Sözkonusu üç Akdeniz; Akdeniz Havzası (Mediterrane), Yeni Akdeniz (Pasifik) ve İpek Yolu (Türkistan) coğrafyaları, 21. yüzyıl ile birlikte, Dünyanın Merkezi Kıbrıs üzerinden birleşmektedirler.
Kendi çıkarları doğrultusunda 19. ve 20. yüzyıllarda Orta Asya, Orta Doğu kavramlarını yaratan Batılı Atlantik güçlerine karşın, eski zamanlardan buyana binlerce yılın kadim gerçekliği Mediterrane (Akdeniz) ve Zhongguo (Çin) olarak adlandırılanların anlamı Orta Dünya’dır.
Dünyanın Merkezi, Akdeniz’in nadide adası Kıbrıs, Medeniyetler Beşiği’nin merkezini tutan konumu ile birlikte, Havza’nın fikir hazinesi olarak küresel bir potansiyele sahiptir.
Kıbrıs’ın mukayeseli üstünlüğü bir fikir adası, tefekkür cenneti olarak, yüksek değerli fikirlerin üretim merkezi olması konum ve fırsatıdır.
Akdeniz’i çevreleyen kıtalardan Avrupa felsefesinin başka yerlerde gerçekleşip Avrupa’ya geçen gelişim süreci olmaksızın kavranamayacağı hususu son derece önemlidir. Garp felsefesi tabir edilen gelişmenin başlangıçları, Helenlerin Şark (Anatole) olarak adlandırdığı bölgede yatıyor. Buradaki ilk merkez Miletos’tu. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, gösterdikleri düşünsel etkinlikle ve yöneldikleri sorunlarla felsefe tarihinin ilk filozofları olmuşlardır.
İkinci ve asıl merkez Avrupa’daydı: Atina. Ne var ki hemen bundan sonraki üçüncü merkez olan Aleksandreia (İskenderiye) yine Avrupa sınırlarının dışında Mısır’da, ardından gelen Bağdat ise, Şark’ın biraz daha derinlerindedir. Kaynak: Elmar Holenstein, Felsefe Atlası, Düşünmenin Mekânları ve Yolları, 2015 Haziran, İstanbul, Küre Yayınları
Milet-İskenderiye-Bağdat üçgeninin de ortasında yeralan Kıbrıs; Küçük Asya-Büyük Asya-Afrika düşünsel mirasını yeniden üretecek bir konumda yeralmaktadır.
Kıbrıs, sözkonusu üçgende yeralan ülkelerin öğrencilerinin, adadaki üniversitelerde eğitimlerini sağlayarak, yıllardan buyana önemli bir düşünsel altyapıyı biriktirmeye başlamıştır. Önümüzdeki yıllardan başlayarak bu birikimin düşünsel faaliyetlerde dünya birinciliğinin hedeflenmesi gündeme alınmalıdır.
Sahip olduğumuz bilgi birikimi, felsefe yapmanın zihinsel koşullarının Afrika’da başladığını gösteriyor. Afrika kıtasının felsefeye yaptığı en önemli katkı konuşma yetisidir. Konuşma yetkinliğine sahip olmak, insanın, bundan 2500 yıl önceki Eksen Çağ’dan buyana gelişmiş her felsefeyi sadece anlayacak değil, aynı zamanda bunları ortaya çıkaracak bilişsel beceriye de sahip olması anlamına gelir. Afrika’dan tüm dünyaya 50.000 ila 100.000 yıl önce yayılan erken dönem insanlar bu yetiyi beraberlerinde taşımışlardır. Kaynak: Elmar Holenstein, Felsefe Atlası, Düşünmenin Mekânları ve Yolları, 2015 Haziran
Zaman ve Zeminlerin üzerinde kesiştiği Kıbrıs bu kesişmeler hazinesinden ortaya evrensel bir Zihin çıkaracak ve tüm insanlığın ortak kullanımına sunacaktır.
Kendisine ait olmayan dışsal kaynakları kullanarak ancak 500 yıl hakimiyet sağlayan Avrupa Hegenomisine karşın; Miletos ile simgelenen Küçük Asya’nın matematiği, akılcılığı; İskenderiye ile simgelenen Diophantos matematiği, Pisagor bilgeliği (sofyalığı) ve Bağdat ile simgelenen Harezmi matematiği, Beytül Hikme bilgeliği; Dünyanın Merkezi Kıbrıs’ta, 21.yüzyılın başlarından itibaren kendi kaynaklarından neşet etmekte olan Afrasya Binyılı 3.BinYıl olarak tarihte yerini almaya hazırlanmaktadır. Eski Mısır, Mezopotamya ve Maveraünnehir’in düşünce zenginliği Kıbrıs adasında yeniden şekillenmektedir.
Avrupa’ya tüm yenilikler ( kağıt, matbaa, barut, pusula) Büyük Asya’dan İpek Yolu ile taşınmış ve 2035’den itibaren faaliyete geçecek olan Demir İpek Yolu, Yeni Akdeniz’i (Pasifik Okyanusu), Kıbrıs merkezli Akdeniz ile birleştirecektir. 1935’lerde Küçük Asya Türkiye’si demirağlar ile örülürken, bir asır sonrası 2035’ler ise Büyük Asya’nın demiryolları ile Okyanusları birbirine bağlayacağı yeni bir çağın, İpek Yolu Çağı’nın başlangıcı olacaktır.
İlk çağlarda, Mısırlılar, Sümerler, Hititler, Asurlular ve Fenikelilerin yardımıyla oluşan Akdeniz sahilinde yaşayan milletler arasında müşterek bulunan Akdeniz Medeniyeti’nden eski Yunan medeniyeti, Yunan medeniyetinden de eski Roma medeniyeti doğdu. Doğu Roma ve Batı Roma diye ikiye ayrıldıktan sonra da Batı Roma’nın vârisi olan Avrupalılar bu medeniyeti benimseyerek ilerlettiler. Kaynak: Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Millî Eğitim Bakanlığı Basımevi, 1. Basılış. İstanbul 1976, s. 48. 132 Age. s. 136
Doğu Roma ise 1071 ve 1453 zaferleri ile birlikte Uzak Asya’dan Küçük Asya’ya uzanan Türkler tarafından Selçuklu ve ardından Osmanlı İmparatorlukları olarak devam ettirilmiştir. Akdeniz Medeniyeti böylelikle çok sayıda bileşeni olan özgün bir medeniyet olarak binlerce yıllık bir geçmişi ve dinamik etkileşimleri barındırmaktadır.
Türk Kültürü’nün Kıbrıs’ta olduğu gibi son derece güçlü olduğu Üsküp (Makedonya), Türk şiirinin en büyük şairlerinden ve en büyük fikir adamlarından birisi olan Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu yerdir. Bulunduğu coğrafyayı Akdeniz medeniyeti havzası içinde gören Yahya Kemal, özellikle bu tez üzerinden evrensele ulaşma çabasındadır. O dinin ve milletin ayrıştırılmaz bir bütün olarak kendisinden yaratıldığını iddia ettiği vatan toprağının, realist bir biçimde önce sınırlarını (misak-ı milli) sonrasında miladını (1071 ve 1453) tayin etmiş ve son bir çabayla Akdeniz havzası üzerinden Avrupa uygarlığı içine dahil etmiştir. Tabii tüm bu sentezi kurarken herhangi bir doktrin, nazariye ile örtüşmemeye, kendisine sorumluluk yükleyecek teoriler inşa etmemeye özen gösterir. “Vatan hiçbir zaman bir nazariye değil, bir topraktır. Toprak cedlerin mezarıdır. Camilerin kurulduğu yerdir. Sanayii nefise (Güzel Sanatlar) namına ne yapılmışsa onun sergisidir.” Kaynak: Kadrican Mendi, Yahya Kemal’in Siyaseti
“Yahya Kemal’in tefekkürü; Viyana, Budin, Belgrad, İstanbul, Bağdat, Basra çizgisindedir. Yahya Kemal Bey’in mütefekkir tarafı da önemlidir; mensur tarzı yazıları vardır.” Kaynak: Ömer Tuğrul İnançer