca 1969 yılında Türk Sanatı Tarihi ve Araştırma ve İncelemeleri adlı çalışmasında Ögel hocaya atıf yaparak Andronovo Kültürü dönemini Güney Sibirya için 1700-1200 olarak kabul etmiştir (Diyarbekirli, 1969:118). Ardından İbrahim Kafesoğlu 1977 yılında ilk baskısını yaptığı Türk Milli Kültürü adlı eserinde Rus arkeologlar Çernikov ve Kiselev’e atıf yaparak söz konusu kültür döneminin 1700’den itibaren hâkim olduğu Altay-Sayan bölgesine ve bu kabile mensuplarının yayılım sahalarından bahsetmektedir (Kafesoğlu, 2007:54). Son olarak 1978 yılında Emel Esin’in İslamiyet’ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a Giriş adlı çalışmasında Sibirya Bölgesinde M.Ö 2000-1200 yılları arasında Afanesyevo ve Andronovo Kabilelerinin AvrupaiMongoloid karışımı bir ırk tipinin vücuda geldiğinden ve Türklerin ataları olabileceklerinden bahsetmektedir (Esin,1978:3). İslam öncesi Türk Tarihi ve Sanatı için oldukça mühim çalışmalar yapmış olan bu değerli dört büyük Tarihçi ve Sanat Tarihçilerinin çalışmaları bu yıllardan günümüze değin Türk tarihçilerinin referansları olmuştur.
Kendir kaynakları incelememizin ana başlığında “Türkiye ve Türkistan” sınıflaması önerilmiştir. Kültür kökenlerimiz bir bütünlük arzeden iki uçlu bölge içinde şekillenmiştir. Umarız önerilen sınıflama kültürel, siyasi, iktisadi, stratejik ve jeopolitik incelemeler için de temel alınır.
Türkistan boyutunu merkez alan değerlendirmede yirmi civarında Türk boyları Büyük Asya genişliği içinde incelenirken, etrafında yer alan Uzakdoğu, Hind Kıtası, Rusya ve Yakındoğu bölgelerine de değinmelerde bulunulmuştur.
Türkiye bölümünde ise Avrupa, Dönemler, Coğrafyalar, Teknikler ve Kaynaklar başlıkları altında incelenmiştir. Buradaki benzer bir tersyüz edici bakış açısınının da Küçük Asya-Türkiye merkezli olarak başta ülkemiz kültür insanları olmak üzere yeniden değerlendirilmesi hususunun gündeme gelmesi dileğimizdir.
Antik Anadolu’dan başlayan dönemlerin sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nde kendir konusu da irdelenmiştir.
Teknikler bahsinde kullanım alanları beslenme tekniklerinden başlayarak yedi alt başlık altında incelemeye tabi tutulmuştur.
Kaynaklar bahsinde Dilimizin zenginliği sözlükler ve Arşiv kayıtları incelenerek bir kez daha bizleri hayranlık içinde bırakmıştır. Yirmiye yakın sözlük incelemesinde en dikkat çekici olanları yeradları ve arşiv (Osmanlı ve Cumhuriyet) incelemesinden çıkan beşyüzü aşkın söz dağarcığımızdır.
Kendir ile alakalı sözlerimizin dile getirilerek geniş bir gündem oluşturması bir gerekliliktir.
Kaynaklar bahsinin Kaynakça alt başlığında ise bibliyograf Bülent Ağaoğlu, onbir altbaşlık altında kaynakları titizlenerek, arkeolojik bir kazı misali günyüzüne çıkarmıştır.
Çalışmamızı herzaman olduğu gibi şiir ile sonuçlandırarak kültüre sanatsal açıdan da katkı sağlamaya çaba gösterdik.
Zaman, Zemin (Yeradları, ülkeler, bölgeler), Zihin (Kişiler, Kavramlar, Terimler) temelli geniş bir dizin oluşturularak çalışma sonlandırılmıştır.
Detaylı ve çokyönlü kaynak kitaplar incelememizden çıkan tez ve iddia ise Kendir’den yola çıkılarak Kendimiz’e varmış olmanın mutluluğudur. Kendimize ait olanlara sımsıkı sarılmak, olmayanları ise ayıklamak başlıca bir vazife olmak gerektir.
Büyük Asya’da Hunlar’dan başlayarak giyim kuşam için ekilip biçilen kendir, Osmanlılar ile birlikte Küçük Asya’da özellikle Karadeniz bölgesinde olmak üzere bilhassa stratejik bir ürün vasfı kazanmış, savaş ekonomisinin olmazsa olmazı haline gelmiştir. 19.yüzyılda Batı ile savaşın gereği üretimi zirvelere çıkan kendir, 20.yüzyıl ortalarına doğru Batı’nın baskıları neticesinde Türkiye Cumhuriyeti’nde üretimi yasak bir ürün haline gelmiştir.
Kendir aynı zamanda kendimizdir, kendimiz olma mücadelesidir aslında. Her iki mücadele de birbiri ile içiçedir. 19.yüzyıl Merkantilizm çağında Baltalimanı Serbest Ticaret Anlaşması ile çökertilen Osmanlı Sanayii İngiliz Kumaşı’nın, 2.Dünya Savaşı sonrası ABD ile olan anlaşmalar ise Amerikan Bezi’nin önünü açmış ve Trabzon Bezi, Rize bezi ile birlikte yokolma sürecine girmiştir. Osmanlı topraklarında çıkan petrol ve yetiştirilen pamuk ele geçirilerek üretilen ve yerli acentalar ile ülkemize girişi yapılan ithal ürünler manivela olarak kullanılarak günümüze gelindiğinde ise kendimiz ile hesaplaşma sürecine girilmiştir.
21.yüzyıl başlarında hızlanmaya başlayan bu süreçde ortaya çıkmaya başlayan geçmişde kalan arşiv belgeleri de incelenerek yayınlanan kitabımızdaki çok yönlü sözlükler; dilimizin şaşmaz tanıklığıdır aynı zamanda.
Hun, Göktürk, Uygur ve Osmanlı atalarından miras kendir, kendimiz olma sürecinin mihenk taşıdır da. Mirasın gereği ise, binlerce yılın baştacı kültürümüzün yeniden değerlendirilerek daha da güçlendirilerek yaşatılmasını sağlamaktır.
Katkısı/Bilge Tonyukuk’un İlk’leri
Tonyukuk ve Yazıtı, Medeniyetimizin Sıfır Noktasıdır…….
Milyon taşı, İstanbul’da Doğu Roma döneminden kalma bir anıttır. Aya Sofya Camii karşısında Sultanahmet Meydanı’nın kuzeybatı köşesinde Yerebatan Sarnıcı’nın girişinin yakınında, tramvay yolunun yanında bulunur. Bizans İmparatorluğu’nda Konstantinopolis şehrine ulaşan tüm Antik Roma yollarının başlangıç noktası ve dünya üzerindeki diğer şehirlerin bu şehre olan uzaklığının hesaplanmasında kullanılan sıfır noktasıdır. İtalya’da Roma şehrinde bulunan bir diğer anıt olan Milliarium Aureum ile aynı işlevi görmektedir. Bizans’ın yeniden inşaası ve başkent kimliğini kazanması esnasında yapılan birçok görkemli anıt gibi İmparator I. Konstantin tarafından 4. yüzyılda yerleştirildiği düşünülür.
Tonyukuk Yazıtı ise, Milyon (Sıfır) Taşı’nın 8000 km ötedeki sıfırdaşıdır; Tonyukuk’un, halk tarafından kendisine yakıştırılan bir sıfat olan yegane bilgelik gücü ile bizlere Kutsal Bilgelikleri; Kutadgu Bilig’i, Aya Sofya’yı müjdeleyendir.
Tonyukuk; bir bilgelik külliyatıdır.
Yaptıkları ile ve daha da önemlisi yaptıklarını yazıya geçirmesi ile bizler için bir başlangıç noktası, ilham alınacak bir kadim bilgiler yumağı, sonsuz bir kaynak ortaya koymuştur; tüm bu katkılar bir bilgelik külliyatıdır. Külliyat, ellerimiz avuçlarımızla dokunduğumuz, kollarımızla sarmaladığımız yazıtın 62 satırıdır. Satır satır zamanlar ötesine gönderilen bu bilgelikler ardından Ahmed Yesevi’nin Horasan Erenleri ile çoban ateşlerini yaka yaka, adım adım Anadolu, Rumeli ve Mağrip’e ulaşmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine bir dinamit olarak yerleştirilen Welligton House’un Arnold Toynbee takozunu atıyor, Göktürk Devleti’nin VeziriAzam’ı Tonyukuk bilgemizin ilhamı ile yeni binyıllarımıza hazırlanıyoruz. Tonyukuk bilgeliği bizi bin yıl dimdik ayakta tutmuştu (717-1717). Araya 300 yıllık fetret devri girdi. Ondan da 2017 yılında kurtulduk.
Sosyoloji biliminin kurucusu İbni Haldun’u Osmanlı biliyordu, Cumhuriyet daha yeni öğrendi; 3-5 senedir diyelim. Sıra; Sinolog-Sosyolog Tonyukuk ve Hindolog-Sosyolog Biruni’dedir.
Resulullah (sav) Efendimiz’in “İlim Çin’de de olsa gidin” mesajı ile yola koyularak Asya’nın derinliklerinde, Türkistan’da mahzun kalmış düşünce abidelerimizle buluşmaya gidiyoruz.
Çizgimiz Tonyukuk’un doğduğu YunZhong ile İstanbul ve Roma arasındaki 41.Paralel’dir.
Bilge Güç Hattı, Sıfır Taşlarını birbirine bağlamaktadır. 41.enlem aynı zamanda gez-göz-arpacık çizgimizdir; batı-doğu arasındaki gidiş gelişlerimiz, her seferinde bizleri de daha zenginleştirecektir. Çizginin bir ucunda yer alan Çin ve diğer ucunda yeralan Avrupa bağlantıları yeni İpek Yolları ile imkanlarını sunmaktadır.
Yazmaya ilk yazarımız olan Bilge Tonyukuk ile başladık. Düşünce dünyamızda bağlantı kurduğumuz düşünce merkezleri Paris, Londra, Hicaz’a, Semerkant, Buhara’ya kadar gitmiş fakat Buhara’nın ötesine geçememiştir. Düşünce evrenimizi Tonyukuk Yazıtının yeraldığı, Türklüğün en doğu sınırına kadar genişletmeliyiz; karşımıza çıkacak olan Millet kavramıdır ki, en etkili anlatımına Tonyukuk’tan binlerce yıl sonra Mehmed Akif’in satırlarında rastlamaktayız.
41.paralel, Çin’de Yunzhong‘da Bilge Tonyukuk ile başlar, Semerkant’dan İmam Maturidi, Yesi’den Ahmet Yesevi ile yoluna devam eder, Balasagun’a uğrar Has Hacip’in Bilgelik kitabını Kutadgu Bilig’i de yanına alıp, İstanbul’a Sıfır Taşı’na Aya Sofya (Kutsal Bilgelik) Camii’ne ulaşır, Kızıl Elma Roma’sında Sıfır Taşı’na varır. “41 kere Maşallah” Paraleli İslam’ın tüm yönlerini (Kuzey Güney Doğu Batı) kapsayıcıdır 41. Enlem.
Tonyukuk; dönüm noktamızdır.
Tonyukuk, Bilge Kağan’ın “Budist olalım” önerisine karşı gelerek (723) nedenlerini sıralayıp kendisini ikna ederek Budistleşmemizin önüne geçmiş ve İslamiyet’e giden yolu sonsuza kadar açışının neticesinde, 30 yıl sonra Talas Savaşında (Kırgızistan) Araplarla birlik olan Türkler, Çinlileri mağlup etmiştir. Bu savaştan sonra da Çinlilerin Batıya ilerleyişleri durdurulmuş ve çok amaçladıkları halde ne Hazar’a ne de Ortadoğu’ya inememişlerdir.
Tonyukuk; ikinci adam değildir. Birincidir. Birinci sınıf kumaştandır. Binlerce yıl benzeri gelmemiştir.
Hun Türklerinden son Türklere ikinci adamlar. / Hilmi Tutar. — İstanbul: Ekim Yayınları, 2012. 768 s. : fot. ; 23 cm. — (Ekim yayınları; 10) 1. Devlet Adamları Biyografya Türkçe, ss.49-58
Tonyukuk, yazıtı ile gelecekteki binyılı inşa ve ihya etmiştir. Binyılı takiben gelen çöküş süreci ise Tonyukuk’un temelden karşı çıktığı bir düşünce ile bu sefer de ezeli düşman Avrupa’ya karşı Avrupalılaşma benimsenip, geçmişte kazanımlarla dolu binyıl toptan reddedilerek, yok sayılarak, Divanı Lugat, Kutadgu Bilig gibi temel eserler okunamaz hale getirilmiş, kurucu düşünürlerle bağlar koparılmıştır. Bilge Kağan’ın arzulayıp, Bilge Tonyukuk’un mani olduğu Çinlileşme, çağın şartlarında Batılılaşma, Avrupalılaşma olarak doludizgin benimsenmiştir. Mustafa Kemal, Batılılaşma direktifiyle Bilge Kağan konumundadır. Lakin, karşı gelecek bir Tonyukuk yoktur. Çin ve Avrupa’nın Türklere yönelik aksiyonları hep hakimiyet yaklaşımını esas almış ve kontrol altında tutmaya yönelik entrika ve reaksiyonlarla, böl parçala politikaları ile beslenmiştir.
Tonyukuk’un eyleminin nedeni geçmişin silinmemesi adınadır.
Dokuz Oğuzlara Bilge Kağan’ın zehirlenerek öldürtülmesi ile, Türklerin, Birlik (genişleme) siyasetlerini durdurttukları yanılgısına düşen ezeli hasımlar, Talas Savaşı (751) ve Milli Mücadele (1922) ile, Türkleri durduramayacaklarını anlamışlardır. 9 Oğuzlar ile, 10 Oğuzlar arasında bir numara fark vardır. 9’lar kabilecilik yapmış olmalarına rağmen, 10’lar birlik ve büyük devlet yapıları, imparatorluk idealleri peşinde koşarak, bulundukları coğrafyaları değiştirerek göç yollarına düşmüşlerdir.
Tonyukuk’un Misyonu; Birlik ve genişlemedir.
Dış Strateji: Atatürk ile Hatay, Menderes ve Ecevit ve Erbakan ile Kıbrıs, Özal ile Irak (Musul Kerkük) ve Türkistan, Demirel ile Rusya, Erbakan ile D8, Erdoğan ile Ortadoğu (Mısır ve Suriye) konusunda yapılan hamleler ile Türkiye, köklerdeki Oğuz Kağan-Bilge Tonyukuk’un, Birlik ve genişleme misyonuna dönüş yapmıştır ve yapmaya devam edecektir.
700 lü yıllarda dikilen Göktürk Yazıtları Devletimizin vizyoner bakışlı 100er yıllık kutlamalarında yerini almalıdır. Kadim zamanlar düşünürlerimizin mahzunluğuna son verelim, ruhlarını hep beraber esen kılalım. Böyle örneklerin çoğalmasını dileriz.
Tonyukuk’un sağladığı birlik daha sonra devam ettirilemedi, birliğe karşı gelen Dokuz Oğuzlar (Uygurlar), Göktürk Devleti’ni sonlandırdılar. Geldiğimiz noktada ise Sezai Karakoç’un ifade ettiği tarzda “çözümün büyük haritasını hazırlayamadık”. Türkiye ve Türkistan zihin haritalarındaki dağınıklık ve parçalanmışlık, aşılması gerekli büyük bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur. Yazıtlar arası 400 km’dir.
Tonyukuk hem kalemlerin hem de kılıçların efendisidir.
Tonyukuk’un en önemli özelliği kendisi bilge ve kahraman, şöyle dedim ben, “kalemlerin ve kılıçların efendisi” bu benim aklıma Yüzüklerin Efendisi filminden geldi. Yüzüklerin Efendisi’nin bir filmi var da, Tonyukuk’un bir filmi olsa ona 500 sefer daha etkili –gerçektir çünkü– olacaktır. Burda kılıçla yapmıştır, futuhat ve fikriyat vardır kendisinde. Kılıçla yaptığını kalemle kayda geçmiştir. Çok önemli bir özelliktir, kahraman olan bilgedir. İkisi de birbirinden kopuk değildir.
Türk Savaş Sanatı, Bilge Tonyukuk ile ilk kez kayıt altına alınmıştır.
Türk Savaş Sanatı’nı ilk olarak yazıya geçiren Bilge Tonyukuk’dur (646-724). Tunyukuk’un doğduğu mekân muhtemelen o dönemdeki birçok Kadim Türk büyüğünün doğduğu Çin’deki Çoğay Kuzı, yani Yinshan dağlarının kuzey yamaçları bölgesi civarında olmalıdır. Belgeler 630 yılında Çin idaresini tanımış birçok şahıstan Yinshan’lı (Çokay Kuzılı) olarak söz etmektedir. Kaynak: İsenbike Togan, Prof Dr; Çin’de Yetişmiş bir Kadim Türk Devlet Adamı, Yalım Kaya Bitiği. Osman Fikri Sertkaya Armağanı, Türk Kültürünü Araştırma Enst. içinde, ss. 563-577, Ankara, 2013.
Yinshan Dağları, Sarı Irmak’ın büyük kıvrımının kuzey bölümünde yeralmaktadır. Kaynak: Aydın, Erhan Eski Türk Yer Adları, ss.62
Tunyukuk bengü taşının 7. satırındaki “Çogay’ın kuzeyinde, Kara Kum’da oturuyorduk” cümlesi, kuzeyden gelen Uygur ve müttefiklerini Kara Kum’u aşınca Çogay Dağlarına ulaştıklarını göstermektedir. Çogay Kuzı ve Kara Kum, İlteriş ve Tunyukuk önderliğinde bağımsızlıklarına kavuşan Köktürklerin ilk yerleştikleri yerdir.
Türk Kağanlığı yıkıldıktan sonra 630-681 yılları arasında Çin boyunduruğunda yaşamak zorunda kalan Türkler, sonradan İlteriş unvanını alacak olan Kutlug Şad ve Tonyukuk önderliğinde örgütlenerek Gobi çölünün güneyindeki Karakum ve Çogay dağları eteklerine yerleştiler ve 682 yılında II. Türk Kağanlığı’nı kurmaya muvaffak oldular. Tonyukuk yazıtında çogay kuzın kara kumug olurur ertimiz cümlesiyle kısaca dile getirilen bu geçici yerleşim bölgesi idi. Kaynak: Şirin, Hatice: Kül Tigin Yazıtı, Bilge Kültür Sanat, 2015, Sayfa 15-16
Sinor’un ifadesiyle “Tonyukuk, Türk devlet yönetim tarzının simgesiydi. Çin’in çetin, fakat makul bir muarızı ve Türk ulusal değerlerinin öfkeli ve kızgın bir koruyucusu idi.” Kaynak: Hatice Şirin, Kül Tigin Yazıtı, Bilge Kültür Sanat, 2015, ss.24
1946-2016 bir tutukluk dönemiydi. Neyin tutukluk dönemi. O Gazze gibi bir dönemdi. Gazze tutukluluğu gibi bir dönemdir, bunu bilelim biz. Onun bir replikası var bizim tarihimizde Bilge Tonyukuk’a gideceğiz o zaman. Kendi tarihimize. Biz sadece Osmanlı’yı konuşmayacağız, Göktürk’ü de konuşacağız. Göktürk’te ne oluyor 646-716 döneminde o yetmiş yıllık dönemde bir mücadele gerçekleşiyor. O mücadelenin neticesinde Bilge Tonyukuk Yazıtı’nın 62 satırlık birinci satırında Tonyukuk der ki “Biz Çin’e bağlı yaşıyorduk” satır 1. Satır 62 ise “Türk halkı artık mutlu bir şekilde yaşıyor”. 62 satırda o mücadele anlatılır. Ve orada Çin kayıtlarında olan nedir Bilge Tonyukuk’un yazıtta yazmadığı ama Çin kayıtlarında şunu söyler; “Bilge Tonyukuk dedi ki Bilge Kağan’a bizim gücümüz yüzde birdir Çin karşısında, “Biz bunu bilelim, bunun güvencesi içerisinde davranalım.” Karşımızda Amerika var, o var şu var bırakacağız. Bizim karşımızda yüzde 1 gücümüzün olduğu bir Çin vardı. Bilge Tonyukuk bilgeliğiyle özgürce çıktık. Kaynak: Ardan Zentürk ile Moderatör Gece Programı, 22 Mayıs 2018, Kanal 24
Bilge Tonyukuk’un düşünür yönü binlerce yıldan sonra ancak 20.yüzyılda fark edilmiştir.
İhtiyacımız olan A’dan Z’ye bilimlerin aydınlığıdır.. .
Bilge Tonyukuk’un kimliği ile ilgili incelememiz bizleri kadim hazineler ile buluşturmuştur. Bilge Tonyukuk’un kriterleri ve bilge güç kavramı bizleri üçüncü bine ulaştıracak ilk adım olan 21.yüzyılı bir Türk Yüzyılı olarak yaşamamızın teminatıdır.
Kalem ve Kılıçların efendisi olan Tonyukuk bir Fütuhat (seferler) ve Fikriyat ( bilgelikler) hazinesidir de. Yazıtı ile yeni sefer ve fikirlere öncülük etmiştir. İlk deniz seferi ile Akdeniz ve Hint Okyanusu seferlerinin dayanağı olmuş, fikirleri ardından gelen bin yılın (700-1700) Türk binyılı olarak yaşanmasını sağlamıştır. Türk kimliğini ilk kez yazıya geçiren Tonyukuk bir mefkuredir de. Sözkonusu mefkure kültürel kimliğimizin bütün kodlarını bağrında saklamaktadır.
Halk tarafından bilge sıfatı ile onurlandırılan Tonyukuk, ilk yazılı eserimizi bir anıt şeklinde sonsuzluğa ulaştırarak, bilgeliğin gereğinin yazı ve dil olduğunu göstermiştir. İlk yazarımız olan Tonyukuk’un aynı zamanda ilk Türk tabirini yazıtında kullanan kişi de olması, kimliğinin en önemli boyutunun dil olduğunu da belgelemektedir.
Tonyukuk’un kimliğini biyografi-bilgelik-bitig dizgesinde incelediğimiz çalışmamız, tarihte ilk yazılı belgemiz olan Tonyukuk Yazıtı’ndaki 400’ü aşkın kelimenin de sözlüğünü içermektedir. Duygu ve düşünce ikilisinin en muhteşem bir bileşimi olan dilimizin şaheseri olan, İnternet ve teknoloji gurusu Nicholas Negroponte tarafından “bilgisayarın ideal dili” olarak nitelenen ve “sözcük düzeyinde, bir bilgisayar konuşma yaratıcısı açısından rüyalarının gerçek çıkması gibi bir şey” olarak tarif edilen Türkçe, ilk kez Tonyukuk’un zihninden yazıya geçirilmiştir. Taş yazıtın ardından yazmalara aktarılan ve matbaa kullanımı ile basılı eserlere aktarılan Türkçe’nin sihirli yapısı hızla evrensel bir yazılım dili olacağı günleri beklemektedir.
Tonyukuk’un biyografisinden süzülen bilgelik ve bitig, İsmail Gaspıralı tarafından 19.yüzyılda “Dil’de, Fikir’de; İş’de Birlik” olarak ifade edilecektir. Tonyukuk’un torunları atadan edindikleri fütuhat-fikriyat birlikteliği dinamizmi ile Hind alt kıtasında dört dili (Türkçe, Arapça, Farsça, Sanksritçe), Türkiye’de (Anadolu-Rumeli) ise üç dili (Türkçe, Farsça, Arapça) harmanlayıp, dünyanın en gezgin ve zengin Türk Dilini yarattılar.
Bilgili kişi bilgiç de olabilir bilge de. Sadece bilgi tek başına yeterli değildir demek. İlk yazarımızı, dönemin Türk halkı bilge olarak onurlandırmıştır. Yazmak bir bilgeliktir. Bilgelik ise bir güçtür ve Türk aklının özünü oluşturmuştur. Aklımızın kendine özgülüğü ise dilimizin özgünlüğünün geliştirilmesi ile ilgilidir. Fikir ve İş ancak Dil üzerinde temellenmektedir.
En değerli yeraltı kaynağımız, Türkistan coğrafyasının bağrında yatan aziz bilgelerimizdir; bizlere bilgeliğin akıl ve kalp birlikteliğini esas almak olduğunu hayat tarzları ile ortaya koyan diri ve doğurgan köklerimizden, Bilge Tonyukuk’dan başlayarak tekrar mayalanalım.
“Sü uyur, düşman uyumaz”
Savunma silahlarının üretimi Tüklerin en eski zenaat dallarından olup, ordu teşkilatlanması aile temeline dayanmaktadır. At, avrat, silah üçlemesi ile özetlenen aslında ordudur. Orduda esas olan dilin değişmeksizin türkçe oluşu ve sayıların tüm lehçelerde aynı oluşunun temelinde de ordu teşkilatlanması yatmaktadır. Ordu, Urdu, Orda, Hordus, Ordos kelimeleri de anlamdaş olup, Asya devletlerinde teşkilatlanma ortak paydasına işaret etmektedir; Türkiye, Türkistan, Moğolistan, Çin, Rusya, Hindistan, Pakistan.
Atamız Oğuz Han’ın “Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han” adlarında 6 (altı) tane oğlu vardır. MÖ 209’a tarihlenen Türk Ordusu Oğuz Kağan vizyonunu sadece kara kuvvetlerine değil tüm kuvvetlere teşmil etme yolunda ilerlemektedir.
Oğuz Kağan’ın oğullarının isimleri de ordulara işaret etmektedir.
Türk devletleri savunma araçlarının üretiminde zamanlarının en son teknolojilerine sahiptiler. Bu ileri teknolojiler sayesinde 3 kıta ve 5 denizin hâkimi konumuna geldiler. Savaş teknikleri konusunda mahir olduklarından mesela Avrupa ordularının başarısız addettiği bir tabanca çeşidini Amerika’dan yüksek miktarlarda temin etmek suretiyle Plevne Müdafaasını geniş bir zamana yayabilmişler ve bu savaşın sonuçları Rus Çarlığının 1917’de yıkımına neden olmuştur.
Türklerin silah sanayileri en gelişkin şekli ile İstanbul’da yeralmakta olup, yeradları ile günümüze kadar gelmiştir; Tophane, Okmeydanı, Levent Çiftliği, Saraçhane, Kazlıçeşme, Silahtar Ağa, At Meydanı.
Dönemin en gelişmiş savunma araçları İstanbul’da Saraçhanebaşı ve Kazlıçeşme’de de üretilmekteydi, deri tabaklama sanayii ve saraçlık büyük ölçüde ordunun ihtiyaçlarına göre üretilmekteydi.
Asya bozkırlarında savaşlar için koşturulan atlar için geliştirilen üzengi Türkleri Asya’nın hâkimi konumuna yükseltmişti. İlk yurtdışı görev yeri olarak 1907 yılında Şam’a tayin edilen Atatürk, Şam kütüphanelerinde Türklerin savaş teknoloji ve taktiklerine yönelik yazma eserler ile de karşılaşacak ve bu bilgileri daha sonra savaşlarda kullanacaktı.
Türklerin demircilik ve dericilikte ileri seviyelere gelmelerinin nedeni savaş araç ve gereçlerinin üretimine yönelik teknolojiler ile ilgiliydi.
Çinlilerden ipek alan Türkler karşılığında yetiştirdikleri atları Çinlilere satıyorlardı. Atçılık sözlüğümüz inanılmaz zenginlikte iken dilimizde de atlar dörtnala koşturuyordu. Dilimize zenginliğini veren fiiller genleşip genişlemekte tek başına bir cümlenin işlevini görmekte idi.
Çinliler savaş teknolojilerini ve düzenlerini Türkler’den öğrenirlerken (at, atçılık, üzengi, demir, ok, yay, deri, at, atçılık, pantolon), Hint kıtasında konuşulan dil de Orduca (Urduca) adını alıyordu.
Sü ve Ordu tabirleri arasındaki farklılık kayda değer idi. Kitabımızdaki bölüm girişlerinde Tonyukuk Yazıtı’nda yeralan Sü referansları sıralanmıştır.
Kırklareli Demirköy’de yeralan demir yataklarında dökülen toplar ile İstanbul surlarında açılan gedikler şehri bize armağan etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in liderliği ve yerel (demir madeni) ile yabancı teknolojik (topçu Urban) kaynakların bileşkesinde İstanbul fethedilmiştir.
Kazlıçeşme Deri Sanayii Hasan Yelmen ( ) tarafından iki cilt halinde kitaplaştırılmıştır.
Orda bir gönüllüler teşkilatlanması idi ve merkezde ideal birlikteliği vardı. Bu sağlam teşkilatlanma temeli daha sonra Urdu ve Hordus’u da ortaya çıkaracaktı. En temelde de Oğuz Kağan’ın ondalık sistemi yatıyordu. Onbaşı, Yüzbaşı, Binbaşı ile devam ediyordu.
Savaş Sanatı’nı bir filozof sistematize etmişti; Aristoteles. Yeniçeri sistemi de şaşırtıcı bir biçimde aslında Platon ideali idi. Yeniçeri, Eflatun’da anlatılan ordudur. İncelemek lazım.
Savunma Sanayii Liderleri çöküş döneminde ve cumhuriyetin başlangıç yıllarında çıktılar. Bilhassa ABD ile 2.Dünya Savaşı sonrası gelişen bağımlılık neticesinde Killigil, Zümrezade, Demirağ ve Hürkuş’un kurucu insiyatifleri hep baltalandı ve doğum sürecindeki Savunma Sanayii yokedildi. Geriye kalan ise “sel gider kum kalır” misali kalıcı bir mirastır ki bu miras 1998’den başlayan Türk Ordusu’nun kendi doktrinini geliştirmeye başlamasının neticesinde, 21.yüzyıl ile birlikte özkaynaklara dönüş gerçekleşmiştir.
Hunlar’dan başlayarak denize de komşu olan Türkler, Tonyukuk ile tekrar Talay’a (Okyanus) ulaştılar.
Tuna Donanması ve Mimar Sinan gemileri de incelenmesi gerekli konulardır. Gemi, deniz de Türkçe kelimelerdir.
Türkçenin kelimelerinde cümlelerinde atlar koşturur, at nallarının sesleri duyulur, fiil dilidir, aktiftir.
Savunma sanayii araçları Kıbrıs Harekâtı ile ilk canlanışı yaşar.
ABD’nin ıskarta uçakları
Savaş Akademisi (Aristo, İskender)
Askeri Strateji incelenmemiştir. (Tonyukuk kitabı, ABD’li uzman)
Türk Stratejik Yazımının Temel Eserleri “Batılı bilim insanları uzunca bir süredir, stratejiyi ve stratejik düşünceyi, savaş prensipleri ve bir dizi diğer kuramsal çerçevede tanımlamaya çalışmaktadırlar. Soğuk Savaşın son bulmasından itibaren, bunlardan bazıları, “stratejik kültür” ya da “savaşma yöntemleri” üzerine yoğunlaşan çalışmalarla, stratejik düşünceyi kültürel boyutuyla açıklayan küresel yaklaşımlarla bu çabalara katkı sağlamaktadırlar. Bu makalede, bazı ulusların, klasik ve temel stratejik birikimlerinden kaynaklanan ve millî kültürlerinden yansıyan, özgün stratejik yaklaşım veya gelenekler geliştirdiği ana fikri esas alınmıştır. Bu kapsamda, Çin ve Yunan stratejik gelenekleri bütünüyle çalışılmıştır, ancak Türk stratejik geleneğine ilişkin olarak bugüne kadar yapılan araştırmaların yetersizliği, Batı bilim dünyasında bir boşluk oluşturmaktadır. Makalede, Çin ve Yunan stratejik yazınına ilişkin özet bilgiyi müteakip, Türk askerî kültürünün araştırılmasının önündeki engeller hakkında bilgi verilmiş ve bu kültürün temelini oluşturan eserlerin bir listesi sunulmuştur. Orhun Kitabeleri ile başlayıp Nutuk ile son bulan bu listeyle; birbirinden farklı yedi temel eserin aynı anlayışla bir bütünü oluşturduğu savı ileri sürülmüştür. Anahtar Kelimeler: Strateji, askerî tarih, Türk stratejik düşüncesi, Avrasya tarihi. The Classics of Turkish Strategic Literature. Keywords: Strategy, Military History, Turkish Strategic culture, Eurasian History. MSci Eisenhower School and MA, Naval Postgraduate School, Türk Stratejik Yazımının Temel Eserleri, Richard Outzen (21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/7759) OUTZEN Richard, “The Classics of Turkish Strategic Literature”, Milli Güvenlik ve Askeri Bilimler Dergisi, c. 1, S. 3 (Yaz 2014), s. 33-66. (15. ve 17. Sayfada Tonyukuk geçiyor)
Araba üretiminde lider konumda olan ülkemizin maalesef bir araba markası bulunmamaktadır. Araba sanayii fabrikaları hızla savunma sanayii ünitelerine dönüşebilmektedir. Thysen, Krupp, Araba fabrikaları, tank
Oğuz Turan, Suat İlhan, Niyazi Ucuzsatar’ın çalışmaları dışında Türklerin Savaş Bilimi’ni araştıranlar ile karşılaşılmamaktadır.
İlave Kaynaklar:
Türklerin iktisadi faaliyetlerinin temeli madencilik ve hayvancılığa dayanan savaş ekonomisi idi. En dâhiyane savaş aleti olan ok Türkler tarafından geliştirilmiş ve atlar savaşlarda sürekli kullanılmıştı.
Türklerin yüreği Devlet ve Askerlik ile doludur. Büyük İskender tarafından MÖ 300’lerde başlatılan Savaş Bilimi, Türklerde de mevcuttur. Mete Han MÖ 100 lü tarihlerde strateji ve taktikleriyle Savaş Bilimini ortaya koymuştur. Bu konudaki yazılı belgeler Çin metinlerinde mevcuttur ve Türk tarihçileri tarafından araştırılması yeni bilgileri ortaya çıkarabilir. Mete Han’ın sarayındaki Çinli kâtipler yazışmaları kayda geçiriyorlardı.
Aristo tarafından başlatılan Savaş Bilimi ve Eflatun tarafından sistemleştirilen Devlet Felefesi’ne ayniyle Türklerde rastlamaktayız.
Kaynak ve Teşekkür
Rumeli kültürünü farklı kılan nedir? Rumeli Kültürü üstün ya da aşağı değildir. O bir türlü çözemediğimiz toplumsal devingenin farklı yüzlü çoçuğudur. Neden farklıdır? Belki de biz öyle hissettiğimiz için. (Konu 1 (sırasız):Rumeli Kültürü, tanımı, farklılıkları) Böylesi bir kültür neyi farklı kılmıştır. Hiçbirşeyi… Tarih akmıştır, sular durulmuştur yeniden dalgalanmıştır.
Ancak…
Rumeli Kültürü, belki de, Batı ile Doğu arasındaki çizginin hiç de öyle bembeyaz, kale çizgisi kadar belirgin ve düzgün olmadığının; yapay ayrımların anlamsızlığının, Osmanlı’nın yayılma ve sömürme düzeninin hiç de kır-dök üzerine kurulmadığının bir göstergesidir. ( 2:Rumeli Kültürünün yeri, kökeni, tarihsel önemi)
Rumeli kültürü, belki de, geldiği yer ve soy nereden olursa olsun, dîni ne olursa olsun, her kişinin (Kırım tatarı, Arnavut, Boşnak, Türkmen, Alevi, Kürt, Çingene, Pomak, Hudayinabit, vs.) ortak yaşamlarda ve asgari müşterekte buluşabileceğine işarettir. Balkan kazanı hep kaynamış, ancak en köpüksüz devrini (görünen o ki) Rumeli Kültürünün en etkin olduğu dönemlerde yaşamıştır.
Rumeli Kültürünün doğal parçacıkları olan akıncılar, devşirmeler, gayrimüslim erkân, âyanlar, İttihatçılar, Turancılar, Kemalistler, Yücelciler, Alevîler, Sünniler, Sabetaycılar, Ortodoks ve Katolik papazlar, Megaloideacılar ve tüm merkezden uzakta yetişip merkezle kavrulmuş leblebilerin Osmanlı ve Türkiye üzerine etkileri gözlenir de, bu adamların derdi neydi de bu kadar zahmete giriştiler diye soran azdır. (3:Rumeli Kültürünün yaşam kaynakları) Bu kültür neden zayıflayan yayılımına rağmen hâlâ yaşamaktadır? Neden hâla kendini Rumelili olarak kabul eden -orada ya da burada- insanlar vardır? Bu hissediş Laz ya da Kürt olmaktan farklı mıdır?
Belki de hayat bir oyundur, ve gençliğinde şampiyon olan takımı tutup Avrupa heyecanı yaşamak isteyen Rumelili, küme düşmenin acısıyla kıvranmakta ancak “kendi takımından” başka tutunacak şey bulamamakta, çırpınmaktadır. (4:Rumeli Kültürünün mevcut durumu)
Tek bildiğimiz, bu soruları yanıtını avlanmaya gideceğimiz bilgi gölünün/denizinin olmayışıdır. Günümüzde bilgi gölleri artık kendinden oluşmaya başlıyorsa da (Genel Ağ ve Sanal Zekâ yardımıyla) bu göllerin oluşması çokça zaman alacak ve oluşsa da “gemisi, iskelesi, feneri” olmayacaktır. Bu da kurulacak yapının bir yandan bilgi sunmasını bir yandan da yöntemlerin belirlenmesini ve arayışın sürekli olmasını sağlayacak ek görevler üstlenmesini gerektirecektir. Taraf seçimi de (Osmanlı’dan yana, diğerlerinin birinden ya da tümünden yana, olabildiğince tarafsız…), Yöntem seçimi de (bilimsel, dogmatik, vs.), hedef kitlenin seçimi de (Tüm insanlık, Balkanlar, Türk dünyası, akrabalar) elbette, bize aittir. Daha doğrusu bizle şekillenir. Her vakfın vakfiyesi her hayrın kendince kaidesi vardır. Bizim tercihlerimiz de, e birbirimizi tanırız, az çok bellidir.
Evet, Rumeli geçmişte kalmış bir hüzün belki de bir heyecân. Rumeli Kültürü, belki de, temelini Osmanlı’nın siyasi (Roma’ya ve Bizans’a benzer, -laştırmalara dayalı) stratejilerinde bulan, inorganik ve zorlama bir oluşum… O nedenle unutulmalı belki, o tarihin bir yapısökümü yapılmalı, işler ticaret ekseninde yeniden boyutlandırılıp Drucker’ın en iyi biçimde işaret ettiği bölgesel güçlerin hakimiyetinin yükselişine paralel bir Balkan ticaret ve kültür hareketine ön ayak olmalı. Bunu yaparken de yayılmacı olarak algılanabilecek “Rumeli” lafını bile etmemeli belki… Ancak ben bu bölgesel etkileşim ağı kurulmasını işin farklı ve kesinlikle yapılması hayırlı ikinci bir proje olarak tanımlamaktan yanayım. Rumeli işi ile bu iş sinerjiktir (tanışıklıklar, ilişkiler, seyahatler, coğrafi-kültürel ve ekonomik bilgi toplama), ancak yapılaşması ve tanıtılması çok farklı kanallardan, hatta Çin Duvarı’nın iki ayrı tarafından yapılmalı bence… .
Öte yandan, Rumeli‘nin unutulması yerine irdelenmesini gerektirecek bazı ve çok pragmatik) sebepler var…
Hangi kültür kar beyazı, hangi medeniyet günahsız? Maddeci yaklaşımla; kültür tarihi sömürünün tarihi değil mi? Egemenlerin çeşitli kisvelerle düzüşmesinin hikâyesi değil mi? Ya da, döne döne kapışan toplumların bir “iyi” bir “kötü” yazısının altında görüntülemesi, bu arada kimilerinin hiç ölmeyecekmişçesine dökülen kemikleri sıyırmaları değil mi? Batının değerlerine (aslında tüm mirastan süzülen “ileri” ve “batılı” görüntüsündeki düzenin değerlerine) öykünme, bir şekilde, batının o önce paldır küldür sonra da çaktırmadan kayışına karşı pasif bir eğilişten kaynaklanmıyor mu, yarı cahil Türk (az)okumuşunun beyninde?..
Ve hatta, belki de, her yerde ufak farklarla yeniden oynanan kadim senaryo, yeryüzünün en fırıldak coğrafyasında oynanan şekliyle düzgün yazılırsa, başka ve yepyeni bir senaryoya kaynak olur, bizim çocuklarımızla günyüzüne çıkar. Bu koca klişenin farklı renkli Rumeli baskısı, belki de görülmemiş ışıltılar yakar.
Ben büyük hikâyenin Rumeli bölümünün tuhaf bir renklilik içerdiğini, köklerinin gizemli ve o beklediğimiz yeni hikâyeye esin verebilecek güçte olduğunu hissediyorum. Bu bir inanç, başka bir şey değil.
Bugüne kadar iki yönlü stilize edilmiş, “Yüksek Osmanlı Medeniyeti-Türk Zulümü” iğine bükülmüş; iktidarı kaybetmişleriyle, hayatın karmaşıklığını kabullenememişleriyle her cins şovenin karalama tahtası, bunların daha kocabaşlılarının da eğlence alanı, kan teknesi olmuş tarihçeye, o bölünmüş ve gizemli coğrafyaya, o coğrafyada geçen o kısacık ama görkemli hikâyeye, mütevekkil, müspet ama umutla dolu bir bakış getirmiş oluruz…
Hayat, umut ve çaba ve aşk değil de nedir?
Rumeli kültürü belki de Batı ile doğu arasındaki çizginin hiç de öyle bembeyaz, kale çizgisi kadar belirgin ve düzgün olmadığının; yapay ayrımların anlamsızlığının, Osmanlı’nın yayılma ve sömürme düzeninin hiç de kır-dök üzerine kurulmadığının bir göstergesidir.
Rumeli Kültürü belki de geldiği yer ve soy nereden olursa olsun, dini ne olursa olsun, her kişinin ( Kırım tatarı, Arnavut, Boşnak,Türkmen, Alevi, Kürt, Çingene,Pomak, Hudayinabit,vs) ortak yaşamlarda ve –egemenlerin baskısıyla da olsa- asgari müşterekte buluşabileceğine işarettir. Balkan kazanı hep kaynamış, ancak en köpüksüz devrini Rumeli Kültürünün en etkin olduğu dönemlerde yaşamıştır.
Evet, Rumeli geçmişte kalmış bir hüzün, belki de bir heyecan.Rumeli Kültürü, belki de temelini Osmanlı’nın siyasi (Roma’ya ve Bizans’a benzer-‘laştırmalara dayalı) stratejilerinde bulan, inorganik ve zorlama bir oluşum…O nedenle unutulmalı belki, o tarihin bir yapısökümü yapılmalı, işler ticaret ekseninde yeniden boyutlandırılıp Peter Drucker’in en iyi biçimde işaret ettiği bölgesel güçlerin hakimiyetinin yükselişine paralel bir Balkan ticaret ve kültür hareketine önayak olmalı. Bunu yaparken de yayılmacı olarak algılanabilecek “Rumeli” lafını bile etmemeli belki.
Ancak bu bölgesel etkileşim ağı kurulması farklı ve kesinlikle yapılması hayırlı bir projedir. Rumeli işi ile ve bu iş sinerjiktir (tanışıklıklar, ilişkiler, seyahatler, coğrafi-kültürel ve ekonomik bilgi toplama), ancak yapılaşması ve tanıtılması çok farklı kanallardan, hatta Çin Duvarı’nın iki ayrı tarafından yapılmalı.
Ticaret ve kültür akışları hep birbirine bulanır birlikte hızlanırlar. Akdeniz havzasında olanlara, İpek Yolu efsanesine bir göz atmak bunu anlamaya yeter de artar. Bizim bu bilgi arayışımız ve sonunda sunacağımız dağarcığın çekim merkezi etkisi, bize ve bu etki alanına girenlere yeni tanışıklıklar ve ilişkiler kazandıracaktır. Fırsatların düzenli takibi ve zamanında kullanılabilmesi demek olan ticarette, ilişkilerimizin bolluğu daha çok fırsat, bilgiye birinci elden yakınlığımız ise daha hızlı ve doğru kararlar demektir. Bunun sonucunda hem doğrudan fırsatların değerlendirilmesi yoluyla hem de yorumlanmış stratejik bilginin ve birikimin ticarete konu olması yoluyla daha fazla kazançtır.
3 kıtada 16 devlet kuran Türkler konu ile ilgili olarak Yazıtlar devrinden başlayan ve Yazmalar (Siyasetnameler) ile devam eden geniş bir literatür oluşturmalarına rağmen sözkonusu Yazıtlar ve Yazmalar Devlet Felsefesi disiplini kapsamında, maalesef incelenmemiş, Türk Kanon’u henüz ortaya konulamamıştır.
Kutadgu Bilig, şimdiye değin Mutluluk Sanatı, Mutluluk Veren Bilgi olarak günümüz diline tercüme edilmiştir. Kutadgu Bilig’in esas anlamı ise Devlet Yönetme Bilgisi’dir. Dört ana kavram (Töre-Adalet, Kut-Devlet, Akıl, Gönül) etrafında şekillenen Kutadgu Bilig metninde en çok kullanılan aşağıda listelediğimiz kavramlar ise, eserin odak noktasının Toplum ve Devlet Felsefesi olduğunu açıklıkla ortaya sermektedir.
Ajun; Dünya
Beg, Begler: Bey, Beyler
Bilge: Bilgin, Hakim, Alim
Bilig: Bilgi, Hikmet
Bilgi, Biliglig: Bilgi
Budun: Halk, Ulus, Kavim
Dünya: Dünya, Alem
Edgü: İyi
İl: İl, memleket, ülke, halk
İlig: Hükümdar
İş, İşi, İşke: İş
Kamuğ: Bütün, hepsi, bir
Kişi, Kişig, Kişike, Kişiler: Kişi, İnsan, Adam
Köngül: Gönül, Yürek
Könilik: Doğruluk
Kut: Kut, Mutluluk, Devlet
Öz: Öz, kendi, nefs, can, ruh, gönül
Söz: Söz
Törü: Töre, Kanun, Düzen
Ukuş: Akıl, Anlayış
Bir ilk girişim olarak Kutadgu Bilig eseri, Devlet Felsefesi açısından incelenmektedir. Geniş bir dizin ve sözlük oluşturularak esere eklenmiş, düşünürlerimizin istifadesine sunulmuş, literatürün zenginleştirilmesine katkı hedeflenmiştir.
Sosyolog Prof. Dr. Mahmut Arslan’ın Kutadgu Bilig incelemesi, batılı ve doğulu abidevi düşünürlerin referanslarından hareketle konuya yaklaşımı yönünden yegânedir ve eseri layık olduğu evrensel konumu bakımından değerlendirmektedir. Eserde Alman, İngiliz, Fransız, Eski Yunan, Çin, Hind, Eski Türk, İran ve İslam düşünürlerinden hareketle karşılaştırmalı bir yöntem esas alınmıştır.
Eserin en önemli özelliği evrensellik kriterini esas almasıdır. Kutadgu Bilig’i objektif bilimselliğin mihenk taşına yatırarak enine boyuna incelemiş olmasıdır. Bir doğu klasiği olan Kutadgu Bilig’e böylesine geniş perspektifli bir yaklaşım aslında Türklerin dünyaya ve insana bakış açıları ile birebir aynılık sergilemektedir.
Mahmut Arslan hocamız aynı çizgiyi sürdürerek Kutadgu Bilig’in yazılışının 950.yılının kutlandığı 2019 yılının ardından da söz konusu evrensellik geleneğini devam ettirmiş, çizgiyi daha da derinleştirmiştir. Bu idealin bir gereği olarak, kendileri, henüz düşünce dünyamızın gündemine gelmemiş bulunan literatür incelemelerine özellikle Avusturya ve Almanya kütüphanelerine bizzat giderek erişim sağlamıştır.
Böylelikle ilk yazılı kitabımız olan Kutadgu Bilig ile ilgili inceleme kitabı Türk Evi Yayınlarının da birinci kitabı olarak yayınlanarak, kendimiz olma hedefimiz doğrultusunda bir ilk adım teşkil etmektedir.
Bilig’in aydınlığı kutsal bir yolculuktur.
Çizgimiz, milliyetimizin mayasını karmış bulunan, zamanları ve zeminleri zihnimizde harmanlayan düşünce eserleri ile mimari eserlerimiz, hatıralarımız ve damgalarımızın yer aldığı zeminlerin zenginliğinin yazılarak kitaplaştırılması, dünyayı çepeçevre kuşatan Türk Kuşağının, gelecek kuşaklara aktarılmasıdır.
Büyük Asya’da Yazıtlarımız ve Yusuf Has Hacib ile başlayarak Küçük Asya’ya Yesevi ile ulaşan ve yabancılaşma yanlışlarına set çeken çizgi, sarsılmaz derinlik ve kapsayıcılıktadır.
Levent AĞAOĞLU
4 Aralık 2019
Ataköy, İstanbul