Ana Sayfa Blog Sayfa 58

Dış Dünya-Kazakistan, Yerkebulan Sapiyev

0

Levent Ağaoğlu – Başkonsolos Beye ve emekli büyükelçimize çok teşekkürler. Çok aydınlatıcı konuşmalar oldu. Bir yorum ve bir sorum olacak. Yorum şu; Hanımefendi Çin’le ilgili soru sordu. Ben de aynı kaygıları taşıyorum. Neden? Biz tarihe baktığımızda 700-800’lerde Türklerin kurduğu Hanedanlardan olan Tang Hanedanının bir politikası var. Ta o zamandan çizilmiş yani bin yıllık bir Çin politikası var. Hazar; Şimdi Hazar’a kıyısı olan bir ülke olması durumu. Biz buna baktığımızda Astana süreci, bir de Şangay olayı var.

Kazakistan herhalde bu kaygıyı taşıyordur, diye düşünüyorum. Çünkü bir tarafta nüfusu 18 milyon olan bir ülke, bir tarafta bir buçuk milyarlık bir ülke. Bunu bir yorum olarak getirdim. Bu politikanın da süregelen bir politika olduğunu düşünüyorum. Rusya bu kaygıyı Sibirya’da taşıyor. Oraya Çinlilerin gelmesi korkusu. Ticari ilişkiler içinde baktığım zaman, Çinlilerin fiyatlarının ucuz olması açısından şimdi çok cazip geliyorlar ama Yunanların ideası yüz yıllıktır ama Çinlilerin bin yılı aşkın bir Hazar’ın kıyısı olma konusu var.

Sorum ise; Farabi ve Yesevi siz çok güzel bahsettiniz. Aynı mayadanız, Farabi bizim büyük filozofumuz, Yesevi de mutasavvıfımız, bunlar ikisi de Kazak Türkleri. Soru şu Yesevi’nin yazmalarının toparlanması, bir araya getirilmesi, bunun külliyatının oluşturulması konusunda Kazakistan’da çalışma yapılmış mıdır? Arzum o yönde olduğu için sordum.

Ecvet Tezcan – Bir tek şey söyleyeceğim, sonra başkonsolosa tekrar sözü vereceğim. Büyük devletlerle dost olmak çok kolay bir iş değildir. Ama bir taraftan da şanstır. Bir dostumuz demiştir ki, ben her Çinli’ye bir portakal satsam, dünyanın en zengini olurum,” demişti. Şimdi bakın Rusya’ya domates satmaya çalışıyoruz. Anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi. Aynı zamanda büyük devletlerin büyük pazar olma şansı vardır. Bu bakımdan Kazakistan’ın o anlamda çok fazla baskı altında gibi görüyorsunuz evet, Rusya orada bir tarafta da Çin ama müthiş pazarlarında açıldığını düşünmek lazım.

Dakika: 1:18:00 – 1:21.25

Yerkebulan Sapiyev – Farabi, Yesevi dediğimiz de tabii Yesevi Türkistanlı biliyorsunuz. Bizim Türkistan. Şimdi şöyle söylentiler var, tabii bu devlet başkanımızın kararına, takdirine bağlı olacak. Bizim il olarak nüfusu üç milyon olan Güney Kazakistan eyaleti var. olan Tabi  Türkiye’de üç milyon küçük bir rakam ama bizim için büyüktür. Bir milyon da Çimkent dediğimiz il nüfusu, il merkezi olarak tanınıyor ve İstanbul’dan doğrudan uçakları var. Türkiye’den giden Kazakistan’da yatırım yapmak isteyen insanlar var, işadamları var, değerli sanayiciler, tarımcılar daha çok bu Çimkent tarafına yöneliyor, çünkü hava şartları da uygundur ve Özbekistan’a sınırı olan bir bölgedir ve tarıma uygun olan arazilere sahiptir.

Kazakistan’da Çimkent, il merkezi olmayacak -yani ayrı bir özerkliği olacak-, Astana Almatı gibi üç büyük şehir olarak kalacak ve il merkezinin de Türkistan şehrine büyük ihtimalle kayma olasılığı vardır. Türkistan’da biliyorsunuz, bizim Türk dünyasının büyük bir mirası olan Hoca Ahmet Yesevi türbesi var. Aslan Baba dediğimiz Arslan Baba türbesi var. Hocam siz biliyorsunuz, siz oraya gittiniz. Orası bizim Türk dünyası için çok önemlidir.

Tabi bu divanı hikmet mesela Ahmet Yesevi’nin mirasıdır. Değerli bilim adamları araştırmalarına devam ediyor. 2009 yılında bu Nahcıvan’da 3 Ekim’de Türk konseyi kuruldu bizde. Nahcıvan anlaşması olarak geçiyor. 2009 yılında karar veriliyor, 2010 yılında Astana’da Türk Akademisi açıldı. Ve 2011 yılında Bakü’de Türk Miras Koruma Fonu açıldı. Yani bizim Türk dünyasındaki, Türk yapılarının bu Türk entegrasyon yapılarının kurulması ve başarılı bir şekilde faaliyet göstermesi çok sevindiriyor bizi. Ve Türk akademisi de tabii ilk önce Divanı Hikmet’te olabilir. Hoca Ahmet Yesevi, Farabi’nin eserlerini ve miras bırakmış olduğu kitapları araştırmakla yetinmeyip de biz mesela saha, tıva  dediğimiz bu özel Rusya’daki cumhuriyetler, başka Türk cumhuriyetleri eserlerinde, Orhun yazıtlarında araştırmalar devam ediyor.

Levent Ağaoğlu – Konuya Türkistan açısından baktığımız ve olayın ekonomik açısından da yaklaştığımızda Türkistan ülkelerinin kalkınması yıllık %8, bu 2014-2015 rakamı. Türkiye’nin %4. Türkistan ülkeleri, Türkiye’yi ikiye katlamış. Kazakistan konumuna baktığımızda da Çin, güneyde ki yine ki Türkistan ülkeleri, yine aşağı güneyinde Hindistan. Bunların hepsi %8 oranında kalkınan ülkeler. Sorum şu; eğer Türkiye’yle Türkistan arasında bir işbirliğinde ticari entegrasyonda nasıl daha önemli adımlar atılabilir?

Yerkebulan Sapiyev – Ekonomide Türk Cumhuriyetleriyle, Türkiye arasındaki ticaret hacmi istenildiği kadar büyük değildir, azdır. Özellikle bu dünyada cereyan eden ekonomik krizden dolayı da bu ticaret hacmi biraz düştü. Mesela, Kazakistan’la Türkiye arasındaki ticaret hacmi şu anda iki milyar dolar, bizim devlet-hükümetler arasında, yeni sinerji dediğimiz – ortak ekonomi programına imza atıldı. Bu iki ülke arasındaki ticaret hacminin on milyara kadar çıkarılmasını öngören bir program. Tabii her ülkede bu ekonomi nasıl gelişir, ilk önce tarım ve sanayiidir. Türkiye’nin güzel bir sanayii tecrübesi var. Sanayii hikâyesi, efsanesi var. Biz bu tecrübeden faydalanmak isteriz. Hatta faydalanıyoruz, örneğin Türkiye’deki OSB dediğimiz özel ekonomik bölgeleri, özel sanayi bölgeleri Kazakistan’a da taşıdık. Orada diyelim Kazakistan’ın güneyinde Çimkent ilinde aynı bu OSB’yi yaptık. Şu anda Türk yatırımcıları, başka ülkelerden yatırımcıları bekliyoruz. Ayrıca Kazakistan hükümetinin sanayileşme programı devam ediyor, daha önceden bizim hocalarımız da iyi bilirler, Sovyetler zamanında 5 yıllık kalkınma planı yani sanayileşme planımız vardı.

Hatta benim bildiğim kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile bu beş yıllık kalkınma planı söz konusuydu. Aynısından bizde de vardı. Ve 2000’li yıllarının sonlarında ortalarından başlayarak 5 yıl kalkınma, sanayileşme planımız vardı. Ve bu sanayileşmeye büyük bir önem veriyoruz. Büyük teşvikler var. Mesela diyelim bir muhtemel bir yatırımcı Kazakistan’a geldiği zaman Kazakistan hükümeti teşvik olarak %30 hibe yani yatırıldığı miktarın %30’unu geri veriyor.

Sanayi bölgesinde bir fabrika kurmak isterse bu arada suyunu, elektriğini herşeyini hazır halde teslim ediyor. Arazi vergisi 10 yıllığına sıfır, gelir vergisi 5 yıllığına muaf gibi teşvikler söz konusu. Ve tarım konusu çok önemli, Türkiye’nin bu tarım tecrübesi çok büyüktür. Özellikle organik tarım üretimi konusunda. Tabii bizim topraklarımız çok büyük, dünyada 9. Sırada,  2,737 bin kilometrekare yüzölçümümüz vardır. Ve hayvancılık çok önemlidir. Bu konuda çalışmalar devam ediyor ve ekonomi hacmini bu sözlerle, bu kalemle açıklamakla hiçbir şey olmaz, bunu somut olarak çalışmak lazım. Karşılıklı yatırımlar, bu küreselleşen dünyada yatırımlardan başka önemli bir şey yok.

 

Galeri- Dış Dünya

0

Ç İ N

Guangdong, 1998

Pekin, Eylül 2018                                    Pekin, Aralık 1997

Pekin, 1997                              Shandong, Eylül 2018

S U R İ Y E

Şam, 1987                                              Halep, 1988

AVUSTRALYA

IRAK

KATAR

 

TAYLAND

 

ALMANYA

Frankfurt, 2018                                       Frankfurt, 2018

Frankfurt, 2018

İNGİLTERE

Londra, 2018                                         Londra, 2018

 

Londra, 2018                                          Londra, 2018

KOSOVA

Yakova, 2014

,

Yakova, 2014

Priştine, 2014                         Yakova, 2014

YUNANİSTAN

 

İRAN

Tahran, 2019

Tahran, 2019                                           Tahran, 2019

CEZAYİR-TUNUS

Hattali, Cezayir                                      Tarek Matlouf, Tunus

SUDAN

Mosaab Abbas                        Mohabbed Abbas

KANADA

ORTADOĞU

Arap yayıncılar

MISIR

OMAN

PAKİSTAN

HİNDİSTAN

  

 

AFRİKA

SUUDİ ARABİSTAN

Galeri- Liderler İle

0

 

LİDERLER İLE

Şaban Gülbahar

 

Namık Kemal Funda

 

 

Liderlik. Plevne Savaşı. Fehmi Yılmaz. Mehmet Genç

0

Levent Ağaoğlu –Şunu sormak istiyorum. Gazi Osman Paşa’nın Plevne savaşında, bu savaş stratejisi konusunda getirdiği yenilik daha sonra detaylı olarak incelenmiş midir? Hakkında tezler yapılmış mıdır? Sempozyumlar düzenlenmiş midir? Gazi Osman Paşa’nın mirasını sahiplenmiş miyiz? Türkiye’de Harp Akademileri, milli güvenlik uzmanları bu konuyu değerlendirmişler mi?

Fehmi Yılmaz – Sorunuz çok güzel, çok teşekkür ederim. Bu savaş 93 Harbi olarak biliniyor. 93 Harbi hakkında araştırma yapan tarihçilerden biriyim. Maalesef yapılan çalışmalar birkaç tezden ibaret ve bu konuda uzmanlarımız yok. Paşa üzerine yapılmış bir tez var. 2001-2004 yılları arasında St. Petersburg’ta bulundum. Yani Rusya Çarlığının başkentinde. Hocam şunu sordu; “Orada 93 Harbiyle ilgili ne gibi çalışmalar var”. 2002 yılıydı, orada bir Rus arkadaştan yardım alarak, sadece yazılı kitapların 450 civarında olduğunu gördüm.

Mehmet Genç – Herkesin çok saygı gösterdiği büyük bir kahraman. Ama bizim ilgimizden çok yabancıların ilgisi enteresandır. Mesela 1904-5 Rus-Japon Savaşı’nı bilirsiniz. Japonlar bu savaşa başlamadan evvel Türkiye’ye geldiler. Askeri bir heyet Plevne savunması nasıl başarıldı diye, incelemeyi yaptı. Mesela bizim askeri tarihi yazan Edward Erikson’la birlikte bir kadın var, bilmiyorum gördünüz mü? O, muazzam bir literatür taradıkları halde, Plevne zaferinin, savaşının herhangi bir etkisini bilmiyoruz, diyor. Ben çok hayret ettim. Çünkü biraz evvel bahsettiğim Binbaşı Tevfik Beyx New York’taki ataşelikte bu Peaboy Martini tüfeklerini seçerken, Avrupalı orduların hiçbir şekilde bu tüfekleri tercih etmediklerini ama bunların bizim işimize yarayacağına rapor ediyor. Onun üzerine yapılan savaş bitince, Avrupa’nın fikri değişti. Peaboy Martini tüfeklerinin iyi olduğuna karar verip, ordularını bu silahla donattılar. Ama bu nasıl oldu ise benim dikkatimden kaçtı. Yani benim hatırladığım bu iki önemli örnek, bizim gözümüzden kaçsa da, dünyanın gözünden kaçmıyor aslında.

Bilgelik, Genetik Havuz. Ari Çokona

0

Levent Ağaoğlu –Beyefendinin bahsettiği gibi Yunanlılar, Akdeniz gücü, üç bin yıldır Akdeniz’de koloni halinde yaşıyorlar. Türkler’de sonra Nazım Hikmet’in şiirinde olduğu gibi “Uzak Asya’dan dört nala” Akdeniz bölgesine geliyorlar. Burada benim sormak istediğim düşünsellik; ben Pekin Kitap Fuarı’ndaydım. Orada Çinliler “100 filozof” diye bir kitabını lanse ettiler. O kitabı alıp baktığımda 100 dünya filozofu’nun 13 tanesi Çin’li, diğerlerinin hepsi Batılı. İlk filozoflar, Tales, Anaksimandros, Pisagor. Şimdi ben coğrafyaya bakarım. Bunlar üçü de Türkiye coğrafyasından. Bu genetik havuzu düşünsel yönden nasıl değerlendirebiliriz? Yani biz mübadele yerine birbirimizle nasıl etkileşebiliriz, sen git, sen gel yerine nasıl birlikte olabiliriz? Yani Çinlilerin yaptığı kitapta, yüz kişiden ilk üç kişi Anadolu doğumlu, Pisagor Sisam Adası’ndan, onu da Anadolunun uzantısı sayıyorum. Sizin felsefe çevirilerinizde var. O açıdan nasıl yaklaşırsınız? Mesela Kıbrıs benim şahsi değerlendirmem açısından, Milet-İskenderiye-Bağdat üçkeninde yer alır, gerçi şu an orada siyasi çekişmeler var, siyasi çekişmelerden kastettiğim Türk-Yunan değil, başka dünya güçleri var. Orası aslında bu düşünsel birikimin temsil edildiği bir Türk-Rum coğrafyası. Ben Rumeli’liyim, anam babam Rumeli’den gelme insanlar. Rumluğu ben övünülecek bir husus olarak görmem, Rumluktan kastım Roma İmparatorluğu’nun varisi olmaktır. Böyle bir genetik havuzdan nasıl yararlanabiliriz? Çok teşekkür ederim.

Ari Çokona – Demin bir şey söyledim, herhalde yanlış anlaşıldı. Yani bunların üretime daha fazla ilgi göstermesi belki azınlık olmalarındandır, mesela Museviler de öyle. Oliver Sacks’ı bilirsiniz, onun bir kitabını okumuştum. Diyor ki; ”Benim babam 17 kardeşti, annem 16 kardeşti, hepsi doktor ve profesör”. Olacak şey değil, 1800’lerin sonundan bahsediyoruz. Benim ailemde üniversiteyi bitiren ilk adam benim, benim dedem okuma yazma bilmiyordu. Demek istediğim; azınlıklar mecburlar böyle yapmaya, büyük bir toplumlarda, büyük ülkelerde var olmak istiyorsanız, sizin özel yetenekleriniz olmalı, kendinizi devam ettirmek istiyorsanız, biraz daha fazla uğraşmanız gerekmektedir. Ermeniler de de öyledir, Musevilerde de öyledir. Yani ne bileyim Çin’de Türklere bakarsak, onlar da öyledir. Amerika’da yaşayan Nijeryalılar da öyledir. Geçen bir yerde okudum, Amerika’da üniversite okuma oranı %11 Amerika’da yaşayan Nijerya göçmenlerinde %41 mi ne, insanlar mecbur, yapmazsa ya basketbolcu olacak ya hamal olacak. Yani o mantıkla söylüyorum, başka bir kastım yok.

Genetik havuzdan bahsettiniz bir çalışma yapılmıştı. Yunanistan’dan, Türkiye’den ve bütün ülkelerden DNA topladılar. Antik şeylerle kıyaslayarak DNA gruplarıyla kıyaslayarak Türkiye’de ki çağdaş insanların Antik Yunan insanlarına daha yakın olduğu ortaya çıktı. Yunanistan’da yaşayanlar bu genetik kodluktan daha uzak, demek istediğim insanların Rum, Musevi ya da ermeni olması ırksal bir şey değildir. Toplumsal bir olaydır.

– Melezleşmişiz,

Ari Çokona – Hem o, hem de benim Rum olmam tesadüftür, annemle babam Rum olmasaydı, Çin’li olabilirdim gibi.. Bir de şunu söylemek istiyorum, hani Batılılar hep der ki; üstün insan sarışın olur, mavi gözlü olur falan, sarışın saçlar mavi gözler neandertal insandan gelir, yani Avrupalılar o kalın kaşlı, yaban insanlardan olduklarını farkında değiller. Yani onu düşündüğümüz zaman tuhaf şeyler çıkıyor ortaya, kimin ne olduğu belli değil.

Bilgelik: Mimari. Aras Neftçi

0

Levent Ağaoğlu – Çok teşekkürler, çok aydınlatıcı bilgiler veriyorsunuz. Ben on gün önce Pekin’deydim. İş gereği oraya bir seyahatte bulundum. Pekin kenti nüfus olarak İstanbul’dan daha büyüktür ama şehri yemyeşil buldum. İlk gittiğim 1987’de de o yeşillik vardı, şimdi de o yeşillik var. Ama bizim medya kanallarımızda izlerseniz, Pekin’de hava kirliliği var, şu var bu var, gökdelenler var, tamam ama şehirde trafik akıyor. Bir kontrol var kesinlikle. Bunu İstanbul’la karşılaştırdığım zaman İstanbul acayip bir ucube bir şehir. Şimdi 34 plaka yerine bir numara vermek gerekirse medeniyetimize, ben ona hicri 857 derim, yani 1453’tür. İstanbul’un sokaklarında 857 tarihinde, 1453’te şehit olanların tarihidir. Fatih Sultan Mehmet’in emriyle böyle yapılmıştır.

Demek ki bu medeniyetin arkasında ki fikriyatın geliştirilmesi lazım. O konuda neler düşünüyorsunuz, neler yapılabilirsiniz? O fikriyat ne zaman bitmiştir? Ben konulara daima pozitif bakmayı seven bir insanım. Yani Osmanlı aristokrasisinin çocukları dahi o fikriyattan kopmuşsa, bu fikriyat nasıl gelişebilir? Bu konudaki düşüncelerinizi almak isterim. Çok teşekkür ederim.

Aras Neftçi – Size yaşadığım bir şeyi anlatmak zorundayım. On-on beş sene öncesinde Memlük tarihçisinin oğlu Lübnanlı Halit Bey bana bir kitap getirdi, çok önemli bir kitap. İmaratü`l-Arz Fi`l-İslâm, İslam’a Göre Yeryüzününün İmarı yazan Cemil Abdülkadir Ekber. Pakistanlı olabileceğini düşündüm. Darbeden tam iki hafta sonraydı. Bir Arap kitap fuarına gittim, bir Halepli arkadaşım Halep’i anlatıyordu. Baktım birisiyle konuşuyor. Konuştuğu kişinin o kitabı yazan Cemil bey olduğunu öğrendim. Sarı kırmızı renkli, çakır çekik gözlü bir adamdı. “Nerelisin” dedim, “ben Buharalı”yım” dedi. Meğer Mekke’ye hicret eden Buharalı’lardan birisi. Hikâye şöyle: Cemil Bey dünyanın en iyi okulunda mimarlık doktora yapmış MIC’de. Orada doktorasını almış, doktorası da aynı “İslam aleminde mimari problemler ve çözümler” bu konuyu almış, sonra Arapçasını bayağı büyük hacimli yapmış. Ve tabii büyük imkanlar dahilinde bütün İslam alemini dolaşıyor, görüyor. Bir de Türkiye’ye geliyor, babası Suud Ordusu’nda generalmiş. Sürekli İstanbul’a gelen, Türkiye’yi bilen birisi. Konuştuk,  konuştuk, sonra anladım ki bu muhterem zat hakkın dağıtımıyla ilgili yeni bir kitap yapacak. Yani İslam’a göre yeryüzünün imarının bir üstüne çıkacak. O kitabın ilk konuşmalarını yapmış, birkaç kişi onu bir videoya dönüştürmüş, sonra dostlarını çağırmış ve bu yayını yapacağını söylemiş. Bundan sonra burada kalma, hayatına mal olmaz ama seni hapse atarlar, demişler. Bu da ailesini bırakarak, yeni bir eşle evlenip Türkiye’ye geldi. Buradan Cezayir’e gidebilirim, diye. Ve içime bir yara düşüyor, şimdi herşeyden önce kendisi Özbek asıllı Türk, Özbekçe biliyor bir miktar. Ortaya sunduğu fikri kitabıyla, teorisiyle İslam aleminde başka sunan yok.

Çünkü yeni bir videosunu dinliyordum, hadisi mükemmel biliyor, takip ediyor, bu hadis buradan geldi, burada görüş budur, tefsir yapmasa bile mükemmel bir yorum yapıyor. Tabii hadislerin çoğu sahihtir, zayıftır yani İslam dini de incelememiş. Nasip oldu aracı oldu burada Fatih Sultan Mehmet Üniversite’sinde burada hoca oldu, göreve başladı. Orada ilmini paylaşıyor. Nasip olursa kitaplarını tercüme ederiz.

Şimdi tam buyurduğunuz gibi ne yapabiliriz? Biz kökümüzü çok iyi bilmiyoruz. Hangi birimiz Osmanlı imar dönemi veya İslam’a göre veya Türklere göre ben dahil hangi birimiz biliyoruz. Çalışmıyoruz, eğilmiyoruz, çünkü dil bilmiyoruz, tercüme etmiyoruz. Tercüme edilmediyse anlamıyoruz. Selçuklu’yu anlamak için farsçayı ne kadar biliyoruz? Osmanlı’nın kökeninde Farsça çok etkilidir. Bu sabah bile bakıyordum. Şimdi ezberimde değil, İran’da çöp toplayan bir çöp kamyonu, aslında burada da topluyor. Hafızın şiirini arkasına yazmış, “burada çöp toplamıyorum, seni görmek için şehri sokak sokak dolaşıyorum”. Domates satanlar eskiden ne güzel şiirler söylerdi sokaklarda, o da kalmadı. Destan gibi böyle. Bunları kaybediyoruz, ben otuz sekiz yıldır buradayım ama iki yaşından beri İstanbul’a gelip giderim. Yani biz küçükken gördüğümüz o değerleri dahi özlüyorsak, gelecek neslin bunlardan haberi bile yok. Biz öğrenciyken hocalar apartman sistemine karşıydılar, en iyisi ayrık ev birbiriyle yakın olmayan işte bahçesi olan vs. Apartmanlara kızarlardı. Şu anda apartman hayatını anlatan Seksenler dizisi en büyük zevkle izlediğimiz dizi oldu. Onlara bile hasret kalacağız.

Dikkatli olalım. Şu anda tam Ortaçağ yaşıyoruz. Türkler hayatlarında böyle yaşamadılar. Nerede residans site yapılıyor, üç duvarı var, dikenli tel var, koruma var, alarm var, oraya gidiyor Ortaçağ’ın kuleleri gibi. Çevredeki komşudan haberi yok. Komşusu açken, kendisi tok yatan hadisi artık duvarlara bile asılmıyor. Farketmiyor varlıklı veya varlıksızı, sağcısı, solcusu hepsi öyle yaşıyor evlerinde. Eskiden bir mahallede hem tek göz odalı fakir ev vardı, bir de konak vardı. Hepsi birbirinden haberdardı. Hatta anlatırlar, eski İstanbul’da zenginler bile bilinmezdi, söylemezlerdi. İşimiz zor ama yıkaboza öğreneceğiz. Doğu’nun en yüce karakteri yıkaboza öğrenmektir, biz yıkaboza öğreneceğiz. Ama hep zararlı çıktık.

Kaynak: Yesevi Vakfı Pazar Buluşmaları, Küçük Ayasofya

Liderlik, Tarihin Sentezcileri. Adnan Nur Baykal

0

ADNAN NUR BAYKAL

Levent Ağaoğlu-Değerli Hocam; 22  bilim disiplininde makalelerin yeralmasını tasarladığım; “İlk Düşünürümüz Bilge Tonyukuk” kitabı çalışmaları kapsamında, kardeşim Bibliyograf Bülent Ağaoğlu ile birlikte hazırladığımız 357 künyenin yeraldığı Tonyukuk Bibliyografyası‘nı hazırladım. Tonyukuk Yazıtı, Medeniyetimizin Sıfır Noktasıdır; İstanbul’daki Sıfır Taşı’nın 8000 km ötedeki sıfırdaşıdır; yegane bilgelik gücü ile  bizleri Kutsal Bilgelikleri; Kutadgu Bilig’i, muştulayandır.

Malumunuz üzere, Tonyukuk hakkında maalesef yayınlanmış bir doktora tezi dahi bulunmamaktadır. Bibliyografya, bu konuda yararlı olabilirse, tez hazırlayacak gençleri Tonyukuk’a  yönlendirebilirse kendimi son derece mutlu hissedeceğim.

Bilgelik sıfatı ile onurlandırılmış ilk düşünürümüz Tonyukuk’u bilimin muhtelif açılarından inceleyip, değerlendirmek hususundaki yakın ilginiz ve öncü desteğiniz için müteşekkirim.

Adnan Baykal- Levent Bey, Yolladığınız bilgiler için teşekkür ederim. Şu sıralar İş Hayatının Yol Haritası: 1) YÖNETİCİLİĞE DOĞRU 2) YÖNETİCİLİĞİN ÖTESİ adlı son iki kitabımı bitirdim. Bu kitaplarda, iş hayatının belli başlıkları altında, kendi hayatımdan ve Osmanlı Yönetim Anlayışından yaşanmışlıkları anlatıyor ve yöneticiliğin zaman ve mekana bağlı olmayan bir ‘dil’ olduğunu gözler önüne seriyorum. Zamanında ‘Türklerin Strateji Serüveni’ adlı kitabımı yazarken mümkün olduğunca geriye gitmeye çalışmış, kitabımı Selçuk Bey’le başlatmıştım. Daha önceki yıllara ait bilgiler benim için yeterli olmamıştı.

Ben Yusuf Has Hacib’in ardılıyım. Yönetim kitapları yazıyorum. Tarihin bir ‘arşivci’leri var. Bilgileri, belgeleri bulup çıkarıyor ve biraraya getiriyorlar. Bir de tarihin ‘sentezci’leri var. Geçmişte yaşananların günümüz için önemli olan kısımlarını anlatıyorlar, geçmişin ışığıyla geleceğimizi aydınlatmaya çalışıyorlar. Ben sentez yapmaya uğraşıyorum. Bu sentezi yaparken malzemenin yeterli ve güvenilir olması şart. Zamanında ‘Yönetici Ailesi Olarak Köprülüler’ ve ‘IV.Murad: Uç Bir Yönetici’ adlı kitaplara başlamıştım. Bulabildiğim belge ve bilgilerin, bu kişileri tam olarak aydınlatmadığını, yeterli olmadığı fark edince, bu çalışmalarımı yarım bırakmıştım.

Orhun Kitabeleri ve Tonyukuk, yönetim tarihimiz için çok önemli. Fakat eldeki belgelerle şu anda istediğim gibi bir çalışma yapabilmem mümkün değil. Arşiv için önemli ve gerekli fakat sentez için yetersiz. İleriki yıllarda bu konuda daha kapsamlı bilgi ve belgeler günışığına çıkarsa, ben de Tonyukuk ile ilgili bir makale belki de bir kitap yazabilirim.

Şu anda yeni kitabımın ayrıntılarıyla uğraşıyorum. İnşallah ileride şartlar bu konuda benim de bir şeyler yapabilmemi mümkün kılar.

 

 

Liderlik Hukuku, Prof Dr Abdulhaluk Çay

0

Levent Ağaoğlu–  Abdulhaluk Bey, öneri olarak bir şey diyeceğim. Şu an kendimce Türk Hukuk tarihi konusu üzerinde çalışıyorum. Bu konunun başlığına şöyle diyebiliriz. Justinianus’dan Ahmet Cevdet Paşaya Roma Hukuku, Justinianus Roma Hukuku İstanbul’da yazıldı, bu kamuoyuna çok fazla mal olmamıştır herhalde. Biz Roma Hukuku dediğimiz zaman sanki bu İtalya’da yazıldı, ama orada ki Roma İstanbul. Ahmet Cevdet Paşa’nın Mecelle’si de İstanbul’da derlendi. Justinianus yani Castıs, Latin dilinde anlam olarak “Kanuni” demektir. İstanbul o zaman Kanunilerin kenti, Roma Hukuku’nu Justinianus’la yazıyor. Ayasofya’yı Justinianus’la inşa ediyor. Akabinde de Kanuni Sultan Süleyman’la bin yıl sonra Süleymaniye’yi inşa ediyor. Bu Kanuni sıfatı da Batı tarafından kendisine veriliyor. 1800’lere gelindiğinde Ahmet Cevdet Paşa bütün bu bizim hukukumuzu İstanbul’da Mecelle adı altında müthiş bir çalışmayla yapıyor, fakat bu kaybolup gitti neticede. Şimdi o anlamda Roma Hukuku İstanbul’da yazıldı olgusundan,  Justinianus’dan yola çıkarak, İstanbul Aydın Üniversitesi’nde düzenlenebilecek bir konferans önerisi olarak getirmek istedim. Çok teşekkür ederim.

Abdulhaluk Çay – Roma Hukukunu dillendirmeyeceğiz. Bizim kendi tarihimizde Orhun Abidelerine bakın. Orhun Abidelerinde konulan birtakım hükümler var, onların hepsi hukuktur. Ne diyor aç milleti doyurmak, az milleti çok kılmak, çıplak milleti giydirmek, yani bunların her biri hukuk kurallarıdır. Kutadgu Bilig’i açın Kutadgu Bilig’de bunlar vardır. İki gündür yaptığımız Ahmet Yesevi başta olmak üzere birçok mutasavvıfların dine dayansın ve yahut dayanmasın, isterse bizim Türk kültürü fikriyatına dayansın, bir hukuk sistemimiz var ve kendi kanaatim tabii buna karşı da çıkabilirsiniz. Batılılaşma diye yıllardır yaptığımız bir mücadele var. Hiçbir zaman başta Atatürk olma üzere gerçekten bu ülkenin gelişmesini savunanların hiçbirisi, batılılaşmak değil çağdaşlaşma terimini kullanmışlardır. Batılılaşmanın temelinde Roma Hukuku vardır. Batılılaşmanın temelinde Hristiyanlık vardır. Batılılaşmanın temelinde müspet bilim vardır. Benim oradan almak zorunda olduğum tek bir şey vardır, müspet bilimdir. Dolayısıyla kendi hukuk sistemimizi kendimiz kurmamız lazım. Benim mantık anlayışım bu ama hukukçular olarak Roma Hukukunun da incelenmesinde fayda var. Hukuk ilminin gelişmesi açısından, bir görüş alabilme açısından, Hukuk Fakültemizde arkadaşlara buyurduğunuz şeyi söylemekte fayda var. Böyle bir şey yapılabilir.

– Teşekkür ederim. Sayın hocamın da ifade ettiği “Her yol Roma’ya çıkar.” Sanki zannediyoruz ki İtalya’nın ortasında olan yol Roma’ya çıkar hayır, oraya çıkmaz. Zaten orada bir tane yol olur, ya da iki tane, ya Sicilya’dan yukarıya doğru gidersiniz, ya da yukarıdan aşağıya inersiniz. Roma’nın iki yolu var. Her yol Roma’ya çıkar dediği İstanbul ve Fatih Roma İmparatorudur. Diyarı Rum dediğimiz Doğu Roma. Fatih İstanbul’u fethettiği zaman Batı Roma yok.

– Bizler Romalı mıyız Hocam?

– Roma’yı biz Türkleştirmişiz. Romalı değiliz. Mevlana Celaladdini Rumi, Romalı Mevlana.

Dış Dünya. Afrika

0

Levent Ağaoğlu – Öncelikle ASAM’a sonra da Ömer Bey size çok teşekkürler. Çünkü, Afrika’yı ayağımıza getirdiniz. Aslında Avrasya Bir Vakfı’nda Afrika’yı görmüyoruz ama şu an  “Avrasya Afrika Bir Vakfı” olarak okudum. Vaktinizi almamak için bir tane soru soracağım.

Soru şu: Beyefendiler, genç kardeşler Türkçe’yi çok güzel konuşuyor. Afrika dediğimizde, Evliya Çelebi’nin Efrikiye’si, Tolunoğullları’nın 870’te ilk Müslüman Türk devletini Mısır’da kurulduğu kıta.

İnsanlık tarihinde konuşan ilk insan Afrikalı’ydı. Ama sonra Avrupa, Afrika’yı yok sayıp kendi varlıklarını yüceltip, diğer insanların kimliklerini, dillerini yok etti ve İngilizce, Fransızca konuşturmaya başladı. Dil bir liderliktir, devlettir.

Şimdi Afrika dili bir Hint-Avrupa dili değil, başka bir dil yapısına sahip. Türkçeyi çok düzgün konuşmalarından dolayı diller arasında bir yatkınlık olabilir mi? Türkçeyi konuşmaları zor değilse bunun üzerine yatırım yapmak gerekir, diye düşünüyorum.

Dil öğrenmekte bir zorluk çektiniz mi?

Abdu Djamanca– Yok, şimdi Afrikalı bir buçuk milyon nüfuslu bir ülke ama otuzdan fazla kabile ve yerel dil var. Bunun zenginliğini akademisler olarak görüyoruz. Neden, ben çocukken beşten fazla farklı dilden arkadaşım vardı. Doğal olarak 5 dil biliyorum. Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Çince öğrenirken de bunun etkisi oluyor. Yani bu avantajdır.

Ali Ferah– Afrika’da bir insan birden daha fazla dil konuşur. İkincisi Türkçe kolay değil, zor bir dildir. Bunun nedenlerinden birisi, 15 sene evvel Türkçeyi öğrenecek yabancılara hazırlanmış Türkçe kitapları yoktu. Dolayısıyla akademisyenler yeni yeni bunun üzerine çalışıyorlar. Ve yabancılar için hazırladıkları Türkçe kitaplar yayınlanmaya başladılar. Bir başka nedense, ne kadar toplumla kaynaşırsanız o kadar güzel ve düzgün Türkçe konuşursunuz. Bu da çok önemlidir. Bilmiyorum, halen çok çok düzgün bir Türkçe konuştuğumuzu iddia edemeyiz.

Prof.Dr.Ömer Özkan– Dünyanın neresine gidersek bu dil problemi karşımıza çıkıyor. Bosna’da meşhur Rüstem Paşa Cami vardır. Onun imamıyla bir sarılışımız var, dilimiz ortak değil ama gözlerimiz çok şey anlatıyor. “Ah Osmanlı, bugünleri görebilseydin” diyorsun. Şimdi en azından Yunus Emre’yle başlandı ama yeterli değil. Geçen hafta Sudan’daydım. Bir iki sınıf açılıyor, yüz sınıf da açılsa yüz sınıfın da öğrencisi hazır diyorlar. Yani bu konuda birilerinin çok daha hızlı hareket etmeleri lazım. Hazır bir sürü Türk dili hocalarımız da var, Açık öğretimden hazır Türk Dili mezunları veriyoruz. Bu konuda çok çok daha hızlı hareket etmemiz lazım.

Ahmet Üseni– Ben tek bir cümle söylemek istiyorum. Hocam dedi ki “Biz Türkiye Cumhuriyeti fakir bir ülkeyiz, neden bu elli bin tane Afrikalı çocuklara biz veriyoruz bizde burada fakirlik altındayız”. Böyle bir şeye değinmek istiyorum. Mesela şimdi bu konferans hepimiz Türkçe konuşuyoruz. Bunun Türkiye Cumhuriyeti için hiçbir faydası yok mu? Faydası var. Hatta bazen Türk kardeşlerimle sohbet ederken diyorlar ki biz Osmanlı döneminde Afrika’daydık. Ama biz Afrika’da sömürgecilik yapmadık. Ben diyorum ki tamam güzel bir şey yaptınız fakat benim persfektifimden baktığım zamanda Osmanlı döneminde büyük hata yaptınız. Hangi hata? Cezayir’de Tunus’ta Mısır’da oradaydınız. Sömürgecilik yapmayabilirsiniz ama siz dilinizi neden öğretmediniz? Şimdi Kongo’daki durumu bilmek istiyorsunuz. Kongo’da Ahmet kardeşimiz var. “Ahmet kardeşim, Kongo’da durum nedir” diyorsunuz. Ben sizin dilinizle anlatıyorum. Ama o zamanda böyle değildi. Bu cümle üzerine konuşmak istedim.

– O cümle için özür dileriz. Başımız üzerinde yeriniz var.

Dış Dünya. Prof. Mehmet Akif Okur ile BARTER Söyleşisi

0

Mehmet Akif Okur: Barter meselesi mühim. Şimdi bu tür meselelerin mühim olduğunu kriz anında anlarız. Yani sistem işlediğinde bu işlerden hiçbir şey olmaz derler. Ama bu sistem kriz üretecek bir sistem. Yani Amerika’nın kendi verilerine baktığımızda Amerika’nın borcu yani dışarıya içeriye olan borcunun oranına baktığımızda herkes bir dolar krizi bekliyor, yani doların değer kaydı ile ilgili beklentiler yüksek düzeyde kendi istikrarsızlığı dolayısıyla. O istikrarsızlık olduğunda eğer kurulu mekanizmalarınız varsa vaktiyle şöyle düşünmemişseniz ya bunun hali dar olur dolardan kimse vazgeçmez o yüzden bu işlere yatırım yapmaya gerek yoktur diye düşünmemiş bu mekanizmaları kurmuşsanız ona ihtiyaç olduğunda hızlı yol alırsınız. Hızlı mesafe alırsınız ama kriz koptuğunda bir şey yapmaya koyulursanız o arada başkaları o alanı doldurmuş olur. O yüzden de barter dahil para takasıyla vs. olan şeylerde az veya çok demeden o mekanizmaları kurup işler vaziyette tutmak lazım. Bunların hepsine ihtiyaç duyacağız. Bitkoin meselesi de bunlarda bir kısım denemelerdir. Bunlar birer sosyal laboratuvar gibidir. Bitkoinden başlayıp bu kripto paralar bunlardan çıkacak sonuçlara göre yeni modellerinde çıkacağını da göreceğiz diyorum.

Mehmet Akif Okur – Genel olarak ekonomik-politik konuları takip ettiğim için barter çalışmalarından bir miktar haberdarım. Siz yapay zekadan bahsetmiştiniz, bu çok önemli. Yapay zeka ekonomideki bu hesaplama alanında bir işi, paranın şimdiye kadar üstlenilemeyen bir takım fonksiyonlarını barter tarafından incelenmesini kolaylaştıran bir şey oluyor. Diyelim ki, bu yapay zeka 30-40 sene önce olsaydı Sovyet sistemi de çökmezdi. Paranın ve piyasanın kurduğu iletişimi, arzı, talebi, haber alma, alma, götürme vs. fonksiyonu var. Barter’ın zorluğu bu fonksiyonu oluşturmaktaydı. Yapay zeka tıpkı para gibi sinyal veren bir algoritmayla onu çözebilir ve fonksiyonel hale getirebilir. Hatta bugün bizim anladığımız piyasa mantığını da değiştirebilir. Yani arz ve talebin, para üzerinden alışverişle döndüğü sistemden farklı bir mantığı da geçerli bir hale getirebilir. Mesela merkezi planlamanın sıkıntısı talebi ölçememesi, mesela fabrikalara üretim yaptıracaksınız, gerçek talebin ne olduğunu ölçemiyorsunuz. Para bunu ölçüyor ama para yerine ikame edebileceğimiz, insanların dokunarak gelecekteki muhtemel arz ve taleplerini aktarabilecekleri hızlı bir sistemin olması bu paranın fonksiyonlarını getirir ve piyasanın krizlerine de uğramayan daha verimli bir ekonomik mantık oturtabilir.

Levent Ağaoğlu – Bu söyledikleriniz, tespitleriniz çok önemli. Ben de algoritma dediğiniz için olayı Harezmi’ye götürdüm. Zaten Harezmi, algoritma demek. Harezmi bir Türk’tü. Türkiye yine Harezmi yolunda, algoritmaya dönüyor. Yine aynı sisteme dönüyor, para dışlanıyor yalnız. Para dışında zaten para yoktu ama algoritma vardı. Sıfırı Hintliler buldu, Harezmi işlevselleştirdi. O zaman bu ülkede Türk zekasıyla algoritma bu sefer paranın yerine geçiyor. Oluş şekli o netice ona gidiyor.

Mehmet Akif Okur – Evet, mesela modern kapitalizm; 2008 krizinin perde arkası sebebi var ama bir de görünen piyasa mekanizmasının işleyişiyle ilgili kusuru var. Sürekli üretiyorsunuz, satıyorsunuz ama sistem patlıyor, önünüzü göremiyorsunuz. Yapay zeka üzerinden size sistemi anında gösteren bir programlama yapılabilirse ki teknik olarak mümkün olduğunu gösteriyor. O zaman bunu ekonominin merkezine koyabilirsiniz. Yani paranın yapabileceği fonksiyonu daha derin üstlenecek sisteme dönüşebilir.

Levent Ağaoğlu – Yani o zaman barter’da o kötülük yok?

Mehmet Akif Okur – Barter’ı zorlaştıran ancak parayla çözülebilen işleri, yapay zeka üstlenebilir. Çünkü o hesabı yapmak zordur. Piyasa dışı alternatiflerin yaşayamamasının bir sebebi paranın çözdüğü iletişim yani ne kadar üreteceksin, ne kadar tüketeceksin, neye ihtiyaç var, bunla ilgili sinyalizasyonu merkezden oturup bürokratik olarak yapamamasıdır. Ekonomi büyük bir ölçü, her insanla birlikte büyük bir faktör büyüyor sistemin içinde. Ama şimdi cep telefonuyla, şunla, bunla artık entegre bir toplumuz, alt yapımız oluştu, bir sürü mesaj alıp, gönderiyoruz. Para yerine bunların eklemleneceği, sinyalizasyonla, arz ve talebi gönderildiği bir yapay zeka, paranın sinyalizasyon unsurlarını üzerine alabilir. Barter işini kolaylaştıran bir işlem olur.

Bundan 20 yıl sonra eğer bu teknolojik ilerleme devam ederse, biz bolluk iktisadının sorunlarını konuşmaya başlayacağız. Yani diyelim ki yapay zekayla, robot birleşti. Ziraat alanını düşünün, bir kere tarım alanlarını muazzam genişletebilirsiniz. Çünkü işçinin gidip barınmasının maliyetli olduğu her yerde, siz 3 boyutlu olarak arazinizi çekersiniz, robot orada çalışır, üretimi arttırabilirsiniz. İşte bunun bir sonucu insan emeğine duyulan ihtiyaç azalacak. Geçmişte her sanayi devriminde meslekler değişerek bunu çözdüler, şimdi bu gittiğimiz yerde meslek değiştirerek de olmaz bu insanları çalıştırmayacağımız bir yere gideriz. Yani bu sistemin insanlığı yok etmeyecek bir sosyal tasarım olması lazım. Çünkü mesaisine ihtiyaç duymadığınız insanı nasıl yöneteceksiniz?

Levent Ağaoğlu – Hocam bence barter, Brics’e de çok uyuyor, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika. Barter dediğimiz aslında Brics modeli. Bunların hepsi anti-dolar, nüfus var, ham madde var. Bu ülkelerle birlikte zaten Global bir model olmuş oluyor.

Mehmet Akif Okur – Şöyle de bir avantajları var, mesela Rusya petrol üretip satıyor, zaten nakit para geliyor.

Levent Ağaoğlu: Bizim buradan iki çıkışımız var. Ticaret savaşını, Amerika neden 2018’de başlattı. Ben 5 yıl Hong Kong’da kaldım. 1976’da Mao öldü, 1978’de Çin 50 yıllık plan başlattı. 50 yıllık planın adı dünya hâkimiyeti. Yani 2028’de ben Zhong Guo’yum yani dünyanın merkez ülkesiyim. Amerika’ya taktıkları isimde yani Çin’de Amerika’ya Mey Guo derler, güzel ülkedir. Öykünülen ülkedir. Yani onlar bir Amerika olacaklardır. Biz burada çıkış olarak soru olarak soracağım size. Bizim iki tane çıkışımız var bir Türk kuşağı, iki barter. Barter konusunda Amerika, çok güzel anlattınız, Amerika’nın İngiltere’yle serbest ticaret izlemiş dünyada, bize de 1838 anlaşmayla tuş ettiler. Amerika ise hakimiyet duygusuna sarılmış yani masabaşında anlaşmalarla ticareti Japonya’ya sindirmiş şimdi Çin’i sindirecek. Biz burada Türk kuşağı üzerinde barter modelini işletebilir miyiz? Açın gazeteleri her yerde dolardan çıkış yazılıyor. Bundan nasıl çıkacağız ve Amerika barter modelini kendi ülkesi içerisinde mükemmel bir şekilde uyguluyor böyle biliyoruz. Ama dünya dışındaysa bir barter istemiyor. Çünkü barter demek dolardan çıktım ben demek, para yok faiz yok işine gelmiyor ki şimdi biz Türkiye olarak bu işte bayraktar olabilir miyiz? Bir barter modelini Türk kuşağına başlamak üzere yani Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye böyle bir, Türkistan, Türk kuşağı dediğimiz zaman zaten Türkistan, biz bunu uygulayabilir miyiz? Bunu özellikle sormak istiyorum.

Mehmet Akif Okur –  Sorunları görmezden gelmeden çözecek imkanları çıkarmamız lazım. Barter meselesi mühim. Şimdi bu tür meselelerin mühim olduğunu kriz anında anlarız. Yani sistem işlediğinde bu işlerden hiçbir şey olmaz derler. Ama bu sistem kriz üretecek bir sistem. Yani Amerika’nın kendi verilerine baktığımızda Amerika’nın borcu yani dışarıya içeriye olan borcunun oranına baktığımızda herkes bir dolar krizi bekliyor, yani doların değer kaydı ile ilgili beklentiler yüksek düzeyde kendi istikrarsızlığı dolayısıyla. O istikrarsızlık olduğunda eğer kurulu mekanizmalarınız varsa vaktiyle şöyle düşünmemişseniz ya bunun hali dar olur dolardan kimse vazgeçmez o yüzden bu işlere yatırım yapmaya gerek yoktur diye düşünmemiş bu mekanizmaları kurmuşsanız ona ihtiyaç olduğunda hızlı yol alırsınız. Hızlı mesafe alırsınız ama kriz koptuğunda bir şey yapmaya koyulursanız o arada başkaları o alanı doldurmuş olur. O yüzden de barter dahil para takasıyla vs. olan şeylerde az veya çok demeden o mekanizmaları kurup işler vaziyette tutmak lazım. Bunların hepsine ihtiyaç duyacağız. Bitkoim meselesi de bunlarda bir kısım denemelerdir. Bunlar birer sosyal laboratuvar gibidir. Bitkoimden başlayıp bu kripto paralar bunlardan çıkacak sonuçlara göre yeni modellerinde çıkacağını da göreceğiz diyorum.

Levent Ağaoğlu: İktisat tarihine barter açısından bakıldığında gözüken tablo nedir?

Mehmet Akif Okur:  1) Barter ekonomisi büyük ölçeklerde para ekonomisiyle ilgili sıkıntı doğduğunda uygulanmaya çalışılmış. Roma’nın çöküşü dönemi buna örnektir. Yani, para ekonomisini yöneten güç ortadan kalkarsa ya da bu güçle ilişki kurulmak istenmezse barter devreye giriyor. Bu durum, günümüzde bartera duyulan ihtiyacı anlamak bakımından önemli 2) Barter’ın modern dönemde geniş ölçekli ekonomilerde uygulanmasıyla ilgili sıkıntı var. Çünkü barter için sıkı ilişkilere sahip bir toplumun parçası olmalı ve ilişkiler geliştirmelisiniz. Bunu ne kadar yapmaya çalışırsanız çalışın sınırları olacaktır. Özellikle bireyciliğin hakim olduğu sistemlerde mesele çok daha zor. Bu durumda barterı geniş ölçekli olarak ancak bilgisayar destekli sistemlerle uygulamak mümkün gözüküyor. Bu da bir nevi kredi sistemi ve aslında paranın işlevlerini üstlenen bir nevi yeni para gibi. Üzerinde çalışmayı sürdürmek, diğer çalışmaları da değerlendirmek lazım.

Levent Ağaoğlu: Ben teşekkür ederim Muhterem Hocam. Zihninize sağlık ve bereket.

ZAMAN: 1) Roma (ABD) tekrar çöküyor. Barter tekrar devreye girecek.  2) Yapay Zeka ile işlevsel zorlukları aşacağız.

ZİHİN: 1) Kökümüz İL’dir; ilişkidir. Bu temel bir paydamız 2) Zihinsel genetiğimiz dayanışma temelli, barter sistematiği 3) Sosyal yapımız kuvvetli. Bireyci değiliz.

ZEMİN 1) Afro-Avrasya’nın kilidiyiz 2) Yarımadayız 3) Küçük Asya’yız. 4) İpek Yolu’yuz. 5) Türkiye&Türkistan bütünlüğünde; Rusya, Çin, Hindistan ile komşuyuz.