iKİ: BİÑ: eRTiMiZ: BİZ: iKİ: SÜ: BOLDI: TÜRK: BODuN: OLuRGaLI: TÜRK: KaGaN: OLuRGalI: ŞaNTUÑ: BaLIKA: TaLUY: ÖGüZKE: TeGMiŞ: YOK: eRMiŞ: KaGaNıMA: ÖTüNüP: SÜ: iLeTDiM:
[biz] İki bin erdik. İki ordumuz oldu. Türk boyları kılınalı, Türk Kağanı oturalı Şantung kentine, Okyanusa ulaşmışlığı yok imiş. Kağanıma söyleyip er ettim (saldım)
TONYUKUK YAZITI 1. taş, 3. yüz (doğu) 7 dizi
ŞaNTUÑ: BaLıKA: TaLUY: ÖGüZKE: TeGüRTiM: ÜÇ: OTuZ: BaLıK: SIDI: USıN: BUNTaTU: YURTDA: YaTU: KaLUR: eRTİ: TaBGaÇ: KaGaN: YaGıMıZ: eRTİ: ON: OK: KaGaNI: YaGıMıZ: eRTİ:
Şantung şehrine, denize ulaştırdım. Yirmi üç şehir zaptetti. Uykusunu burda terk edip, yurtta yatıp kalırdı. Çin kağanı düşmanımız idi. On Ok kağanı düşmanımız idi.
TONYUKUK YAZITI 1. taş, 3. yüz (doğu) 7 dizi
Daha deniz, daha müren (ırmaklar)
Güneş bayrak olsun, gök kurikan (çadır) !
ATAM Oğuz Kağan Destanı
Kiş: Su samuru anlamını taşıyan kiş tabiri ilk kez Oğuz Kağan Destanında ve Yenisey yazıtlarında gözükürken ardından Bilge Kağan Yazıtı’nda ve Divanı Lugat it Türk metninde terime rastlanmaktadır. Kişi, Yaş, Yaşam, Ölüm terimleri de su ile bağlantılıdır. Bu terimlerin hepsi de ilk kez Yenisey Yazıtlarında ortaya çıkmış ve Divanı Lugat it Türk’de de sözlük anlamları verilmiştir. Türklerin varoluşlarının en erken dönemlerinden itibaren İnsan ile ilgili kavramlar bir bağlantısallık örgüsü içinde geniş kapsamlı olarak yapılmış ve sözvarlığına, sözlüklere eklenmiştir.
Suyun döngüsü izlenerek kişi, yaş, ölüm kavramları oluşturulmuştur. Batı dillerindeki zemin ve toprak temelli insan kavramı tek boyutlu bir yapı gösterirken, Herbert Marcuse’un Tek Boyutlu İnsan kitabına da ilham kaynağı olmuştur. Su temelli kişi kavramı ise 3 boyutlu bir döngü sunmaktadır. Yaşayan bir canlı varlık olan su samuru (kiş) ile insanın kişi terimi ile ilişkilendirilmesi, samurların su kenarlarında topluluk halinde yaşamaları, Türklerin zihinlerinde kendi yaşantıları ile benzerlik gösterirken kendilerini de kişi olarak adlandırmalarının yolunu açmıştır.
Dünyanın yüzde yetmişinin su ile kaplı olması ve insan vücudunun yüzde seksen sudan meydana gelmiş olması, insanın aç kalabilmesine rağmen susuz kalamaması,
Türklerin insanı kişi olarak adlandırmalarının ne denli yerinde olduğunun delilidir. Su değişimin de simgesidir. Yaşayan değişecek ve ölümle yaşantısı sonlanacaktır. Yaş ve öl kelime köklerindeki ıslaklık neticede çürüme ve yok olmaya da sebep olmaktadır. Su pınar olur, deniz, göl, okyanus olur, dere olur, çağlayan olur. Damlaların gücü inanılmaz boyutlardadır.
Oğuz Kağan destanı göl, deniz, ırmak boylarını sahne edinir ve “daha deniz, daha ırmak” hedefini hep canlı tutar. Tonyukuk ise yazıtında talaya, okyanusa değinerek su ile ilişikliğimizi daha da derinleştirir. Üç kıtanın deniz kıyılarına da ulaşan Türkler denizleri de kültürlerinde derin anlamları bulunan ak, kara, kızıl renkleri ile isimlendirirler. Ohotsk denizi kıyılarında Hun atalarla başlayan yolculuk böylece üç kıtanın denizlerine kadar uzanır.
Hun, Göktürk, Oğuz atalarından beri Asya’da dillerine ekledikleri deniz, göl, ırmak, gemi, talay kelimelerini terkilerinde taşıyıp Akdeniz Alanya kıyılarında yüzlerce yıl sonra tekrar deniz ile yüzleşen Türkler, bu sefer de Talay (Okyanus) kıyılarında Pasifik’de Yeni bir Akdeniz’in yaratılmasında en ön saflarda hem müteşebbis hem mütefekkir Levent’leri ile yer alacaklardır. LEVENDNÂME Şiirler, Büyük Akdeniz Medeniyetimizin kıyılarında bir gezintiye götürüyor bizleri.