https://app.trdizin.gov.tr/makale/TVRFME56azVPUT09/nermi-uygur-un-felsefe-anlayisi
İLÇİ
1459
1598
1667
1972
1992
2020
2023
2424
2703
2717
3142
3172
3763
3819
4012
4078
4197
5164
5233
5250
5359
5553
5578
5857
5884
5912
6416
6438
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/10716,yusufhashacibkutadgubiligmustafakacalinpdf.pdf?0
iKİ: BİÑ: eRTiMiZ: BİZ: iKİ: SÜ: BOLDI: TÜRK: BODuN: OLuRGaLI: TÜRK: KaGaN: OLuRGalI: ŞaNTUÑ: BaLIKA: TaLUY: ÖGüZKE: TeGMiŞ: YOK: eRMiŞ: KaGaNıMA: ÖTüNüP: SÜ: iLeTDiM:
[biz] İki bin erdik. İki ordumuz oldu. Türk boyları kılınalı, Türk Kağanı oturalı Şantung kentine, Okyanusa ulaşmışlığı yok imiş. Kağanıma söyleyip er ettim (saldım)
TONYUKUK YAZITI 1. taş, 3. yüz (doğu) 7 dizi
ŞaNTUÑ: BaLıKA: TaLUY: ÖGüZKE: TeGüRTiM: ÜÇ: OTuZ: BaLıK: SIDI: USıN: BUNTaTU: YURTDA: YaTU: KaLUR: eRTİ: TaBGaÇ: KaGaN: YaGıMıZ: eRTİ: ON: OK: KaGaNI: YaGıMıZ: eRTİ:
Şantung şehrine, denize ulaştırdım. Yirmi üç şehir zaptetti. Uykusunu burda terk edip, yurtta yatıp kalırdı. Çin kağanı düşmanımız idi. On Ok kağanı düşmanımız idi.
TONYUKUK YAZITI 1. taş, 3. yüz (doğu) 7 dizi
Daha deniz, daha müren (ırmaklar)
Güneş bayrak olsun, gök kurikan (çadır) !
ATAM Oğuz Kağan Destanı
Kiş: Su samuru anlamını taşıyan kiş tabiri ilk kez Oğuz Kağan Destanında ve Yenisey yazıtlarında gözükürken ardından Bilge Kağan Yazıtı’nda ve Divanı Lugat it Türk metninde terime rastlanmaktadır. Kişi, Yaş, Yaşam, Ölüm terimleri de su ile bağlantılıdır. Bu terimlerin hepsi de ilk kez Yenisey Yazıtlarında ortaya çıkmış ve Divanı Lugat it Türk’de de sözlük anlamları verilmiştir. Türklerin varoluşlarının en erken dönemlerinden itibaren İnsan ile ilgili kavramlar bir bağlantısallık örgüsü içinde geniş kapsamlı olarak yapılmış ve sözvarlığına, sözlüklere eklenmiştir.
Lütfen linklerin üzerine tıklayın
1919-2019 (Şiir)
© Copyright photo (1975 Didyma) and text by Levent Ağaoğlu
Yer yuvarlağındaki yegane dikdörtgen şeklindeki yarımada Türkiye Yarımadasıdır. Bunun neticesinde tüm yönlerden bir pusula misali tüm yollar Türkiye’yi göstermektedir, göç edenler, savaşanlar, darda kalanlar hep sığınacakları bir yer olarak Türkiye Yarımadası’nı görmüşlerdir. Tabi burada ada değil de yarımada olmanın getirdiği coğrafi avantajlar vardır. Ada insanlarının gidiş gelişleri daima sıkıntılıdır (Japonya ve İngiltere adalarında olduğu gibi) ve içine kapalı bir toplum yapısı geliştirmektedirler.
Halbuki, Türkiye yarımadasındaki insanlar giderler, gelirler. Bu şekilde dünyaya açık, dışa apaçık bir sosyolojik yapı, bu topraklarda kendini göstermiştir.
Kuzey, güney, doğu ve batıdan gelenler saymakla bitmez. Frigler batıdan Balkanlardan, Hititler Hattiler kuzey steplerinden, Persler İranlılar doğudan, İyonlar Yunanlılar Yahudiler yine batıdan, Araplar güneyden, Türkler ise tüm yönlerden bu yarımadaya, Türkiye yarımadasına gelmişler, yerleşmişler ve insan kaynağını oluşturmuşlardır.
Yarımada kıyıları girintili çıkıntılı, genler ise kıvırcıktır, tüm dünya insanlarından genler söz konusudur burada.
Çin Halk Cumhuriyeti 5000 yıllık bir medeniyet tarihi ile övünmektedir ve resmi belgelerinde, bunun propagandasını yapmaktadır. Uygur Türkleri de, “herhalde mutfakta unutmuşlar bu Çinliler medeniyetlerini” diyerek duygu ve düşüncelerini dile getirmektedirler.
Türkiye ise yeni yapılan kazılarla birlikte Göbeklitepe‘nin ardından Karahantepe kazıları ile birlikte 12.000 yıllık bir medeniyet tarihine tanıklık etmektedir, açık hazine olan bir ülkenin topraklarında yaşamaktayız. Fakat, kültür ve turizm Bakanı 12 tepeden bahsetmekte, Urfa civarındaki 12 adet benzeri tepenin propagandasının “Mezopotamya’da 12 tepe” olarak yapılacağından söz etmektedir. Halbuki, burada vurgulanması gereken mekan değil zaman boyutu olmalıdır.
Yapılması gereken aşikar; “12.000 yıllık Türkiye medeniyeti” başlıklı bir slogan ve eşlik eden bir logo ile birlikte dünya pazarlarında Türkiye’nin lâyikiyle tanıtımını yapmak. Eğer bu yapılmıyorsa neden yapılmamaktadır, bu soruyu da sormamız gerekmektedir.
Türkiye’nin 12.000 yıllık medeniyet ve geçmiş ve birikimine karşın, mevcut 2023 vizyonu 100 yıllık, 2053 vizyonu 600 yıllık, 2071 vizyonu ise 1000 yıllıktır. Görüldüğü gibi söz konusu vizyonlarla 12,000 yıllık medeniyet birikiminin çok uzağında kalınmaktadır.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin tüm geçmişini kavrayıp kapsayarak 5000 yıllık vizyon atılımına karşın, Türkiye 12,000 yıllık geçmişini 1000 yıla indirgemektedir. Bu kısır bakış açısının bir an önce aşılması elzemdir.
Çin 5000 yıllık tarihi ile övünmektedir ki Çin’in bir medeniyet olması bahis konusu değildir, çünkü Çin sadece Çinlileri esas almaktadır ve Çin bugün bulunduğu coğrafyanın dışında anlamlı değildir, sadece güneydoğu Asya’ya eski zamanlarda göç eden Çinlilerden ötürü, orada bir Çinli varlığı söz konusudur ama, Amerika’da olsun batı Avrupa’da olsun, Çinliler, China Town gettolarında ayrı mahallelerde yaşamaktadırlar, bulundukları toplumla bir etkileşimleri söz konusu değildir. Afrika’ya yaptıkları yatırımlarda, oraya sadece Çinli işçileri istihdam etmekteler.
Türkiye ise insanlığı temsil etmektedir ve Türk dediğimiz de zaten Törük’tür, yaratılandır, Adem’dir. Türkiye coğrafyasına kuzeyden, batıdan, doğudan, güneyden bütün yönlerden gelenler olmuştur ve bu gelenler Türkiye Yarımadası içerisinde birbirleriyle kaynaşıp karışmışlar, Türkiye bir diller ve dinler ülkesi olmuştur.
Hristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudilik gerçek anlamlarını, güç ve kuvvetlerini bu topraklarda, Türkiye coğrafyasında bulmuşlardır. Türkiye’nin temsil ettiği insanlıktır. Önceden Hristiyanlar, Kapadokya’daki yeraltı mağaralarında saklanarak dini inançlarını yerine getirmişlerdir, bu, Hıristiyanlığın ilk doğduğu yıllardır, ardından 15. yüzyıl sonunda 1492’de İspanya’dan sürgün edilen Yahudiler Türkiye’ye sığınmışlardır. 1912’de Balkanlardan sürgün edilen Müslümanlar Türkler ve yine 2011 Suriye savaşında Suriye’den sürgün edilen Müslümanlar gelip Türkiye sığınmışlardır.
Ayla Jean Yackley’i Şuşa, Azerbaycan
Erdoğan, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan ile savaşından bir yıl sonra Erivan ile suları test ediyor Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’a karşı altı haftalık bir savaşta Ermenistan’dan kaptığı en büyük ödül olan Şuşa şehri.
Bir yıldan kısa bir süre önce Ermenistan’dan alınan Azerbaycan topraklarını kesen yeni bir otoyol, Türkiye’nin uzun süredir Rusya’nın egemenliğinin bir parçası olarak görülen bir bölgede büyüyen ekonomik varlığını gözler önüne seriyor. Zafer Yolu’na asfalt döken ekipler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakın iki Türk firması için gece gündüz çalışıyor.
Yol, Azerbaycan’ı, tartışmalı Dağlık Karabağ bölgesi için altı haftalık bir savaşta Ermenistan’dan kaptığı en büyük ödül olan tarihi Şuşa şehrine bağlar. Türkiye’nin Azerbaycan’ın belirleyici bir üstünlük elde etmesine yardımcı olmak için ateş gücü sağladığı 2020 ihtilafında binlerce kişi öldü.
Şimdi Erdoğan, Türkiye’nin Rusya ve İran ile rekabet ettiği Güney Kafkasya’daki etkisini güçlendirmeye çalışırken baş düşmanı Ermenistan’a uzanıyor. Yetkili, diplomatik ilişkilerin yaklaşık 30 yıllık bir kopuştan sonra yeniden kurulabileceğini öne sürdü. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, “ön koşulsuz” görüşmelere hazır olduğunu söyledi.
Şuşa’ya giden yeni yol: Türk şirketlerinin bölgede büyüyen bir ekonomik varlığı var
‘Olumlu sinyaller’
Türkiye, Ermenilerin çoğunlukta olduğu bir bölge olan Dağlık Karabağ’ın Erivan’ı ele geçirmesini protesto etmek için 1993’te Ermenistan sınırını kapattı uluslararası alanda Azerbaycan’ın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Kasım 2020’de Rusya’nın aracılık ettiği ateşkes şartları, Azerbaycan’ın 1990’lardaki ihtilafta kaybettiği toprakların çoğunu Ermenistan’dan geri aldı. Türkiye, toprakların geri verilmesinin Ermenistan ile resmi ilişkileri engelleyen ana engeli ortadan kaldırdığını söyledi ve son haftalarda Erdoğan “ilişkileri kademeli olarak normalleştirmek” için çalışabileceğini söyledi. Ermenistan karşılık vermeye hazır olduğunu söylüyor. “Her iki taraftan da olumlu sinyaller geldiği için yakın gelecekte bir noktada görüşmelere başlama fırsatı veriyor. Ermenistan güvenlik konseyi sekreteri Armen Grigoryan, “sınırın açılması, ekonomik ilişkilerin ve hükümetler arasındaki ilişkilerin başlatılması konusunda” dedi.
Bir çözülme, ticaret ve diplomasinin kök salmasına izin verebilir, ancak tam teşekküllü bir uzlaşma uzak bir ihtimal olmaya devam ediyor. Komşular, Türkiye’nin devlet tarafından yönetilen bir kampanya olduğunu inkar ettiği, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki birinci dünya savaşı dönemindeki Ermeni soykırımının peşini bırakmaz. Azerbaycan muhalefeti gevşetiyor Kritik olarak, Bakü artık Ankara ile Erivan arasında bir atılıma karşı daha az dirençli. Azerbaycan cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 2009 yılında Erdoğan’ın Dağlık Karabağ sorununu önce Ermenistan’ın çözmesini şart koşarak onu yatıştırmaya çalıştığında, çitleri onarmak için son girişimlerini boşa çıkardı. “Durum 2009’dan bu yana muazzam bir şekilde değişti. . .
Aliyev’in dış politika danışmanı Hikmet Hacıyev, Türk-Ermeni ilişkilerinin iki ülkeye bağlı olması gerektiğini söyledi. “Daha kapsayıcı bir süreç görmek isteriz. Bölgede uzun vadeli güvenlik ve istikrardan bahsediyorsanız herkes katılmalı.” İlham Aliyev, sağda, Recep Tayyip Erdoğan’ı bu yıl Şuşa’da karşılıyor: Bakü artık Ankara ile Erivan arasında bir atılıma karşı daha az dirençli © Murat Kula/Anadolu Ajansı/Getty Geçen yıldan beri Moskova, Ankara’yı çatışma sonrası diplomasisinde büyük ölçüde dışladı, Erivan’da bir düşünce kuruluşu olan Bölgesel Çalışmalar Merkezi’nin direktörü Richard Giragosian. “Masada Türkiye olmadan tüm bölgesel ticaret ve ulaşım restorasyonunda Rus sahne yönetimimiz var. Türkiye için Ermenistan’ın normalleşmesi koltuğu geri almanın yolu” dedi.
Türkiye’yi bölgesel bir barış girişimine dahil etmek, Azerbaycan’ın Ermenistan’da askeri üssü bulunan Rusya’yı dengelemesine yardımcı olabilir. Giragosian, “Ermenistan-Türkiye normalleşmesine izin vermek ve Türkiye’yi bölgeye geri getirmek, Aliyev’in Ruslara karşı savunmasızlığını gidermek için gerekli” dedi. ‘Çılgınlıklar’ Türkiye’nin bölgede artan rolü Rusya’ya da hizmet edebilir. Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bir dizi silahlı çatışmada karşıt tarafları destekliyor, ancak karmaşık bir güvenlik ortaklığı kurarak Türkiye’nin geleneksel batılı müttefiklerini sinirlendiriyor.
Cumartesi günü, Türk lider, dokuz Avrupalı elçiyle birlikte ABD büyükelçisinin sınır dışı edilmesini emrettiğini ve Ankara’nın batılı başkentlerle ilişkilerini yeni bir düşüşe geçirmekle tehdit ettiğini söyledi. Carnegie Europe’dan Thomas de Waal, Erdoğan ve Putin’in paylaştığı batıya duyulan güvensizliğin onları ABD ve Avrupa’yı kenarda tutmak için Kafkasya’da işbirliği yapmaya zorlayabileceğini söyledi. Pek çok konuda anlaşamayan düşmanlar ama aynı dili konuşuyorlar ve kendi aralarında bir şeyleri çözmeleri gerektiğine dair aynı Büyük Güç anlayışına sahipler” dedi. Rusya, bölgedeki ticari bağlantıların daha fazla kontrol altına alınması yönündeki çabasının bir parçası olarak, Ermenistan’da tamamen sahip olduğu demiryolunda Türkiye ile Sovyet döneminden kalma doğrudan bir fiziksel bağlantıyı yeniden canlandırma fırsatıyla da ikna edilebilir. Kendi adına,Bakü, komşularıyla ticaret vaadinin Ermenistan’ı, Azerbaycan’ın Nahçıvan ve Türkiye’ye ulaşması için bir kara koridoru açmaya çekeceğini umuyor. Hacıev, “Karayla çevrili bir ülkeden geçiş ülkesine dönüşmek Ermenilerin kendi yararınadır” dedi.
Ermenistan, bir barış anlaşmasının önce gelmesi gerektiğini savunarak ekonomik ayartmalardan etkilenmemiş görünüyor. “Sorun . . . Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki ilişki ekonomik değildir. Bu Dağlık Karabağ sorunudur” dedi. Dağlık Karabağ’a karşı 2020 savaşının başlamasından bu yana bir yıl önce Şuşa’da bir askeri geçit töreni düzenlendi © Valery Sharifulin/TASS/Getty Paşinyan ve Aliyev bir barış süreci istediklerini söylerken, geri kalanının kaderi konusunda her zamanki gibi bölünmüş durumdalar. Etnik Ermenilerin elinde kalan Dağlık Karabağ.
Erivan, kendi kaderini tayin hakkını korumalarını isterken, Bakü bölge için herhangi bir özerkliği reddediyor. Her iki taraf da yeni cephe hattı boyunca mevzilerini güçlendirmeye devam ediyor ve 2000 Rus barış gücünün varlığına rağmen çatışmalar alevleniyor. ‘Bu şehrin küllerinden yeniden doğduğunu hayal edin’ Türkiye müzakere masasında olmasa bile, şirketleri önümüzdeki on yılda 15 milyar doları bulabilecek yeniden yapılanma projelerinde sözleşmeler imzalıyor. Aliyev, savaş sırasında “dost” olan ülkelerden şirketlerin yararlanacağına söz verdi ve Erdoğan onun en yakın müttefiki olduğunu kanıtladı.
Bu hafta Aliyev’e Türk şirketlerinin yapımına yardım ettiği bir havalimanının açılışında eşlik edecek. Azerbaycan, Ağdam’ın yakınlardaki eski üretim merkezi Şuşa’yı ve otuz yıllık düşmanlığın tahrip ettiği diğer bölgeleri yeniden inşa ederek yüz binlerce Azerbaycanlının bir nesil önce kaçtıkları bölgelere geri dönüşünün önünü açıyor. Geçen yılki savaş 35.000 Ermeni’yi yerinden etti.
Savaşta öldürülen binlerce kişi Şuşa’daki yeniden inşa çalışmaları sırasında anılıyor © Valery Sharifulin/TASS/Getty Emin Hüseynov, hayalet kasaba Ağdam’ın yerini alacak ultra modern bir şehrin planlarını denetleyen Azeri yetkili, refahın nihayetinde barışı getireceğine inanıyor. Hüseynov, Rusya’nın devriye gezdiği ateşkes hattının ötesinde görünen bir dizi evi işaret ederek, “Bunlar Ermenilerin yoksulluk içinde yaşadığı köyler” dedi. “Bu şehrin küllerinden ne zaman doğduğunu hayal edin. Bunu görecekler ve iş ve arkadaş olmak için kapıya gelecekler. En iyi siyaset budur. Savaşmana bile gerek yok.”
https://www.ft.com/content/c370a933-98be-4abb-9c93-93424e824a7f
Erdogan tests waters with Yerevan a year on from Nagorno-Karabakh war with Azerbaijan The city of Shusha, the biggest prize Azerbaijan snatched from Armenia in a six-week war over Nagorno-Karabakh © Valery Sharifulin/TASS/Getty Share on twitter (opens new window) Share on facebook (opens new window) Share on linkedin (opens new window) Save Ayla Jean Yackley in Shusha, Azerbaijan YESTERDAY 16 Print this page Receive free Armenia-Azerbaijan conflict updates We’ll send you a myFT Daily Digest email rounding up the latest Armenia-Azerbaijan conflict news every morning. A new highway that cuts through land Azerbaijan captured from Armenia less than a year ago showcases Turkey’s growing economic presence in a region that has long been seen as part of Russia’s domain. Crews pouring asphalt on the Victory Road work around the clock for two Turkish companies close to President Recep Tayyip Erdogan.
The road links Azerbaijan with the historic city of Shusha, the biggest prize Azerbaijan snatched from Armenia in a six-week war over the disputed region of Nagorno-Karabakh. Thousands died in the 2020 conflict, in which Turkey supplied firepower to help Azerbaijan achieve a decisive edge. Now, Erdogan is reaching out to arch-foe Armenia as he tries to cement Turkey’s influence in the south Caucasus, where it vies with Russia and Iran. He has suggested diplomatic relations could be restored after a nearly 30-year rupture. Nikol Pashinyan, Armenia’s prime minister, has said he is ready for talks “without preconditions”.
The new road to Shusha: Turkish companies have a growing economic presence in the region © Valery Sharifulin/TASS/Getty ‘Positive signals’ Turkey sealed its border with Armenia in 1993 to protest against Yerevan’s takeover of Nagorno-Karabakh, a predominantly ethnic Armenian region that is internationally recognised as part of Azerbaijan. Russia-brokered ceasefire terms in November 2020 handed Azerbaijan most of the land it had lost to Armenia in the 1990s conflict. Turkey has said the return of the territory eliminates the main obstacle blocking formal ties with Armenia, and in recent weeks Erdogan has said he could work to “gradually normalise relations”. Armenia says it is ready to reciprocate. “As there are positive signals coming from both sides, it gives the opportunity at some point in the near future to start talks . . . on opening the border, starting economic relations and relations between the governments,” said Armen Grigoryan, Armenia’s security council secretary.
A thaw would allow trade and diplomacy to take root, but fully fledged reconciliation remains a distant prospect. The neighbours are haunted by the first world war-era genocide of Armenians in the Ottoman Empire, which Turkey denies was a state-orchestrated campaign. Azerbaijan relaxes opposition Critically, Baku is now less resistant to a breakthrough between Ankara and Yerevan. Ilham Aliyev, Azerbaijan’s president, foiled their last attempt to mend fences in 2009, when Erdogan sought to appease him by stipulating that Armenia first resolve the Nagorno-Karabakh conflict. “The situation has changed tremendously since 2009 . . .
Turkish-Armenian relations should be up to the two countries,” said Hikmet Hajiev, Aliyev’s foreign policy adviser. “We’d love to see a more inclusive process. Everyone should be in if you’re talking about long-term security and stability in the region.” Ilham Aliyev, right, welcomes Recep Tayyip Erdogan to Shusha this year: Baku is now less resistant to a breakthrough between Ankara and Yerevan © Murat Kula/Anadolu Agency/Getty Since last year, Moscow has largely sidelined Ankara in the post-conflict diplomacy, said Richard Giragosian, director of the Regional Studies Center, a Yerevan think-tank. “We have Russian stage management [on] all regional restoration of trade and transport without Turkey at the table. For Turkey, Armenia normalisation is the way to get back a seat.”
Inserting Turkey into a regional peace initiative may help Azerbaijan counterbalance Russia, which maintains a military base in Armenia. “Allowing Armenia-Turkey normalisation and bringing Turkey back into the region is necessary to counter Aliyev’s vulnerability to the Russians,” Giragosian said. ‘Frenemies’ An enhanced role for Turkey in the region could serve Russia too. Erdogan and Vladimir Putin, Russia’s president, support opposing sides in a series of armed conflicts but have crafted a complex security partnership, unnerving Turkey’s traditional western allies.
On Saturday, the Turkish leader said he had ordered the expulsion of the ambassador to the US along with nine European envoys, threatening to send Ankara’s relations with western capitals plummeting to a new low. Thomas de Waal, a fellow at Carnegie Europe, said the distrust of the west shared by Erdogan and Putin might compel them to co-operate in the Caucasus to keep the US and Europe on the margins. “They are frenemies that disagree on so many issues but they also talk the same language and have the same Great Power conception that they should sort things out between themselves,” he added. Russia may also be persuaded by the opportunity to revive a Soviet-era direct physical link with Turkey on the railway it fully owns in Armenia, part of its push for greater control of commercial links in the region. For its part, Baku hopes the promise of trade with its neighbours will lure Armenia to open an overland corridor for Azerbaijan to reach its exclave of Nakhchivan and Turkey. “It’s for Armenians’ own benefit to transform from a landlocked country to a transit country,” Hajiev said.
Armenia appears unswayed by economic enticements, arguing a peace agreement must come first. “The problem . . . between Armenia and Azerbaijan is not economic. It is the Nagorno-Karabakh conflict,” Grigoryan said. A military parade in Shusha marks a year since the start of the 2020 war over Nagorno-Karabakh © Valery Sharifulin/TASS/Getty While Pashinyan and Aliyev say they want a peace process, they remain as divided as ever over the fate of the rest of Nagorno-Karabakh that remains in ethnic Armenian hands.
Yerevan wants them to retain self-determination while Baku rejects any autonomy for the region. Both sides continue to reinforce positions along the new front line, and skirmishes flare despite the presence of 2,000 Russian peacekeepers. ‘Imagine when this city rises from the ashes’ Even if Turkey is not at the negotiating table, its companies are snapping up contracts in reconstruction projects that could total $15bn over the next decade. Aliyev pledged that companies from countries that were “friendly” during the war would benefit, and Erdogan proved his closest ally.
This week he is due to accompany Aliyev at the inauguration of an airport that Turkish companies helped build. Azerbaijan is rebuilding Shusha, the nearby former manufacturing centre of Agdam and other areas destroyed by three decades of hostility, to pave the way for the return of hundreds of thousands of Azerbaijanis to areas they fled a generation ago. Last year’s war displaced 35,000 Armenians.
The thousands killed in the war are commemorated amid rebuilding work in Shusha © Valery Sharifulin/TASS/Getty Emin Huseynov, the Azerbaijani official overseeing plans for an ultra-modern city to replace the ghost town of Agdam, believes prosperity will ultimately deliver peace. “Those are the villages where Armenians live in poverty,” Huseynov said, pointing to a cluster of houses visible across the Russian-patrolled ceasefire line. “Imagine when this city rises from the ashes. They will see it and come knocking for jobs and to be friends. It’s the best politics. You don’t even have to fight.”
ÖNCE FİKİR HÜRRİYETİ…
Başlık:
Önce Fikir Hürriyeti…
Kaynak:
Ulus, “Günün Işığında”, Sayı: 11758, s. 1
Tarih:
1955-09-16
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/29
Metin:
GÜNÜN Işığında
Önce fikir hürriyeti…
Avrupa’nın ortaçağlarda yaptığı fikir hürriyeti mücadelesine biz, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, henüz başlamış bile sayılmayız. Ortaçağ Avrupasının karanlık günlerinde hür fikirli bir insan kilise gözünde ne kadar zararlı ve tehlikeliydi ise, bugün de Türkiye’de hür fikirli insan, hür fikirli şöyle dursun, iyi kötü düşünebilen, düşünce istiklâli aramaksızın da olsa kafasını işleten insan, o kadar zararlı ve tehlikeli sayılmaktadır.
İşte bizim demokrasi denemelerimizin her seferinde çıkmaza saplanması, ve her seferinde fikir muhtevasından yoksun bir mücadele haline dökülüp soysuzlaşması, biraz da bundandır. Daha memleketimizde fikir hürriyeti mücadelesi yapılıp kazanılmadan, bu mücadelenin yapılmasına fırsat ve imkân verilmeden, biz, siyasî hürriyet mücadelesine girişiyoruz.
Gerçi beklenirdi ki, Avrupalılar fikir hürriyeti mücadelesini yapıp kazandıktan yüzlerce yıl sonra biz yeniden o mücadele safhasını geçirip büsbütün zaman kaybetmek zorunda kalmıyalım; Avrupa medeniyetinin gelişmesinde ve yaşamasında fikir hürriyetinin ne kadar hayatî bir rol oynadığını gözönünde tutarak, ona, hiç mücadelesiz, kapılarımızı açalım!
Böyle olması beklenirdi ama, olmadı.
Biz sandık ki Avrupa medeniyeti, frijider gibi, otomobil gibi bir mamul maddedir; nasıl Londra’da yapılmış bir otomobil ithal edildiği zaman Ankara yahut İstanbul sokaklarında da yürüyebiliyorsa, Avrupa medeniyetini de öyle mamul bir nesne gibi ithal edip memleketimizde tıkır tıkır işletebiliriz.
Tabiî bu, olacak şey değildi! Bir medeniyet, köklerini besliyen unsurların bulunmadığı bir toprağa dikilince tutmaz, gelişme gücünü kaybedip, cansız kalmış bir ağaç gövdesi gibi yıkılıverirdi.
İşte şimdi biz de, ithal malı bir medeniyetin, kökleri gıdasızlıktan çürümüş bir ağaç gibi yıkılıp toprağımıza cansız serilmek üzere olduğunu görüyoruz.
Ortaçağlarda devlet kuvveti bugünkü kadar merkezileşmemiş, teşkilâtlanmamıştı. Onun için, hür fikirli adam, karşısında hemen yalnız kiliseyi bulurdu.
Biz ise, fikir hürriyeti mücadelemizi, hem din müessesesinin ortaçağ Avrupasındaki kadar nüfuzlu kaldığı, hem de devlet kuvvetinin merkezileşmiş ve çok iyi teşkilâtlanmış olduğu bir çağda yapmak zorundayız.
Gecikmiş, çok gecikmiş bir fikir hürriyeti mücadelesini bu kadar ağır şartlar altında yapmak, güç iş. Bazan ümit kıracak kadar güç… Fakat, fikir hürriyetine ihtiyaç duyacak kadar erginleşmiş her Türk aydını, ne kadar ağır şartlar altında da olsa bu mücadeleyi yapmak ve kazanmak zorundadır. Yoksa, siyasi hürriyet için giriştiğimiz her mücadele yenilgiyle sona ereceği gibi, Türkiye de, ilelebet Batı medeniyetinin bir taklitçisi durumunda kalacaktır.
Bülent ECEVİT
Kaynak: BÜLENT ECEVİT’İN KÖŞE YAZILARI 1950’lerde Sanat ve Siyaset
http://www.ecevityazilari.org/items/show/497
SERBEST DÜŞÜNCE VE DÜŞÜNCEYİ İFADE HÜRRİYETİ, TURGUT ÖZAL
Fikri sahada değişim
Ben bütün bunların hepsini bir tarafa bırakıyorum, diyorum ki, bence en önemli değişiklik, esas fikri sahada yapılmıştır, kafada, mantalitede yapılmıştır. Bir düşünebilir misiniz? Biz mal mı ihraç ederdik, yoksa adamlar gelip bizden alırlar mıydı? Ben bu işte 42 senedir çalışıyorum. Bütün gayretimiz acaba biz dışarıya mal satabilir miyiz? Adam gelir, bizden kendisinin dikte ettiği şartlar içerisinde mal alır. Bütün mallarımız böyle alınmıştır. Bugün, eline çantayı alıp, dünyanın her tarafında pazarlama yapan insanımız var. Demek ki, insan da yetişmiş. Kafa yapısı değişmiş. ss.265
Karar Vermek
Ben esas itibariyle, demin de ifade etmeye çalıştım, 21. asra girerken insanoğlunun kendi meselesinde, bizzat kendisinin karar vermesini öngörüyorum. Eğitim ayrı bir konu tabiatıyla, çok iyi bir eğitim vermemiz lazım. Çok iyi bir kültür vermemiz lazım. Bu imkânları ortaya koyalım. Ama tabular ortaya koyarak, yasaklayarak bir noktaya varmanın mümkün olmadığı kanaatindeyim. Çünkü bugün, ‘bu iyi bir konu’ veya ‘şunu yasaklayalım’ diyebilirsiniz. Belki de söylediğiniz doğrudur. O günkü şartlar içerisinde doğrudur. Ama hiç düşündünüz mü? Bir kere yasaklamaya başladığınız zaman veya bu yasaklama gücünü birinin eline verdiğiniz zaman, acaba nerelere kadar yasaklama gidecektir. Bazen yanlış fikirlerin bile ortaya konulması, fikirleri yasaklamaktan çok daha iyidir. Yanlış fikirler ortaya atılabilir. Son okuduğum bir kitapta da vardır. Aynen serbest pazar gibi, fikirler, pazarında değer kazanır. Bu değerler içerisinde o fikirden daha iyi fikirler varsa, bunlar önce çıkar. Tabii şu yanlışlıklar da yapılabilir: İyi bir medyanın propaganda tekniklerinden dolayı bazı yanlış fikirler de doğruymuş gibi bir süre kabul edilebilir. İşte Komünizmin kabul edilebilmesi gibi… Başka sebepler de var. Ama eninde sonunda bunlar yıkılmaya mahkumdur. Bunun yıkılmasını sağlayan, gene serbest fikir ortamıdır. Serbest fikir ortamı yoksa, o kötü fikirlerin yıkılması, bence imkân dahilinde değildir. ss. 279-280
Tabular Altında Ezilmek
Tabular altında bir ülkenin ezilmesi, tehlikeli ve korkulacak bir husustur. İnsanların düşüncelerinin bloke edilmesi tehlikelidir. Benim gördüğüm ileri ülkelerin en önemli tarafı budur. Hakikaten ileri ülkeler, araştırma yapabilen, daha fazla serbest tartışma ortamı sağlanabilen ülkelerdir. Fikir ve düşünce hürriyeti çok eskiden beri 300-400 senedir var. Araştırma kafasına da bu ülkeler sahipler. Çünkü insanoğlu yaradılışından itibaren hep etrafına bakarak ‘neden, niçin’ böyle diye soruyor. Çocukluğumuzda annemize veya babamıza (Annenizden babanızdan korkmuyorsanız muhakkak ki) şu nedir-niçin diye sual sorarsınız. Ben annem çok sualler sordum. Bazen bunalırdı, ‘neden bu kadar sual soruyorsun’ diye. Ama, insanoğlu da sula sorarak öğreniyor. Araştırarak öğreniyor. Onun için bazen yanlış fikirler olabilir, ama bunları da tavsiye edecek gene serbest fikir ortamıdır. Bunu ortaya koymamız lazım. İnancım odu ki, iyi bir eğitim ve sağlam bir terbiye verebilirsek bunu aşabiliriz. Aslında İslam inanışında da bununböyle olduğu düşüncesini taşıyorum. Daha serbest bir tartışma ortamı olduğu kanaatindeyim. Çok kesin olarak ‘bunu düşünemezsiniz, bunu yapamazsınız’ dedikleri, mahdut hususlar vardır. Benim bildiğim kadarıyla “Sakın Allah’ın nasıl bir şekil olduğunu düşünmeye kalkmayın, çünkü kafanız bunun için yaratılmamıştır,” derler. Bildiğim sadece bu var. Onun dışında İslam “Birçok şey düşünün, taşının, bu niye böyle olmuştur diye sualler sorun, neticede belki doğrusunu bu şekilde bulacaksınız,” der. Araştırma hep böyle yapılmıştır. Başka türlü de mümkün değildir.
Bizim kültür yelpazemiz çok geniş. Çünkü biz bir imparatorluk bakiyesiyiz. Her taraftan insanlar gelmiş bize. Geçenlerde Abhazya’da bir hadise oldu, bizim bütün Çerkezler, Abazalar hepsi ayağa kalktılar, hepsi akraba çıktı. Türkiye’de 3,5-4 milyon Çerkez Abaza var, deniyor. Biz bunu bilmiyorduk… Sonra Bosna’da hadiseler oluyor, Türkiye’de bununla ilgili aksi seda var. Yarın Arnavutluk’ta Kosova’da olur, gene Türkiye’de aksi sedası duyulur. demek ki, böyle bir karışım içindeyiz. Çok çeşitli, kökten gelmiş insanlar var. ss.282-283
Serbest Düşünce Ortamı
Amerika Birleşik Devletleri’nde birçok yerlerde bulundum. Japonya’da da bulundum, Avrupa’da bulundum. Amerika’da ise uzun müddet bulundum. Ben Amerika’nın hâkimiyetini kaybedeceğini hiç zannetmiyorum. Görülebilir bir istikbalde kaybedeceğini zannetmiyorum. Daha fazlasını tahmin etmek mümkün değil. Amerika’nın diğer ülkelerden en önemli farkı, orada çok ciddi bir serbest düşünce ortamı var. Araştırma ortamı var. Serbest bir teşebbüs kabiliyeti var. Hepinize sorayım, Almanya’ya giderseniz elektronik sahasında hangi firmalar var… Size iki yer gösterirler, Siemens derler, birkaç yer gösterirler. Fransa’da belli isimler, Hollanda’da Philips, İngiltere’de Marcony, birkaç tane isim… Amerika’da devamlı yenileşme var. Çünkü insanlar inanılmaz derecede düşünüyor ve üretme kabiliyetleri var. Bu da serbest düşünceden ileri geliyor. Japonya’daki araştırma ne kadar fazla olursa olsun, Amerika’daki kadar netice alıcı bir şey olduğunu zannetmiyorum. Japon milletinin en önemli hususiyeti, araştırılmış bulunmuş bir hususu, bir neticeyi alıp onu ticari hale getirmeyi çok iyi bilmeleri. O tarafları çok kuvvetli. Keşif üzerine sistem kuruluyor. Bu keşfin ticari hale getirilmesinde Japonlar’ın üzerine yok… Ben Avrupa’nın daha tutucu olduğu kanaatindeyim. İleride Avrupa’nın problemi olacaktır. Amerika devamlı değişiklik içindedir. Ama ne zaman bu değişiklik sona ererse, değişikliği yapamaz hale gelirse, o zaman Amerika aşağıya doğru gider. Zaten değişimin önemi buradadır… Her an yeni yeni şeyler bulup, değişimi sağlayabiliyorlar. Birçok başlangıç orada. Hep onu gördüm.ss. 303
Nesiller ve Farklı Düşünce
Biz tek parti devrinden kalma, Cumhuriyet’in ilk nesliyiz, onu hemen söyleyeyim. Ben 1927 doğumluyum. Demek ki, Cumhuriyet’in ilk nesli sayılırız. Bugün eğer her nesil arasında 20 sene fark olduğunu düşünürseniz, aşağı yukarı 3., 4. nesle geliyor. 4. nesil gelmeye başladı. Bizden evvelki nesil Osmanlı döneminde doğmuş nesildir. Onlarda Osmanlı döneminin tesirleri daha fazladır. Bizim zamanımızda bu tesirler altında olmuşuz. Biz ve bizden sonraki nesilde Cumhuriyet’in tesirleri daha fazla vardır. Tabii kabul etmek lazım, Osmanlı devri ile Cumhuriyet devri oldukça birbirinden farklı. Anlayışlar farklı, birtakım meseleler üzerinde düşünmez tarzları farklı, bazı meselelerde önyargılar size bir nev’i zekrediliyor. ‘Böyle düşüneceksiniz’, ‘Bundan farklı düşünmeyeceksiniz’ diye. Zannediyorum toplumu ileride meydana getiren de bugünkü bazı problemler nesiller arasındaki farklı düşüncelerin çarpışmasından meydana geliyor. Bunun tesirlerini hâlâ hissediyoruz. Ve bu dalgalanma belki 10-15 sene sonra, daha düzgün bir akışa girecek. Fikir ihtilaflarının temelinde bazı anlayış farkları yatmaktadır. Bugün dikkat edin, su yüzüne çıkan ihtilafların temelinde Cumhuriyet’in başlangıcındaki bazı fikirlerle, sonradan demokrasi devrindeki bazı fikirlerin çarpışması vardır. Ama zamanla bunun değişeceğini, daha enteresan bir yaklaşımın meydana geleceğini tahmin ediyorum.ss.315-316
Fikre Saygı ve Münakaşa
Yapılacak şeyler nedir? Böyle bir konuma gelip 15 gibi bir sayıda ülkenin arasına girebilmek için ne yapmamız lazım? Bir kere bazı prensipler var, bu prensiplerin dışına çıkmamamız lazım. Ben prensipleri toparladım, muhtelif yerlerde de söylüyorum. Bir tanesi, ‘Fikir, düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti”. Bundan Türk toplumu vazgeçemez. Hatta burada şunu söyleyeceğim, birtakım eski alışkanlıkları baskılarla yok bilmem şu düşünceyle, bu düşünceyle ‘Siz bunu konuşamazsınız,” gibi lafların, tamamiyle ortadan kalması lazım. Bu toplum kavga etmeden, münakaşa etmesini, netice almasını, uzlaşmaya varmasını muhakkak bilmelidir. Ama, uzlaşmaya varabilmenin yolu münakaşa edebilmekten geçiyor, fikrini söyleyebilmekten geçiyor, fikre saygı duymaktan geçiyor. Bunlar olmadıktan sonra hakikaten bir uzlaşmaya varmak mümkün değil. Niçin bunu söylüyorum, onu da ifade edeceğim: Ben birçok ülkeyi gördüm. Bir şeyler bulabilen, bir şeyler keşfedebilen, bir şeyler icat edebilen ve birtakım yenilikler getiren ülkelerin hepsinde, –belki bir iki tane, belki iki üç tane bu ülke– en önemli hususiyet serbest bir düşünce ve düşünceyi ifade hürriyetinin olduğunu gördüm. Her şey münakaşa ediliyor. Sizin bugün bu da münakaşa mı edilir dediğiniz konular dahi münakaşa edilebiliyor. Zannediyorum burada önemli bir nokta var. Toplumun bunu artık çok, hele sizin seviyenizdeki insanların, artık bu konuyu hiç münakaşa etmeden kabul etmesi lazım. Ama maalesef ben şahsen bu konuda epey baskı altındayım. “Şu konuyu düşünemezsin!” dahi diyebilen insanları görüyorum. Köşelerde yazı yazanları görüyorum. Bundan korkmuyorum. Böyle bir şey hatırıma bile gelmez, ama sessiz de durmayalım, biz de fikirlerimizi söyleyelim. Çünkü fikirler söylene söylene muhakkak daha iyi olur ve bunu başka da yolu yoktur. Bir fikri beğenmeyebiliriz, ama o fikrin ortadan kalkabilmesi, gene o fikir pazarına gelip, münakaşa edilmesine bağlıdır. Aynen serbest pazar gibi. Mallar nasıl geliyor, en iyisi nasıl bulunuyorsa, fikirler de öyle bir pazara gelecek, o fikir pazarında biz en iyisini bulacağız. Bazen birtakım dogma fikirlerle ideolojik birtakım baskılarla maalesef bunların dışında oluyoruz. Ama ben toplumun, benim söylediğim istikamette gittiğine kaniyim. Eski kafaların, şunu da konuşma, bunu da böyle söyleyemezsin, bunu da münakaşa edemezsin, diyen kafaların artık Türkiye’de geride kalmaya başladıklarını çok iyi görüyorum. Toplum bunların hiçbir zaman peşinden gitmeyecektir. Belli bir süre sonra bunlar sınıfta kalacaklardır. Bunu hepimiz göreceğiz. Çünkü ileriye bakan bir toplum, başka türlü olamaz. Ve inanınız, keşif yapmanın, bilimsel araştırma yapmanın da hususiyeti buradan geliyor. Hiç çekinmeden, korkmadan, araştırmak gene bu şekilde bir fikir hürriyetine bağlıdır.
Kaynak: Turgut Özal’ın Anıları, Mehmet Barlas, Sabah Kitapları, İstanbul, 1994
Geçen hafta bir konferans vermek üzere Türkiye’ye gelen Amerikalı araştırmacı yazar Gene D. Matlock, ‘Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz’ adlı kitabında da yer verdiği ilginç iddialarıyla ‘Tüm dünyanın kökeninin aslında Türkler olduğu’ tezini yeniden alevlendiriyor. AKŞAM PAZAR’a konuşan Matlock, kitabında din, dil, tarih ve kültür odaklı pek çok kaynak aracılığıyla tezine çarpıcı kanıtlar da sunuyor.
Kadim Türkler, tüm insanların ataları olabilir mi? Maya ve Azteklerden Kızılderililere, Ruslardan Hintlilere, Araplardan İngiliz, İtalyan ve Kuzey Avrupalılara hepsinin kökenlerinin Türk olduğu söylense inanır mısınız? Peki, acaba Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammet ve Buda da Türk müydü? Tüm dinler Kadim Türklerin Tengri dininden mi türedi? Bunlar kafa karıştıran ama bir o kadar da merak uyandıran, cevaplaması zor sorular. Ancak bir araştırmacı bu soruların hepsine ‘evet’ cevabını veriyor. Ve iddiasının doğruluğuna dair kanıtları da ‘Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz’ adlı kitabında önümüze sunuyor. İşin ilginç yanı, bu tezin sahibi Türk değil, bir Amerikalı: Gene D. Matlock. Temmuz ayında Hermes Yayınları tarafından Türkçe olarak basılan ‘Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz / Kayıp Bir Uygarlığın Sırları Dünyayı Nasıl Değiştirebilir’ adlı kitabında Gene D. Matlock ilk insanların Türklerle başlayıp daha sonra dünyaya dağıldığını, ilk konuşulan dilin Türkçe olduğunu, bilimin, felsefe ve dinin yine Türklerden doğduğunu söylüyor. 65 yıldır Meksika’da yaşayan ve hem Hıristiyanlığın kökenleri hem de Meksika’daki Amerikan yerlilerinin kökenleri üzerine uzun yıllar boyunca araştırmalar yapan Matlock’un dini kitaplar, mitolojiler, kültür, gelenekler ve özellikle de dil biliminin ışığında elde ettiği ipuçlarını birleştirerek sunduğu kanıtlar da hayli şaşırtıcı. 81 yaşındaki Matlock ile bir konferans vermek için geldiği İstanbul’da buluştuk ve çarpıcı iddiası üzerine konuştuk.
– Dünyadaki tüm insanların Türklerden geldiğini söylüyorsunuz. Sizi bu konuda bir araştırma yapmaya yönelten şey neydi?
Yıllar önce İsraillilerin Filistinlilere yaptığı kötü muamele sebebiyle çok üzülmüştüm ve bu insanların bir türlü paylaşamadığı kutsal toprakların tarihi ve buradaki dinlerin kökenleri üzerine araştırmalar yapmaya başladım. Bu araştırmalarımı bir yandan da yazıyordum. Araştırma ilerledikçe her şey beni önce Hindistan’a, daha da derinleştiğindeyse Hindistan’ın kuzeyine götürdü. Elimi neye atsam önünde sonunda her şeyin kaynağı olarak karşıma Türkler ve coğrafya olarak da Türkiye ve Orta Asya çıkıyordu. Zira dikkatle incelediğimde Eski Ahit (Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümünü oluşturan, Tevrat ve Zebur’u da kapsayan 39 kitap) ve İncil’de İsrail’den bahsedilmediğini gördüm. Kutsal kitaplarda bahsedilenler aslında Türkiye ile bağdaşıyordu. Nuh’un Gemisi efsanesi, Büyük Tufan… hepsinin kökeni Türkiye ve Türklere dayanıyordu. Bu da bana şunu gösteriyordu: İnsanlığın başladığı yer Türkiye idi. Biz insanlar tüm uygarlığın atası olarak Sümer, Yunanistan, Mısır ve Çin’i görmeye yanlış bir şekilde şartlanmışız.
İNSANLIK TÜRKİYE’DEN BAŞLADI
– Peki, nasıl oluyor da Türkler tüm insanlığın atası oluyor?
Birkaç bin yıl önce Kuzey Kutup bölgesinde bir cennette, bolluk içinde yaşayan ileri derecede uygarlaşmış bir halk vardı… Dünyadaki bütün dinler hangi ulusa ait olursa olsun insanlığın beş kökensel ırkı olduğunu söyler. Bu beş ırka Kurus, Krishti ya da Krishtaya deniliyordu. Yaşadıkları yere ise Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Aden denir. Hindular buraya Uttura Kuru adını verir. Eski Yunan tarihçileri ve mitolojisi ise buraya Hiperborea olarak göndermede bulunur. Tibetli Budistlar ise Khedar Hand (Tanrı Şiva’nın ülkesi) ve Şambala der. Aynı zamanda buraya Tanrı Şiva’nın toprakları anlamında Sivariya ve Sibirya da denmektedir. Yeni ilk insanların yaşadığı cennet bahçesi Sibirya bozkırlarıdır. Buradaki ilk insan olan Adem (İngilizcedeki yazılışıyla Adam) Türk dilinde ‘insanoğlu’ anlamında kullanılır. Nitekim buradaki yüksek zeka ve uygarlığa sahip ari ırk (aryan) Türk’tür. Türkler’in kendilerinden Kıpçaklar, Kurular ya da Aryanlar diye bahsetmesi de bunun kanıtıdır. Ancak pek çok farklı din ve mitolojide geçtiği üzere bu insanlar lanetlenip bir doğal felaket yaşar, dünya ekseninde meydana gelen ani bir sapma ile yaşadıkları yer donmuş, büyük seller olmuştur. Şimdi adına Türkler dediğimiz Kurular güneye, Orta Asya’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Bu anlatılan Büyük Tufan’dı. Nuh ve insanlığın soyunu devam ettiren oğulları da işte bu kökenden geldi; yani Türk’tü. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu Ararat Dağı’nın Türkiye’deki Ağrı Dağı olduğu inancı da bunu kanıtlıyor. Böylece Türk soyundan gelen insanlık Türkiye’ye ve aşağıya Mezopotamya ve Hindistan’a dağıldı. Dolayısıyla Sümerler, Hititler, Iraklılar, Kürtler, Hintliler, Mısırlılar hepsi aslında Türk’tü. Kuzey Kutbu’ndan aşağı inerek Kuzey Avrupa’ya İsveç, Finlandiya, İngiltere’ye ve tüm dünyaya yayıldılar. Bugün herkes kendi neslinin izlerini Türklere dek sürebilir.
– Buna kanıt olarak neleri gösterebiliyorsunuz?
Dünyanın her köşesinde kullanılan dilden inançlara ve tanrı isimlerine kadar her şeyin dil olarak aynı kökenden geldiğini görebilirsiniz. Bu tüm dinlerin, dillerin de tek bir kaynaktan çıktığını gösteriyor: Türklerden! İngiltere’den, Finlandiya’ya insan isimlerinden yer isimlerine Türkçe kökenli kelimelere rastlayabilirsiniz. Finlandiya’da Kırkpınar diye bir yer var! Urdu dilinde binlerce Türkçe kelime var. Hintlilerin Kutsal Kitabı Mahabharata aslında Türklerin tarihlerini anlatıyor. Yunanlıların büyük tanrısı Zeus’un ismi de Türkçe. Kudüs, İsa gibi kelimelerin kökeni de aslında Türkçe ve dahası bu bahsedilen yerler de aslında İsrail’de değil Türkiye’de; İsa da bu topraklarda yaşadı. Öte yandan yakın tarihte Keltlerin (İrlandalılar, Galiler, İskoçyalılar) DNA’sı incelendi ve Altay’dan geldikleri kanıtlandı. Vikingler, Finikeliler ve İtalya’nın Roma İmparatorluğu’ndan yıllar önce burada yaşayan ve Roma’nın kurucuları sayılan yerli halkı Etrüskler de Türk’tür. Estrüskler’in DNA’larının Türklerinkiyle yüzde 97 aynı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
– Amerika’daki Kızılderililerin de Türk olduğu sıkça dile getirilen bir iddiadır….
Evet, Kızılderililer Türk’tür, bunu kendileri de söyler. Kültür ve geleneklerindeki benzerlik aşikar. Özellikle Amerika’da Türk soyundan geldiğini söyleyen Meluncanlar’dan olan Cherokee’ler Türkiye ile bugün çok yakın ilişkiler içindedir.
– Bu iddialarınızı dünyanın pek çok yerinde dile getiriyorsunuz. Peki, nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Önceleri herkes bana gülmüştü ama şimdi durum değişiyor. Amerikanın yerli halkları, Kızılderililer, Meksikalılar bu teze çok pozitif tepki veriyor. Çoğu kabul de ediyor. Ancak ABD’deki Amerikalıların veya İngilizlerin pek hoşuna gitmiyor.
– Dünya bunu kabul etse ne olur sizce?
Hepimizin kardeş olduğuna inanmak insanlığın sahip olduğu tüm sorunlar ve huzursuzluk çözüme ulaşır. Dünya daha iyi bir yer olur.
Amerika’yı İspanyollar değil, Türkler keşfetti
‘Amerİka kıtasındaki pek çok yer ismi aslında Türkçe kökenli. Meksika’daki Teotihuacan kalıntıları aslında Türkçe olan Tea (tanrı)+ Tiwa (Bir Türk boyu olan Tuvaların bugün bir cumhuriyeti de vardır) + Han (krallık anlamına gelen Türkçe kelime) kelimelerinden türemiştir. Peru’daki Karal kalıntılarındaki piramitler Mısır’dakilerden daha eskidir ve Türkçe’de ‘hükümdar’ anlamına gelen kral kelimesinden türemiştir. Meksika’da bugün de Türkçe kökenli birçok kelime kullanılıyor. Örneğin dağ/tepelere Meksika’da tepek deniliyor; Atatepek, Çapultepek isminde şehirler bulunuyor. Havasu diye bir yer bile var. İspanyollar Meksika’ya ilk geldiklerinde Aztek’lere hangi tanrıya inandıklarını sorduğunda onlar ‘İnana’ cevabını vermişti. Bu Antik Sümer’de de bir tanrıçanın adı. Yani Sümerler ile Aztekler aradaki onca mesafeye, okyanusa rağmen aynı adlı tanrıya inanıyor. Dahası Meksikalılar da Hintliler de Türkleri aynı kelimeyle ‘Karaskus’ diye adlandırıyordu. Demek ki Amerika’yı İspanyollar değil, önce Türkler keşfetmişti. Sonuçta bunlar gibi sayısız örnek şunu gösteriyor: Dünyanın her köşesindeki bütün uygarlıklar Orta Asya’dan geçmiş ve her yerde ortak olarak karşımıza çıkan din, dil, kültür ve inanışları buradan tüm dünyaya taşımıştır.’