Bir Orta Çağ Masalı: Veliko Tarnovo
Aylar sonra yeniden, ormanlar ve dağlar ülkesi Bulgaristan’dayım. Bu sefer bir turizmi acentesinin grubu ile ve çok daha fazla şehir, yerleşim birimi görmek ve ülkenin saklı cennetlerini, gizli kalmış vahalarını keşfetmek üzere… Türkiye yaz sıcakları ile kavrulmaya başlamışken, kuzey batıdaki komşu ülke Bulgaristan’da ise kimi zaman oldukça serin ve hatta yağmurlu; kısacası deminde hava koşulları gözleniyor haziranın son haftasında. Ülkenin neredeyse tam ortasında bulunan tarihi Kazanlık kentinden çıktıktan sonra Şipka köyü ve meşhur geçitinden geçtikten ve elbette o devasa anıtını görmemizin ardından sırasıyla Etara, Gabrovo ve Drianovo adlı şehir ve kasabaları geride bıraktıktan sonra ilk etapta Veliko Tarnovo Belediyesi’ne bağlı tarihi bir köy olan Arbanassi’de duruyoruz.
Arbanassi Köyü ve Arnavut’un kökeni
Arbanassi, 17. ve 18. Yüzyıllardan kalma çok değerli kiliseleri ve yine Bulgarların “Ulusal Uyanış”, “Ulusal Canlanış”, veya “Yeniden Doğuş” diye adlandırıp andıkları ve Osmanlı’dan bağımsızlaştıkları dönem civarlarında inşa edilen sivil mimari yapı örnekleri ile dolu köşe bucak. Ülkenin pek çok köşesinde olduğu üzere burası da çok ustaca bir topyekun restorasyon – renovasyon ve rekonstrüksiyon çalışması geçirmiş ve kabul etmek gerekir ki, Bulgarlar bu açıdan Türkiye’den çok daha başarılı, ciddi ve istikrarlılar. Veliko Tarnovo’ya sadece 4 km. mesafede yer alan ve Gorna Oryahovitsa adlı büyükçe kasabanın ortasında bulunan geniş platoda konumlu Arbanassi, her şeyden öte etimolojik kökü itibariyle ilginç bir tarihsel bilgiye ışık tutmaktadır. Köyün ismi, “tarım çalışanı”, “tarım işçisi” anlamına gelen “Arbanas” adlı Arnavutça bir sözcükten türemedir. Ve yine bu kelime kökünden türetmek suretiyle Türkçe’deki Arnavut kelimesi oluşmuştur.
Nüfusu sadece birkaç yüz bin olmasına karşın, önemli bir turistik destinasyon ve uğrak yeri haline gelmiştir Arbanassi Köyü son yıllarda. Bazı tarihçilere göre, ünlü Bulgar Boyarı Ivan Arsen II.’nin, klasik dönem Orta Çağlarında sürekli mücadele içinde oldukları Bizans kuvvetlerine karşı 1280 senesinde Klokotnitsa yakınlarında kazandığı zafer sonrası köye Bulgar yerleşimi başlamıştır. O sıralarda yerleşim biriminde daha çok Arnavutların olması dolayıyla da bugünkü ismi oluşmuştur. Arbanassi’nin tarihçesine dair ilk yazılı belge ise, Osmanlı Sultanı I. Süleyman’ın (Kanuni) yayınladığı bir fermanda görülür. Civarda bulunan geniş arazi ve yerleşkeleri Veziri Azam’ı Rüstem Paşa’ya hediye ettiğini deklare ettiği fermanı. Kroniklerden öğrendiğimize göre ilk iskâncılar, Arnavutların yanı sıra Yunanlardır aynı zamanda Arbanassi’de. Nitekim eski çağlarda henüz bu topraklara yeni sirayet etmiş olan ve o zamanlarda bu bölgede yaşayan proto-slovlarla daha karışmamış olan Bulgar boylarının kendilerine ait alfabelerinin olmadığı vakitlerde eski Grek abecesi ile yazdıklarını görüyoruz eski anıt ve yazıtlara bakarak köy ve etrafında keşfedilen. Tüm kiliselerin resmi dili olduğu kadar ahalisinin de uzunca yüzyıllar boyunca Yunanca konuştukları biliniyor Arbanassi’nin.
Bulgar topraklarının abartısız her bir yerinde olduğu gibi burada da karşımıza çok kuvvetli bir zanaat geleneği ve envai çeşit el sanatı ve manüfaktür geleneğinin hala yaşatıldığı bir ambiyans çıkıyor. Neredeyse tamamı restore, Osmanlı – Türk konaklarını, 2 katlı ahşap evlerini andıran konutlarında sergileniyor ve sokaktaki yöresel kıyafetli kadınlar tarafından da turistlerin beğenisine sunuluyor buranın folklörik kıyafet, ev eşyası ve el işi ürünleri…
ORTAÇAĞ İLE BUGÜNÜ BAĞLAYAN KENT: VELİKO TARNOVO
İspanya için, Kastilya Krallığı’nın eski başkenti Toledo neyi ifade ediyor ise, Bulgaristan’ın tarihi toprakları için de Veliko Tarnovo en az aynı şeyi ifade ediyor desek abartı olmaz açıkçası. Aynı adlı eyaletin başkenti olan Tarnovo, efsanevi Yantra Nehri ve kollarının yardığı derin vadilerle meydana gelmiş olan Tsarevets, Trapezitsa ve Sveta adlı tepeler üzerindeki coğrafyaya yayılmıştır. Tarihteki 3 Bulgar Krallığı’ndan 2.sine başşehirlik yapmış olan Veliko Tarnovo genellikle, “Çarların Kenti” diye adlandırılagelir. Benzersiz ve nadide mimarisi, olağanüstü bakir ve yeşil doğası ile dillere destan olan Tarnovo, her sene hatırı sayılır sayıda turist çekmektedir kendisine, hem ülke içinden hem de dünyanın çok farklı yerlerinden. Orta Çağlarda Avrupa’nın kültür şehirlerinden birisi olarak görülen Veliko Tarnovo, ismini; özellikle ikona ve fresko boyama sanatı konusunda şöhreti sınırlarının çok ötesine geçmiş “Tarnovo Sanat Okulu”na ve muhteşem mimarisine verir aynı zamanda.
Osmanlı Devleti’nin bu toprakları fethetmesinden önce, yani 14. Yüzyılın sonlarına kadar çok mühim bir ekonomik, eğitimsel ve kültürel merkez konumunda olan Veliko Tarnovo, Slav dillerinde büyük manasına gelen “Velikiy” ve dikenli demek olan “Tranov” sözcük öbeklerinden türemiştir. Muhtemelen proto-Trak kabileri tarafından bölgede ilk yerleşimler tesis edilmeden evvel burası dikenli yabani bitkilerin kaplı olduğu vahşi bir floraya sahipti diye düşünülebilir. Önce, bir proto-Türkik klanlar birliği olarak Orta Asya’dan kopan, sonra ise ön Asya’da, Kuzey Hazar hinterlandı’nda 5 kola ayrılmasından sonra Besarabya bölgelerini geçerek Tuna boylarını aşan Bulgarlar tarafından iskân edilmesinden çok önce, İ.Ö. 3000 yıllarına kadar giden bir uygarlık geçmişine sahiptir Tarnovo ve çevresi.
TSAREVETS TEPESİ
Tsarevets, Tarnovo’nun aynı adlı Ortaçağ kalesinin konumlu olduğu en yüksek, büyük ve merkezi tepesinin ismidir. 1185 ile 1393 yılları arasında hüküm sürmüş 2 Bulgar Krallığı’nın, bünyesinde kraliyet ve patrik sarayları ile Orta Çağların aristokratlarının, yani büyük toprak sahiplerinin malikâne, konutlarının ve de yavaş yavaş oluşacak kent soylu, burjuva sınıfının evlerinin olduğu, etrafı çok kalın ve yüksek surlarla çevrili olan bir kale-şatodur Tsarevets. Avrupa’nın da bilhassa savunma duvarları itibariyle günümüze en iyi kalan Orta-Çağ kalelerinden birisi olarak; henüz uzaktan, kişiye tarihi bir film platosunda olduğu hissi veriyor görkemli kale. Özellikle de, nehrin yardığı derin vadiden geçen tarihi köprülerin birini arşınlayıp da, sol tarafta kentin ve kalenin simgesi; pençesinde kentin ambleminin olduğu kalkanı tutan taştan yapılma dev aslan heykeli ve ilerisinde uzanan tarihi taşlı giriş yolu ve tepelere doğru giderek büyüyen kale burçları, savunma kuleleri ile en tepede konumlu tarihi patriklik sarayı, katedrali ve kulesi tüm heybetiyle boy gösteriyor.
- yüzyılda bir Bizans şehrinin kurulduğu kalenin civarına sonradan bir Bulgar kalesi inşa edilecek ve 14. Asrın sonlarına değin, Petar, Asen, Koloyan, İvan ve II. Asen gibi meşhur Bulgar krallarınca kullanılacak olan kale, 1930’da başlamak suretiyle yarım asır sürecek bir yenileme sürecinden sonra nihayet 1981 yılında, tarihteki ilk Bulgar devletinin kuruluşunun 1300. yıldönümü anısına 1981 senesinde turistik ziyarete açılır. 19. Asır sonu ve 20. Yüzyıl başlarındaki çatışma ve savaşlar sırasında ağır hasar gören kale kompleksinin içindeki kraliyet sarayının bugün daha çok temelleri ve kalıntıları görülebiliyor.
Post modern fresklerle bezeli kale kilisesi
İçerisinde Taht salonu, “Tanrının Kutsal Göğe Yükselişi” adındaki erken dönem Hıristiyan – Ortodoks kilisesi, kralın diğer oda ve salonlarının olduğu ve 5000 metrekarelik bir parsele konuşlu rezidans bina ve konutlarının merkezinde yer aldığı ve toplam 3000 metrekarelik bir alana yayılan patriklik kompleksinin yer aldığı kalenin surlarının kalınlıkları 3.5 metreye, yükseklikleri ise 8-10 metreye kadar çıkabiliyor. Çok geniş masif kayalık bir kütlenin üzerine yapıldığı anlaşılan Ortaçağ kalesinin, 1981 yılında restorasyonu yapılan kilisesinin yeniden boyanan fresklerinin post modern çizgileri; sıra dışı ve çarpıcı kompozisyonları ise görenlerde fazlasıyla hayret ve şaşkınlık uyandırmaya yetiyor. Buradaki duvar resimleri kısaca, 2. Bulgar Krallığı’nın zafer dolu olduğu kadar, Osmanlı akınları ile yıkıldığı zamanlardaki trajik sonunu da tasvir eden resimlerle kaplı.
Kale bünyesindeki en büyük burçlardan bir tanesi, ismi kadar ona bu adı veren tarihsel öyküsü ile de dikkat çekiyor: Baldwin Kulesi. O zamanlar Bizans ile büyük mücadele içerisinde olan Bulgarların hanı Kaloyan, Konstantinopolis’te tam da Latin işgali var iken yaptığı bir seferde esir aldığı Latin İmparatorlarından Baldwin’i esir olarak getirdiği Veliko Tarnovo’daki kalenin bu burcundaki zindana hapseder. Tarihte görülmüş en büyük yağma ve katliamların mimarı Haçlıların soyundan I. Baldwin de hak ettiği sonu burada can vererek bulmuş olur böylelikle. Klasik Orta Çağların zengin esnaf ve zanaatkârlarının dükkânlarının ev ve konutlarına ait temel ve duvarların da olduğu toplam 400 kadar yapı, 4 adet manastır ve 22’den fazla sayıda da kilise kalıntısı keşfedilmiştir kalenin yayıldığı engin arazide. Tipik Ortaçağ hikâyelerinden alışık olduğumuz, suçluların kalenin uçurumundan nehre doğru atılarak infaz edildikleri yöntem burada da aynen geçerliymiş. 1300 yılında örneğin, Bulgar Çarı Theodore Svetoslav, o zamanın Patriği Joachim’i bu şekilde idam ettirmiş.
OKAY DEPREM